Şimdi çocuk olmak zor zanaat!

Köşe Yazısı
6 Ekim 2010 Çarşamba

Vladi BENBANASTE


Kızım, “Baba ben çıkıyorum” dediğinde sokak kapısından henüz girmiştim. Eve girerken “Merhaba sevgili aile fertleri beni ne kadar özlediniz?” tarzında şirinlikler yapmayı planlamıştım… Kapıda beni en çok seven aile ferdi, köpeğimiz t-mon kendini paralarcasına bir sevgiyle beni karşıladı -bir gün sevinçle kuyruğunu sallarken beli kırılıverecek.- İki büklüm eğilerek başını ve gıdısını okşayarak karşılık verdim. t-mon kadar hızlı olamayan karım, ikinci sırayı aldı. Oğlum? Bir ara çıkar mabedinden… Kızım? Evde! Ama çok meşgul. Bir taraftan giyinen bir taraftan yürüyen kızımı takip ederek ‘minik bir öpücük’ vermeyi başardım. “Merhaba baba” (ayakkabısını çekiştiriyor), “Çok acelem var” (acelesi varmış! Hayret ve de şaşırdım, ilk defa oluyor… Ne ola ki acaba? ), “Çıkmam gerek” (ağzında firkete saçlarını topluyor). Peki kızım nereye? Bir taraftan da mutfakta pişen yemeklerin tadına bakıyorum. Bir taraftan rujunu sürüyor  (ağzı ‘o’ şeklinde olduğu için söylediklerini güçlükle anlıyorum…)  ve cevaplıyor;  Mordehay… (rujunun kenar taşmalarını siliyor… Şükür ruj faslı bitti) Amerika’ya gidiyor, veda partisi var (ocakta pişen akşam yemeğimiz de pek güzelmiş şöööyle hep beraber yeriz diye düşünüyorum).” Kızım devam ediyor; “Bir dakika baba” (sanki 45 dakikadır konuşuyoruz da bir dakika ara vereceğiz… Kızım yürür halde, göz kalemi seyyar el aynası yardımıyla sürülürken kulakta telefon ile çok mühim arkadaşlarına mahcup olmamak için üç dakika rötar anonsunu yapıyor. Multi-fonksiyon üçü bir arada; hem yürür hem konuşur hem de ‘rastık’ çeker… luzya de mi kaza ez muy bicirikli (Bu sırada göz kalemi; çizmesi gereken yerin dışını çizdiğinden, tekrar siliniyor ve kendi kendine söyleniliyor…) Ben: Mordehay!? Bu çocuğu nereden tanımış olmam gerekiyor? Okuldan mı bu? Okumaya mı gidiyor? Kafamda sorular… Fırsat bulursam soracağım. Sevgili kızım sorgulu bakışlarımdan anlamış olacak ki cevaplıyor; dört ay sonra gelecek. Hani söylemiştim ya sana, kem-briçte vazyaduras del nano-teknoloji bölümünden akseptans gelmişti…(“nano-teknoloji ne?” diyeceğim kızımın gözünde cahil (!!) olacağım… Hiç sormam daha iyi. Anlamış gibi “hıııımmmm” dedim) Kızım devam ediyor; “Gidip gitmeyeceğini bilmiyordu, karar verdi gidiyormuş” diye bana açıklama yaparken telefonda taahhüt edilen üç dakika doldu, aşağıda bekleyenler çok önemli şahıslar, (kızımın değişi ile “aka-aşlar”) bekletilmeye gelmezler, ne de olsa ortada ciddi bir durum var… Boru değil; bir veda partisi, geç kalınırsa noolucak düşünebiliyor musunuz ne kadar ‘ayb’ olur sonra… Duacıyım, ya düzenlenen bir ‘sürpriz’ parti olsaydı… Günler öncesinden tantanası başlardı… Sonuçta canımın içi kızım, ağzı kulaklarında aka-aşlarına gidiyor o mutlu: demek ki biz mutluyuz. Karım, ben ve sadık t-monumuzla birlikte az önce tadına baktığım, akşam yemeğine oturuyoruz…

Dört ay sonra:

Alooo merhaba kızımcığım… Nasılsın? “Alo baba, ben bu akşam gelemeyeceğim (soruma az farkla cevap); iyiyim baba sen nasılsın… (sonra kaldığı yerden devam ) Baba…” Evet, luzya. “Arada çok sevdiğim bir arkadaşım Amerika’dan döndü, hani Mordi, sen onu Mordehay bilirsin işte o… Hoş geldin partisi var… (arka fondan çok çok önemli aka-aşların sesleri, öyle ki birbirimizi telefondan duyamıyoruz) Baba kapatmam lazım öbür hattan Klinton arıyor… Ben seni soona ararım…” Anlaşıldı sevgili karım, ben ve t-mon… hep beraber!!! Yiyelim.

İki ay sonra:

Kızım yarın akşam annenle düşündük ki hep beraber bir yemeğe çıkalım; böööyle sen, ben,  abin filan… “Aaa baba bu şimdi mi söylenir?” Ne yapacaktık ya kızım? Üç ay öncesinden randevu mu almalıydık…?  “Ama baba yarın Mordehay Amerika’ya gidiyor veda partisi var...” Kızım o daha yeni gitmemiş miydi? “Gitmişti, döndü ya…” Hani geçenlerde ‘hoş geldin’ partisine gitmiştim ya… İşte tatili bitti dönüyor… Mutlaka gitmem gerek, çok mu üzülürsünüz gelmesem?”  Git be kızım. Madem öyle istiyorsun başka sefere artık… O mutlu, demek ki biz mutluyuz…

Dört ay sonra:

“Baba”. Evet oğlum. “Kardeşim yarın geç gelecekmiş onu haber vermemi istedi”. Neden oğlum kendi ağzı yok mu? Telefonu balkabağına mı dönüşmüş? “Var baba ama şimdi o seni aramış açmamışsın telefonunu. (Ne haddime, duysam açmaz mıyım ) kızının Margaret Tecir ile randevusu varmış, o da hazırlıklara gitti, (ne hazırlığı bu oğlum… ) Ne biliiim Mordehay mı nedir biri geliyormuş Amerika’dan ona sürpriz parti filan yapacaklarmış, aynı zamanda doğum günü müymüş? Neymiş? Amaaan baba!! Ne biliiim işte, kızsal işler işte…(peki oğlum, peki…) Hafif hafif; ya me vino boa de este Mordehay.

Olsa olsa, iki ay sonra:

Evet, kızım, dinlemem mi? İki kulağıma birden koydum telefonu, ama çok çok gürültü var… Naapıyım zor duyuyorum seni, kim dedin…? Medrano mu, gelmiyor mu? Eee o zaman gidiyormuş… Kim gidiyormuş… Mordehay…  anladıııım… Dur sen söyleme ben söyleyeceğim… Parti var di mi? Nasıl mı bildim? Zor oldu biraz… Olur, tabii, olur, git kızım git, görmeyeli iki ay filan olmuştur… Eeee tabii doğru, özlemişsindir… Ben de seni canım. Aloooo… Alooooo duyuyor musun? Kesildi galiba… Ben de seni seviyorum kızım…

Yukarda yazdıklarımın hepsi bir ‘hayal ürünü’ dersem inanmayın. Hepsi gerçek… Ancak tabii ki bu olaylar ne bizim evde, ne de belirli başka bir ailede geçiyor, aslında hepimizin evinde bir sahnesi geçiyor… Ne dersiniz, yavaş yavaş “tet-a-tet” kalmaya alışmaya başlasak iyi olacak galiba… Çocuklarımız mı? Sorun değil, bu akşam olmazsa yarın sabah… Mordehay kuvvetlerini yenmeyi başarabilirsek ne âlâ, olmadı; ertesi akşam… Ama! Ya başka bi okazyon olursa…? Peki, peki, abartmayalım üç vakte kadar kesin… Çeşme’ye mi gittiler, hep orda kalmayacaklar ya… Elbet dönecekler… O da olmadı… En fazla ‘Şabat’ yemeğinde… Mutlaka tüm aile bir arada görüşüp konuşma imkânı bulacağız… Çok mutluyuz, sonunda bir aradayız, bir sohbet, bir lakırdı, herkes herkese bir şeyler anlatıyor, gülüşmeler filan… Diyorsunuz. Harikasınız ama biraz fazla Polyanna okudunuz galiba… Siz hayal ede durun, size olanları anlatayım… Herkesin bir eli masanın altında, (gelen mesajlara bir el yetiyor), diğer el ile ara sıra yemek yeniyor… Mesajı yazıp da karşı taraftan cevap gelene kadar sayılı zaman var… Yemek, sohbet, sorulmuş olan sorulara kısa ve öz cevaplar hep bu arada yapılır sonra “dit diri dıtt dit”… Ne o? Yani mesaj geldi. Kafalar aşağı eğik masanın altında gelen mesajı:  O-bama’dan; sıkıysa bakma ‘ef-bi-ay’ anında kapına çullanır bu mesajlar asla ertelenemez… Hemen o saniye okunmalı ve cevap verilmeli okunmaz ise dünya çapında felaketlerin oluşması ‘an’ meselesi… Üstelik alınan bu haber derhal ilgili başka aka-aslara da iletilmeli… Anında yorumları alınmalı… Marmelat de mi kaza napsın? Sosyalleşmesin mi yani !!!?

Zor bu çocukların işleri gerçekten zor… Bizim zamanımızda böyle miydi ya? Blekbori mi vardı? Böyle icatlar mı vardı? Burgaz’dan bir telefon etmek başlı başına bir olaydı. Mesela bir arkadaşın ile randevulaşmak için, sırasında uzuuuuunca bir süre beklediğin ‘umumi telefon’ (o zaman öyle denirdi)  kulübesinde sadece telefona ‘dııııt’ sesinin gelmesi için harcadığımız saatlerden sonra bile genelde konuşabilmeyi başaramadığımız zamanlar… Meğer ne rahat günlermiş o günler… Biz hiç zorluk çekmeden büyüdük, ya şimdikiler???

Sevgiyle kalın…