Bu hafta ağımıza takılanlar...

Annemin teyzesi kızları, damatları ve torunlarıyla Tarlabaşı girişinde Pera Palas’a çıkan yolda, iki katlı apartmanda otururdu. Babamın ailesi ise Musevi Lisesinin yanındaki Tevfikiye Apartmanında, amcası ve kuzenleri Kuledibi'nde bulunan iki havra arasındaki apartmanlarda otururlardı. Çocukken en büyük eğlencemiz, Tozkoparan'a doğru yürüyüşlerimiz ve Le petit Jardin diye adlandırdıkları çocuk bahçesinde oynamaktı. Yazları iple çeker, baharla birlikte kiralık yer bakmaya gidilirdi. Roz Kohen

İzak BARON Diğer
23 Şubat 2011 Çarşamba

Güncel

İSRAİL BAKIMINDAN BU KORKUDAN DAHA GÜÇLÜ OLANI DA KENDİSİNE YÖNELİK BALİSTİK FÜZE TEHDİDİ İLE İLGİLİ BÜYÜK KORKUSU ŞÜPHESİZ

Mısır geçici askeri yönetimi her ne kadar yönetimin söz konusu barış ve bunu sağlayan 1979 Camp David Anlaşması’na sadık kalacağını açıklamış olsa da ileride bu durumun değişme ihtimali de elbette söz konusu. Bu yüzden azalmış olsa da bu korku devam ediyor. İsrail bakımından bu korkudan daha güçlü olanı da kendisine yönelik balistik füze tehdidi ile ilgili büyük korkusu şüphesiz. Yaklaşık 10 yıldır söz konusu olan bu tehdit, İsrail'e korkulu rüyalar gördürüyor. Esasen bu korkuları bir ölçüde gerçekleşmiş de bulunuyor. 2006 Lübnan Savaşı, 2009 Gazze Savaşı, bu korkuların İsrail bakımından kâbusa dönüştüğü savaşlar olarak gerçekleşmişti. Lübnan Savaşı'nda Hizbullah İsrail'e 4.000, Gazze Savaşı sırasında ise Hamas ve diğerleri İsrail topraklarına 600 kadar füze ve roket atmayı ve önemli zararlar verdirmeyi başarmışlar, İsrail ise bunlara karşı başarılı olamamış, tehditleri ortadan kaldıramamıştı.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1096563&title=israilin-en-buyuk-stratejik-korkusu

KURTLAR VADİSİ FİLİSTİN FİLMİ PAZARLAMASININ YAHUDİ KÖKENLİ YURTTAŞLARA NASIL KORKU SALDIĞINI VE YARATICILARININ NASIL GERİM GERİM ORTALIKTA DOLAŞTIĞINI...

İşadamı Erol Aksoy'a ana haber bültenlerinden "Rum çocuğu" diye bağırıldığını; gazeteci Hrant Dink'in barış dışında hiçbir amaç için vurgulamadığı Ermeni kimliği yüzünden şehrin göbeğinde avlandığını; Trabzon'daki rahip cinayetlerini; Gökçeada halkının üzerine mahkûmların salınmasıyla nasıl bir dehşet yaşadığını; Kurtlar Vadisi Filistin filmi pazarlamasının Yahudi kökenli yurttaşlara nasıl korku saldığını ve yaratıcılarının nasıl gerim gerim ortalıkta dolaştığını; her ne sebeple olursa olsun tutuklanan meslektaşlarının arkasından teneke çalan gazetecileri; yaşlı başlı paşaların, koskoca TSK'nın düştüğü durumdan zevklenenleri; sanık asker eşlerinin televizyonlara çıkıp gazeteciler için 'küçük beyinli' dediğini falan düşününce bırakın iş dünyasını, bu ülkenin hiçbir yerinde 'duygusal okuryazarlık'tan bahsedilemeyeceğini, günün modasının faşistlik, şovenlik ve hem kadın hem de erkeklerin maçoluğu olduğunu görüyorum. İçimden geçen de -ne yazık ki- şu oluyor: Bravo sana Türkiye, kim tutar seni! Böyle ülkeye böyle iş dünyası çok bile…

Burçak Evren

http://www.isteinsan.com.tr/isteinsan_gazete/62129.html

RİYAD VE CEZAYİR'İN, YAHUDİ OLARAK TEL-AVİV'İN, FARSİ OLARAK DA İRAN'IN HEM AYNI DIŞ, HEM DE İÇ DİNAMİKLER KARŞISINDA TEDBİR ALDIĞI KESİNDİR

Kahire'de ahaliye deveyle saldıran milis, Cezayir'de halka kurşun sıkan ordu; Riyad'da kelle uçuran cellât, bunların hepsi ortak yangınları söndürmeye çalışan farklı itfaiyecilerdir.

Dikkat ettiyseniz bir üst cümlede fiilleri hem etken, hem edilgen biçimde kullandım.

Çünkü ikinci durumda, en minik kıvılcıma karşı tedbir olarak o itfaiyelere oluk oluk para, araç ve gereç akıtan taraf çoğu defa ABD ve Batı; bazı durumlarda ise Rusya ve Çin'dir.

Dolayısıyla dış faktörler de enine boyuna tartılmadan bir “devrim” müjdesi verilemez. Üstelik diğer iki hayati Arap başkenti Riyad ve Cezayir'in, Yahudi olarak Tel-Aviv'in, Farsi olarak da İran'ın hem aynı dış, hem de iç dinamikler karşısında tedbir aldığı kesindir.

O halde, “bir kıvılcım bütün çölü tutuşturur” tahmini bana hâlâ rizikolu geliyor.

Ama tabii ki tıpkı “Yasemin Devrimi”nde olduğu gibi yine o kıvılcımın sirayetini ve enkaz üzerinden de demokratik ve barışçı bir Ortadoğu yükselmesini temenni ediyorum.

Hadi Uluengin

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17044115&yazarid=22&tarih=2011-02-17

BATI, KENDİSİNİN YAHUDİLİKLE TARİH BOYUNCA KURDUĞU ÇİRKİN İLİŞKİNİN VERDİĞİ UTANÇ VE KOMPLEKSLE İSRAİL’E BİR ‘CARTE BLANCHE’ (SINIRSIZ ÖZGÜRLÜK) VERMİŞ, AMA ŞİMDİ DE BU KARTIN KULLANILIŞ BİÇİMİNDEN ENDİŞEYE DÜŞMÜŞ DURUMDA

İsrail’in gitgide kemikleşen sağcı yönetimleriyle bölge ve dünya politikasında oynadığı rolü hiç onaylamadığımı ve çok zaman da midem bulanarak izlediğimi şimdiye kadar birçok kere dile getirdim. Ama İsrail’in gün geçtikçe öne çıkardığı din savaşına karşı bir İslami Cihad havasına girilmesini de hiç doğru bulmuyorum. Böyle bir havanın yaratılmasının, Türkiye gibi bir toplumda tetikleyeceği gelişmeler de bana son derece sakıncalı görünüyor. İsrail’le böyle imaları olan bir gerginlik devam ederken, Ahmedinejad’ın İran’ı, o ürküntü veren adamın Sudan’ı ve öteki örgütler, Hamas’lar, Hizbullah’larla iyi ilişkiler, birçok soru işaretini yaratmakta ve hatta ‘soru işareti’nden ‘ünlem’e doğru yol almakta.

Bunların Batı dünyasıyla ilişkiler üzerinde de etkileri var. Batı, kendisinin Yahudilikle tarih boyunca kurduğu çirkin ilişkinin verdiği utanç ve kompleksle İsrail’e bir ‘carte blanche’ (sınırsız özgürlük) vermiş, ama şimdi de bu kartın kullanılış biçiminden endişeye düşmüş durumda. Bu ortamda, İsrail’e buradan yöneltilecek eleştirel (olması gereken) tavrın, seküler-evrensel-demokrat değerlerden bir ‘Müslüman dayanışması’na doğru kayması ve (olmaması gereken) bir ‘din kardeşliği’ rengine bürünmesi, Batı’nın yöneticilerini, kim olursa olsun ve ne yaparlarsa yapsınlar, İsrail’in komşularından korunması gerektiği noktasında kenetleyecektir. Bu, tabii, Türkiye ile Batı ilişkilerine de çeşitli biçimlerde yansıyacaktır.

İsrail’i eleştirmek için çok neden var ve aslında, herkesten çok İsrail toplumunun buna ihtiyacı var. Ama Ahmedinejad ve yukarıda saydıklarım, onların benzerleri, eleştirilmeyi daha az hak ediyor değiller. Dünyanın saygısını toplayacak bir ‘dış politika’mız olacaksa, bu gibi konularda nesnellik ve tutarlılık her şeyden önemli.

Murat Belge

http://www.tempomag.com.tr/yazarlar/makale/57363.aspx

İSRAİL'İN GÜVENLİĞİNİ SİLAH GÜCÜYLE, OTORİTER MÜTTEFİKLERLE SAĞLAMA İMKÂNI KALMIYOR

Paranoyaya kapılarak sağlıklı düşünme yeteneğini yitirmiş zihinlere şunu söyleyebilirim: ABD'de, Avrupa'da, Arap dünyasında ya da Türkiye'de İsrail'in izlediği uzlaşmaz ve militarist politikalara destek veren hükümetler, İsrail halkının güvenliğine ve refahına kesinlikle hizmet etmez. İsrail'in güvenliğini silah gücüyle, otoriter müttefiklerle sağlama imkânı kalmıyor. İsrail'e kayıtsız şartsız destek veren otoriter Arap rejimlerin bir bir devrildiğini görüyoruz. İsrail'i yönetenler akıllarını başlarına toplamalı ve İsrail, daha fazla gecikmeden Filistinlilerle adil bir barış yapmalı. Yahudi diyasporası için de artık ABD ve AB'ye İsrail-Filistin barışını desteklemeleri için baskı yapma, İsrail'deki barış yanlılarına arka çıkma zamanı geldi. Barışçı bir politikaya yönelen İsrail, pekâlâ İslam dünyasında çoğunluğun anlayış ve desteğini kazanabilir.

Şahin Alpay

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1093561&title=israil-icin-aklini-basina-toplama-zamani

BAŞBAKAN İSRAİL'E YAPTIĞI ÇIKIŞI NEDEN BÖLGENİN DİĞER ZULÜM REJİMLERİNE, DİKTATÖRLERİNE DE YAPMIYOR?

Suudi Arabistan'da karşılarına çıkan sorunlar o kadar fazladır ki, şoför bir ara milletvekiline döner ve "Tayyip Bey'in gücü İsrail'e mi yetiyor? Şu topraklara girdiğimizden beri bize yaşatılan sıkıntılara bakar mısınız? Bu diktatörlerin kendi halklarına yaptığı zulümler İsrail'in Filistinliler'e yaptığından daha mı az ki?"

Şoför durumu gerçekten ilginç bir noktasından yakalamış.

Hadi Filistinliler'e zulmeden İsrail, Müslüman ülkelerde Müslüman Müslüman'a zulmediyor. Bunu da din adına yapıyor.

Kendi diktatörlüklerini "İslami rejim" gibi sunuyorlar ve meydana getirdikleri dehşet rejiminde halklarına zulmederek varlıklarını sürdürüyorlar. Hâlbuki "İslami rejim" diye bir şey de yok.

Bugün Türkiye komşularıyla, yani her biri diktatörlükle yönetilen halkları Müslüman ülkelerle sıfır problem politikası güdüyor. Bugün için reel politik anlamda bu politika doğru ama bu politika mevcut dehşet rejimlerine de destek oluyor.

Suriye, Türkiye'ye karşı sıfır politika politikası mı izlemişti mesela?

PKK'yı besleyen Suriye değil miydi?

Suudlar ülkedeki Osmanlı mirasını yok etmek için her şeyi yaptılar mesela.

Kaddafi Başbakanımızı azarlamadı mı?

Belki de komşularla sıfır sorun politikasının en büyük açmazı da bu.

Türkiye bölgesinde güç sahibi oldukça ve kendi demokrasisini geliştirdikçe bölgesindeki dikta yönetimleri de zorlayacak. Amerika'nın yaptığı gibi reel politik diyerek diktatörlerle işbirliği yapmayacak.

Dolayısıyla bu sıfır sorun politikasını bu ülkelerde yaşayan halklar lehine şimdiden revize etmekte fayda var. Yoksa Türkiye, bu diktatörlerin varlıklarını ve zulümlerini sürdürmesinde onlara yardımcı olmuş olur...

Özetle şöyle soralım:

Başbakan İsrail'e yaptığı çıkışı neden bölgenin diğer zulüm rejimlerine, diktatörlerine de yapmıyor?

Nuh Gönültaş

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/143145-basbakan-in-gucu-sadece-israil-e-mi-yetiyor-makalesi.aspx

NİÇİN YAHUDİLER TEMSİL EDİLMESİN? BUNUN ÖNEMLİ BİR KONU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ. MECLİS’TE BU “SES” DUYURULAMAZSA, SUSKUN KALINIRSA, PASİF OLARAK TOPLUMDA GERİ PLANDA BEKLENİRSE… NELER OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEK BİLE TEHLİKELİDİR…

 “Google arama motoruna girin… Oraya Kıbrıs, Şalom, Yahudi kelimelerini yazın… Ve karşınıza çıkana bir bakın…” “Ha, unutmadan Şalom denilen bizdeki Siyonistlerin gazetesi!..”

Bu yazara göre Kıbrıs resmen Yahudi işgali altındadır. Oysa Tayyip Erdoğan birkaç gün önce Kıbrıs halkına “besleme” demişti. Kimse karşı çıkamamış, susmuş, köşesine çekilmişti. Siz (Türklerin yaşadığı) bir ada halkını aşağılayacak, hakaret edeceksiniz ve ses çıkmayacak öyle mi? Öte yandan parasıyla, hukuki yollardan, karşılıklı el sıkışılarak satın alınan toprak parçaları için “işgal” sözcüğünü kullanacaksınız. Buna kargalar bile güler… Bir zamanlar Filistinliler de toprak satmıştı. Kimse zorla toprak satın almıyor… Ne yazık ki bu tür “yanlı” haberleri Türk halkı okuyor ve bir kısmı inanıyor. Günümüzde medyanın önemini görüyorsunuz… Sadece İsrail karşıtlığı yaparak çıkan bir gazete bile tiraj kazanabiliyor…

Buradaki yazılarımızın birinde Türkiye’de en az birkaç tane Yahudi milletvekili olması gerektiğini belirtmiştik. Unutmayalım ki Meclis’te Aleviler, Kürtler ve başka azınlıklar da (dolaylı yollardan) temsil edilmektedir. O halde niçin Yahudiler temsil edilmesin? Bunun önemli bir konu olduğunu düşünüyoruz. Meclis’te bu “ses” duyurulamazsa, suskun kalınırsa, pasif olarak toplumda geri planda beklenirse… Neler olabileceğini düşünmek bile tehlikelidir…

Tufan Erbarıştıran

http://www.hasturktv.com/arsiv/1665.htm

KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM; NAZİLER YENİLMESE VE AYAKTA DURSAYDI -PEK ÇOĞUMUZ- YAHUDİ SOYKIRIMINI BİR VAHŞET DEĞİL, BAŞARI OLARAK GÖRECEKTİK

Vicdanlar ideolojik bağnazlık, güç, iktidar ve meçhul gelecek hayaliyle körleşirken; ruhlara sinen yapay coşku ve öfke, insani duyguları yok ederek zulmü sıradanlaştırıyor ve toplumlara öğretilmiş bir vicdansızlık hâkim oluyordu. Nazi Almanyası idealleri uğruna, Almanların –çoğunluğunun- tüm Yahudileri yok etmeyi göze alabilecek kadar ileri gidebilmelerini ancak bu yolla meşrulaştırabilirdi. Küçük bir çocuğun ağlamasına dayanamayan insanlar ancak böyle bir süreçte insanları gaz odasına götürebilirdi. İnsani duygularla uzaklardaki zulme uğrayan insanlar için gözyaşı döken siyasilerin yanı başlarındaki acılara sessizliği gibi. Neden peki? Büyük Almanya için! Kendimizi kandırmayalım; Naziler yenilmese ve ayakta dursaydı -pek çoğumuz- Yahudi soykırımını bir vahşet değil, başarı olarak görecektik. Nitekim tarih bu tür onaylanan ve hâlâ onayladığımız vahşetlerle dolu. Ve bugün yaşanan pek çok sorunumuzun arkasında da kanaatimce öğretilmiş vicdan yatıyor. Son iki asırdır toplumundan utanan ve onu değiştirmeye çalışan seçkinlerimiz devlet aygıtının tüm gücüyle toplumu modernleştirirken vicdanlarımızı da dönüştürdü. 'Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum' hedefiyle sosyo-kültürel farklılıklarımız ötekileştirilirken, her kesime bir suç atfedildi: Ermeniler vb. topraklarımıza göz dikmiş, Araplar arkadan vurmuş, Kürtler zaten vahşi, Aleviler yoldan azmış, dindarlar yobaz... Ve Türkler medenileştirilmesi gerekenler. Aslında herkese eşit mesafedeydiler, ezme, yok sayma ve dönüştürme. İstenen olmadı ama herkesin herkesten korktuğu, şüphe duyduğu, anlayışsız, empati kurmaktan aciz bir ülke yaratıldı. Dünyanın en ırkçı ülkesinde yaşayıp sırf ülkemizde zenciler olmadığı ve biz zencileri çok sevdiğimiz(?) için gündelik hayatımıza sinen ırkçılığımızla hiçbir zaman yüzleşmedik. Bunun son örneğini Mısır'da Arap halkının büyük başarısı sırasında gördük. Hâlâ ırkçı gözlüklerle Arapları küçümseyen ve sanki çok matah bir lidermiş gibi İsrail gözlükleri ile Mübarek'in arkasından gözyaşı döken nice aydınlarımız var.

Şenol Kaluç

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1094607&title=yorum-senol-kaluc-ogretilmis-vicdan-ve-irkcilik

“TÜRKİYE ARTIK BİR BATI ÜLKESİ DEĞİL, SİYASAL İSLAM’IN ARKA BAHÇESİDİR. VE, İSRAİL BÖYLE BİR ÜLKEDE BÜYÜKELÇİLİK SAHİBİ OLAMAYACAK KADAR TEHLİKEDEDİR.”

ABD AKP’den ılımlı İslam istemişti. Ama AKP ılımlı İslam’da kalamadı…

Ilımlı ötesine geçti. İzlediği güç politikası onu nerden nereye koşacağı hesaplanabilir olmayan bir aktör haline getirdi. İran’a doğrudan destek vermeye başladı.

Gönlü Mısır’da ABD’nin tasarruflarından daha farklı bir siyasi dizayna kaydı.

Müslüman Kardeşler’in tıpkı Hamas gibi evrileceği tezi ile onlardan yana bir tutum aldı.

Sonra Türkiye içindeki devleti yeniden şekillendirme çabasında son zamanlarda artık çok hızlı gideceğinin işaretlerini verdi.

Devlet aparatını tamamen kontrol altına almış bir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı Ortadoğu’da İran’la çok daha aktif bir işbirliğine girecekti, ABD bundan emin oldu.

Onun dışında, AKP’nin İsrail karşıtlığına dayandırılmış bir Ortadoğu söyleminin dozunu çok daha fazla artıracağını ve Ortadoğu’da tamamen kutuplaşmış bir İsrail-Arap bölünmesini körükleyeceğini gördü.

Ve, onunla arasına mesafe koymayı ve bu mesafeyi görünür kılmayı karara bağladı.

Bu kapsamda kendi Büyükelçisi’nin yaptığı açıklamadan sonra, bir de Dışişleri açıklama yaptı…

Ardından da İsrail’in Türkiye Büyükelçiliği’ni kapatma kararı geldi.

İsrail’in bu kararı ABD ile koordineli.

Ve, bu kararla verilen mesaj şu…

“Türkiye artık bir batı ülkesi değil, siyasal İslam’ın arka bahçesidir. Ve, İsrail böyle bir ülkede büyükelçilik sahibi olamayacak kadar tehlikededir.”

Safile Usul

http://www.gazeteport.com.tr/YAZARLAR/NEWS/GP_856089

 TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİLERİ HERHANGİ BİR POLİTİK ÇIKARINIZ İÇİN KULLANMADIĞINIZDAN EMİNSENİZ; İSRAİLLİ YAHUDİLERİN KOMŞU ÜLKEDE YAŞANANLAR KARŞISINDA CAN GÜVENLİKLERİNDEN DUYDUKLARI KAYGIYA DA ‘GÜNÜNÜZ GELDİ’ GİBİLERDEN BİR AÇIKLAMA İLE KARŞILIK VERMEYİN

Lütfen akademiyi putlaştırmayın. Ahmet Davutoğlu, üniversite hocası bir dışişleri bakanı olabilir. Bu, her dediğinin ‘doğru’ olduğu anlamına gelmez. Mesela Davutoğlu, İsrail, Mısır’da yaşanan ‘tablodan rahatsızsa önce kendisine dönüp bakmalı ve yaptığı hataları görmeli’ demiş. AKP iktidarı, ölmüş Yahudilere hürmet göstermek için bu yıl ‘soykırımı anma’ gününe özel bir önem vermişti. Bu girişimlerle, Türkiye’deki Yahudileri herhangi bir politik çıkarınız için kullanmadığınızdan eminseniz; İsrailli Yahudilerin komşu ülkede yaşananlar karşısında can güvenliklerinden duydukları kaygıya da ‘gününüz geldi’ gibilerden bir açıklama ile karşılık vermeyin isterseniz. 

Mısır’da başlayan değişimin güzellikler getirmesi için bölgenin artan ısısının kontrol altında tutulması hepimizin faydasına. İyi senaryo doyumsuz bir gelecek,  kötü senaryo da daha çok ölüm ve gözyaşı getirebilir. İkisi arasında da yedi kat cennet ve cehennemi yaşayabiliriz. Seçim, hepimizin...

Tülin Daloglu

http://www.hasturktv.com/homepage_articles/74.htm

BEN BUGÜN AUSCHWİTZ’DE BİR YAHUDİ OLMANIN NASIL BİR ŞEY OLDUĞUNU ANLAMAYI DENEDİM. BELKİ BECERDİM, BELKİ BECEREMEDİM, BELKİ TAM HİSSEDEMEDİM, AMA EN AZINDAN DENEDİM, HİSSETMEYE ÇALIŞTIM. VE İLİKLERİME KADAR DONDUM.

“Geçende Düsseldorf’ta da tökezleme taşları gördüm. Bir an o sürgün sahnesini düşündüm, irkildim. Günlerce düşündüm, sahne tekrar tekrar aklıma geldi.

Düşüncelerim rahat vermedi. Bugün kendimi bir an Musevi bir babanın, bir kardeşin, bir evladın yerine koydum. Eşimi ve iki çocuğumu düşündüm, annemi ve babamı düşündüm, kardeşlerimi düşündüm. Çığlık çığlığa dipçiklenerek önce kamyonetlere, oradan da trenlerin yük vagonlarına hayvan gibi tıkılışımızı düşündüm. Benimle aynı kaderi paylaşan sayısız insanla aynı vagonda olduğumu düşündüm. Normalde hayvan taşınan vagonlara yüklenirken eşimden ve ailemden ayrı düştüğümü düşündüm. Benimle yolculuk yapanlardan bir kısmının, özellikle yaşlıların, günlerce süren yolculukta havasızlığa, susuzluğa, sıcağa dayanamayarak can verişini düşündüm.

Vagonlar Auschwitz toplama kampına yanaştı, yaşlılar gençlerden, zayıflar kuvvetlilerden ayrıldı. Çocukların, zayıfların, yaşlıların gaz odalarına götürülüşünü düşündüm. Fırınlardan yükselen o yanmış insan eti kokusu geldi burnuma. Hasta olanların kobay olarak kullanıldığı canlandı gözümde. Bir an kardeşlerimi düşündüm, bu dayanılmaz işkenceler karşısındaki feryatlarını ve elim kolum bağlı bir şey yapamayışımı düşündüm. Bir anda çıldırır gibi oldum. Devamını aklıma bile getirmek istemiyorum, midem bulanıyor.

Ben bugün Auschwitz’de bir Yahudi olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamayı denedim. Belki becerdim, belki beceremedim, belki tam hissedemedim, ama en azından denedim, hissetmeye çalıştım. Ve iliklerime kadar dondum.”

Serhan Şimşek

http://www.facebook.com/note.php?note_id=181796275195418&id=152301314784070

İSRAİL SİZİNKİ KADAR KESKİN BİR DÜŞMANLIKLA ANILMAZ BURADA

Biz Mısırlılar şunu anlayamıyoruz: Neden Türk ordusu ile İsrailliler bu kadar yakın çalışmalar içindeler; özellikle de askeri endüstri açısından.

Sadece askeri değil ki birçok açıdan İsrail ve Türkiye yakın temastadır. İsrail, Türkiye'de sizin algıladığınız gibi algılanmıyor; her ne kadar İsrail karşıtlığı giderek yükselse de. Bir defa tarihsel köken açısından Türkler ve Museviler yüzlerce yıldır birlikte yaşamış toplumlardır. Keza yurtdışında Ermeni meselesi gibi konularda Türkiye'nin en büyük destekçisi Yahudi Lobisi olmuştur. Ama işin özü, İsrail sizinki kadar keskin bir düşmanlıkla anılmaz burada. Tabii bu arada politikanın derin mesele olduğunun altını çizmem gerekiyor ve ben de bu konuda uzman değilim. Ama size verebileceğim ilk yanıt bu.

Hasan Sonsuz Çeliktaş

http://www.derki.com/politik/item/2630-bir-misirli-ile-sicagi-sicagina-roportaj

İSRAİL ÖZRÜ; 27 NİSAN E-MUHTIRASINDAN DAHA BÜYÜK BİR SEÇİM YATIRIMI OLUR

Ama; bu hükümet; en sıkı ilişkiler yürüttüğü İsrail'e fırça atıyormuş gibi bir görüntü veriyor. 'Van minüt' çıkışı da böyle bir oyundu. Yahudi karşıtlarının oyunu, AKP'ye aktarmak içindi. İsrail için bu çıkışların önemi yok. Yeter ki Türkiye; İsrail'in dünya çapındaki çıkarlarına engel olmasın. O yüzden genel seçimler öncesinde İsrail hükümeti AKP'ye bir jest yapacaktır. Mavi Marmara gemisine yapılan baskın için İsrail; Türk hükümetinden özür dileyecektir. Bundan büyük bomba olabilir mi? O zaman Başbakan Erdoğan'ı tut tutabilirsen...

İsrail özrü; 27 Nisan e-muhtırasından daha büyük bir seçim yatırımı olur.

'Erdoğan, İsrail'e bile diz çöktürdü' diye yaman bir propaganda başlatılır.

Bu millet; işin aslını mı düşünecek? 'Yaşa, varol İsrail fatihi' diyerek oyunu AKP'ye verecektir...

Rıza Zelyut

http://www.gunes.com/2011/02/21/yazarlar/y4.html

"İFTİRA" DEDİĞİ ANDA YAHUDİLİĞE VE YAHUDİLERE "HAKARET" ETTİĞİNİN YA FARKINDA DEĞİL, YA DİLİ SÜRÇTÜ...

Bir de bizim terzi olmayan ama ülkenin en modern terzilik ürünlerinin sergilenip satıldığı caddede oturan Nükhet Hanım'ın söylediklerini hatırla bir kez daha...

"Tam 10 yıldır Soner Yalçın'dan babama attığı iftirayı temizlemesini istiyorum ama temizletemiyorum"...

Allah aşkına söyler misin Sevilay?..

Bundan kötü ırkçılık olur mu?..

Çünkü bilenler biliyor ki, Nükhet Hanım'ın "iftira" dediği şey; Soner Yalçın'ın Abdi İpekçi ailesi için "Yahudi kökenli, Sabetaycı" deyişi...

Yani Musevi'likten Müslümanlığa geçiş yaptığını (mühtedi) yazışı...

Ve işte bunu söylemek, Abdi İpekçi'ye atılmış kocaman bir "iftira" imiş Sevilay...

Dikkat lütfen?..

"Yanlış bilgi" değil "iftira"!..

Nükhet Hanım; "Soner Yalçın yanlış biliyor, bizim ailemiz mühtedi değildi" demiyor, diyemiyor, "Yahudi kökenli" olmayı bir "iftira" olarak algılıyor...

"İftira" dediği anda Yahudiliğe ve Yahudilere "hakaret" ettiğinin ya farkında değil, ya dili sürçtü...

Oysa...

Kelimelerin Sultanı'nın kızı "Yanlış bilgi" ile "iftira" arasındaki keskin farkı bilmeyebilir mi Sevilay?..

Bilmemesi mümkün mü?..

Allah aşkına Sevilay;

Mimar Sinan için "Hıristiyan Macar dönmesi" denildiğinde "iftira" olmayıp aksine "iltifat" oluyor da "Musevi dönmesi bir Müslüman" denilince mi "iftira" oluyor?..

Yahudilik ve Yahudileri bu kadar aşağılamaya kimin hakkı var?..

Kimin hakkı olabilir?..

Böyle bir ırkçılık hoş görülebilir mi?..

Irkçılık temyizi bile kabil olmayan bir suç değil mi Sevilay?..

Nükhet Hanım BEYAZ TV'de senin konuğun olup önce bütün "insanlardan" sonra bütün Yahudi'lerden özür dilemeli...

Adnan Berk Okan

http://www.gazeteciler.com/analiz/irkcilik-sana-yakisti-mi-be-sevilay-30791h.html

Netten okuyun /tıklayın

Türkiye Cumhuriyeti'nde Doğan Bizim Nesil – ROZ KOHEN

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2487-roz-kohen-turkiye-cumhuriyetinde-dogan-bizim-nesil.html

Bir şeyleri öldürmeyi seviyoruz! – ETGAR KERET

http://www.ntvmsnbc.com/id/25184638/