Gül bahçesine hırsız girerse

Mois GABAY Toplum
9 Şubat 2011 Çarşamba

Sevginin doruğa ulaştığı, sevgililerin birbirine en açıkça “seni seviyorum” diyebildiği özel günlerden biridir 14 Şubat. Yazar Elif Şafak ilişkileri bir gül bahçesine benzetir. Evli çiftler bu bahçede gezinirken aynı zamanda dikenlere de dikkat etmeli, birbirlerine sürekli tahammül etmelidirler. Herkesin çiftler halinde dolaştığı, ilişkilerin kurumsallaştığı bu zor oyunda bekâr biri mızıkçının teki, düpedüz oyunbozucudur. Hayatınız ya geleceği planlamakla geçer, ya geçmişi hatırlamakla… İnsan ya ciddi bir rahatsızlık geçirdiğinde ya da düştüğünde anlar gerçek sevginin önemini.14 Şubat günü sevgilisine hediye aldığı sıralarda evine hırsız giren ve sonra tüm kazancını bir anda kaybeden birini düşünün. Erkek o günden sonra sevgisinin yerine hırsını koyacak ve kaybettiklerini geri kazanma uğruna sevdiğini bile bir kalemde silip atabilecektir. Ne tuhaf değil mi? Her şeye rağmen ayakta durabilen bu ilişki gül bahçesine hırsızın girmesiyle sona erecektir.

Tarih: 14 Şubat 2008. Erkeğin o sabah morali limoni, içinde uzun zamandır aklında olanları sevgilisine bugün söyleyip söylememek arasında gidip geliyor. Hava parçalı bulutlu, ha yağdı ha yağacak. Hani konuyu açıp konuşmaya başlasa hiç durmayacak. Kabuğu kaldırsa ince ince kanayacak hem de hep aynı yerden: yüreğinden… İçinde uzun zamandır bir başkasına ait duygular var ama o gül bahçesinden çıkmaya bir türlü cesaret edememiş.

Erkek öğle saatlerinde Ortaköy’deki okulundan bir ders erken çıkıp akşama hediye almak için İstiklâl Caddesi’nin yolunu tutuyor. Caddenin başında o bilindik mağazaya giriyor ve karşısına ilk çıkan bluzu seçiyor. Acelesi var, daha akşam yemeği için hazırlık yapıp eve dönmesi gerekiyor. Tam kasada ödeme yaparken cep telefonu çalıyor ve telefonda annesi, “Eve hırsız girmiş etraf darmadağın,” diyor. Eve vardığında bir köşeye torbasını atıyor ve yere çöküp ağlamaya başlıyor. Daha iki gün bankadan getirip evde kasasına koyduğu biriktirdiği para, babasından hatıra eşyalar hepsi bir anda yok oluveriyor. Kendine gelir gelmez sevgilisini arayıp durumu anlatıyor, hemen ardından da birkaç en yakın arkadaşıyla konuşuyor. Artık sadece aklında akşamki kutlama yerine 14 Şubat’ta başına gelen bu tatsız sürprizden nasıl kurtulacağı var. O akşam en yakın arkadaşı bir çifti de alıp yaşananları biraz olsun unutmak için Kuruçeşme’ye yemeğe gidiyorlar. Ertesi sabah büyük bir hırsla uyanıp bir karar alıyor: “Ne pahası olursa olsun kaybettiklerini geri yerine koyacak.”O günden sonra erkek sevgilisini daha az görmeye onunla geçirdiği vakti bir kayıp gibi düşünmeye başlıyor. Kız her şeye rağmen ona yardım etmeye çalışıp bu zor tempoya ayak uydurmaya çabalasa da erkek çalışmasının meyvelerini görmeye başladığında ona ikinci darbeyi vuruyor. “Ben artık seni eskisi gibi sevemiyorum, kusura bakma…”

Hayatta kimileri kendine eziyet etmeyi sever. Onlara göre sevilen kadın hep uzakta olacaktır, aslolan kavuşmamaktır. Erkek o zamana kadar hep onu sevmeyecek kadınlara aşık olmuş, sevenlerden ise köşe bucak kaçmıştı. Her şey bittiğinde erkek aslında ‘yalnızlık efendi’ ile tanıştığını anladı. Kazandığı tüm başarılar aslında sevdiği kişi yanında olunca anlamlıydı. Sevgilisinin ve tutkuyla tekrarladığı hatasının yaralarını dostlarının yanında sarmaya çalıştı. O zaman anladı ki 14 Şubat’ta hırsız sadece eve girmemiş yüreğine de girmiş ve içindeki sevgiyi çalıp yerine hırsı, öfkeyi koymuştu. O artık her 14 Şubat’ta sevmeyi ve sevdiklerinin yanında olmasına şükretmeyi hatırlayacaktı. Hikâyenin başında dediğimiz gibi sevinç, mutluluk, başarı değil de elimizden gidenler hatırlatıyor bize bizim aslında ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi…

Hayat çok kısa. Üzmeye değmez, üzülmeye gelmez. O zaman sarılın sevdiklerinize, nice 14 Şubat’lara…