Bu hafta ağımıza takılanlar...

Altı milyon insanın inanılmaz bir zalimliğin kurbanı olduğu bir tarihsel olay hakkında ne kadar çok film çekilirse çekilsin az olacağı ortadayken, hele bir de adı geçen filmlerin her biri ayrı bir sinema şaheseriyken böyle tuhaf ve cüretkâr bir tavırla ‘çok fazla’ demek, olsa olsa ideolojik bir algı çarpıklığına işaret eder. Bu çarpıklığın kaynağının derinden akan, adı konmamış, bir tür ‘liberalize edilmiş’ antisemitizm olduğunu görmek de zor değil... Uğur Kutay

İzak BARON Diğer
2 Şubat 2011 Çarşamba

Güncel

“TÜRKİYE, İSRAİL’İN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ MAVİ MARMARA BASKINININ ÜSTÜNE BİR BARDAK SOĞUK SU İÇEMEZ.” İÇEMEZ DE NE YAPAR, NE YAPACAK HEP BİRLİKTE GÖRECEĞİZ

Ama benim aklım hâlâ krizin tam ortasında bir üst düzey diplomatın sözlerinde: “Türkiye, İsrail’in gerçekleştirdiği Mavi Marmara baskınının üstüne bir bardak soğuk su içemez.” İçemez de ne yapar, ne yapacak hep birlikte göreceğiz.

Şu bir gerçek ki İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, yakın, hatta orta vadede normalleşebileceğini ilişkin bir umut var idiyse o da kalmadı.

Üstüne üstlük, İsrail siyasi belirsizlik içinde: Türkiye seçim sürecinin eşiğinde… Bu gibi dönemler, dış politikada dikleşmenin prim yaptığı dönemlerdir. İlişkilerdeki ‘kontrollü gerginlik’te şu ana kadar, her şeye rağmen, ‘kontrol’ ağır bastı. Hatta başarısızlıkla sonuçlansa bile bir ‘barışma’ çabasına bile girişildi. Ancak bu saatten sonra, bu tür çabaları mumla aramak gerekeceği gibi, ilişkilerde ‘gerginlik’ ağır basmaya başlayabilir.

Erdal Güven

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1037838&Yazar=ERDAL

TÜRKİYE’NİN FİLİSTİN SORUNUNDA ETKİN BİR ROL OYNAMASI VE ABD’NİN SORUNA YÖNELİK MUHTEMEL BİR GİRİŞİMİNİN ETKİSİNİN ARTMASI TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNDEKİ İLERLEMEYLE MÜMKÜN OLACAKTIR

Arap ülkeleri ve genel olarak Arap dünyası İran’ın nükleer programından ve izlediği politikadan kaygı duymaktadırlar. Özellikle Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran’a yönelik daha sert önlemlerin alınmasını istemektedir. Bu ülkelerin Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yaptırımlara hayır oyu vermesinden rahatsız olduğu ve Türkiye’nin İran politikasını anlamaya çalıştıkları bilinmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu politikasını oluştururken bu parametreleri ve özellikle Arap ülkelerinin nerelerden tehdit algıladıkları ile ilgili değerlendirmeleri dikkate alması gereklidir. Aynı durum İsrail için de söz konusudur.

Türkiye’nin Mavi Marmara baskını sonrası İsrail ile ilişkileri normalleşmesi için ileri sürdüğü taleplerin İsrail tarafından kısa vadede karşılanması zordur. Bu nedenle ilişkilerdeki mevcut durumun devam edeceği söylenebilir. Ancak ABD ve Arap ülkeleri Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesini istemektedirler. Türkiye’nin Filistin sorununda etkin bir rol oynaması ve ABD’nin soruna yönelik muhtemel bir girişiminin etkisinin artması Türkiye-İsrail ilişkilerindeki ilerlemeyle mümkün olacaktır. Burada en önemli rol ABD yönetimine düşmektedir. ABD, İsrail hükümetinden rahatsızdır. Ancak lobilerin etkili olduğu iç siyasi yapı ABD yönetiminin bir takım adımları atmasını engellemektedir. Bunu ABD’nin İsrail’in raporuna ilişkin değerlendirmesinde de görüyoruz.

Prof. Dr. Kamer KASIM - USAK Başkan Yardımcısı ve AB Araştırmaları Merkezi Başkanı

http://www.usakgundem.com/yazar/1951/-t%C3%BCrkiye-%C4%B0srail-%C4%B0li%C5%9Fkileri-nereye-gidiyor.html

BİBİ’NIN SINIRLARINI AŞIRI SAĞCI BİR İDEOLOJİK TARİHÇİ OLAN BABASI PROF BENZİON NETANYAHU’NUN YANKILANAN SESİ ÇİZİYOR

Öyleyse sorunun cevabı ne? Netanyahu, zeki bir adam; meseleleri kavrama yetisi yabana atılır gibi değil. Potansiyel bir anlaşmanın neye benzeyeceğini gayet iyi biliyor, keza barışın parametrelerinin ne olduğunu da. Filistinlilerin nereye kadar taviz verebileceğini biliyor, dolayısıyla bir anlaşmaya varmamanın sonuçlarının kendisi de farkında olmalı.

Soruyla ilgili kafaları bu kadar karıştıran da tam bu. Bazı Netanyahu uzmanlarının söylediklerini tekrarlayacağım: Bibi’nın sınırlarını aşırı sağcı bir ideolojik tarihçi olan babası Prof. Benzion Netanyahu’nun yankılanan sesi çiziyor.

O uzmanlar, baba yaşadığı müddetçe başbakanın barış yönünde adım atmakta zorlanacağını söylüyor. Baba Netanyahu 100 yaşında ve uzmanlar, Bibi’nin olayın özünü anlamasının ancak babasının ölümünden sonra gerçekleşeceğini söylüyor. Bu tür olayları önceden görme yetim yok. Benim söyleyeceğim şey şu: Muhtemelen Netanyahu da kendisinden önceki başbakanların neredeyse hepsinin başına gelen uyanışı tecrübe edecek. Sorumluluğun ağırlığı ve bu ihtilafın gerçekten çözülebilir olması, onu ileriye doğru itecek. Sadece bir zaman meselesi; umarım ki o süre içinde iki devletli çözüm ihtimali tamamen uçup gitmez.

Bu elbette iyimser bir düşünce. Barışın kilidi bundan önce hiç bu kadar bariz biçimde tek bir insanın elinde olmamıştı. İçinde bulunduğumuz gerçek, işte bu kadar çarpıcı ve hazin.

Gershon Baskin

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=26.01.2011&ArticleID=1037939&CategoryID=132

İSRAİL RAPORUNUN BEKLENDİĞİ GİBİ TEK TARAFLI ÇIKMASI İLİŞKİLERİN GELİŞEMEYECEĞİ ANLAMINA DA GELMEZ

Kısacası İsrail kendi raporunda ne derse desin pek çok hukuk kuralını hem abluka, hem de Mavi Marmara müdahalesi ile ihlal etmiştir. Amerika ya da başka bir devletin İsrail’in raporunu pek beğenmesi ya da gemideki bazı insanların şiddet kullanma eğilimi içinde olması bu gerçeği değiştirmez.

Ancak İsrail raporunun beklendiği gibi tek taraflı çıkması ilişkilerin gelişemeyeceği anlamına da gelmez. BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’nden aldığı görev emri ile aralarında Özden Sanberk’in de bulunduğu panele verdiği yetki kimin haklı ya da haksız olduğunu tespit etmek değil, hazırlanacak ulusal raporlardan hareket ederek iki ülke arasındaki ilişkilerin ne şekilde düzeleceğine bakmaktır.

İsrail kendisini haklı görse bile ilişkilerin düzelmesi özür ve tazminat ile mümkündür. Umarız her alanda yalnızlaşan, Al Jazeera’nın yaptığı son yayınlarla Batı Şeria’daki “çözüm ortağını” da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan İsrail yönetimi Türkiye’nin talebini ciddiye alır, bir an önce özür ve tazminat şartlarını yerine getirerek ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulunur.

Washington da Türkleri aptal yerine koymak huyundan vazgeçer, sözcüleri açıklama yapmadan önce hiç olmazsa BM raporlarına bakmak zahmetine katlanır...

Mensur Akgün

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mensur-akgun/turkel-raporu-kimseyi-sasirtmadi-326181.htm

“İSRAİL YANLIŞLIKLA -ORADA TÜRK DIŞİŞLERİ BAKANI’NIN BULUNDUĞUNU BİLMEDEN- O SIĞINAĞI BOMBALASAYDI VE ORADAKİLER HAYATINI KAYBETSEYDİ, NE OLURDU?”

Emekli olduktan sonra Kemal Kılıçdaroğlu tarafından CHP’ye davet edilen ve Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Osman Korutürk, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bazı girişimlerini eleştirdi. Lübnan’daki hükümet sorunuyla ilgili olarak Davutoğlu’nun araya giriş yöntemini ve özellikle sığınakta Hizbullah lideriyle bir toplantıya katılmasının çok yanlış olduğunu vurguladı. Korutürk, her şeyden önce Türk Dışişleri’nin “başka ülkelerin iç işlerine karışmama” ilkesini anımsattı. Komşularımızda yaşananlara tümüyle kayıtsız kalmak anlamında olmamakla birlikte, Türkiye’nin Lübnan’daki hükümet sorununa bu denli müdahil olmasının doğru olmadığını söyledi. Özellikle Davutoğlu’nun “sığınakta toplantı”ya katılmasının büyük risk olduğunu belirterek, “eğer” dedi, “İsrail yanlışlıkla -orada Türk Dışişleri Bakanı’nın bulunduğunu bilmeden- o sığınağı bombalasaydı ve oradakiler hayatını kaybetseydi, ne olurdu?” Korutürk, İsrail’in bilerek böyle bir saldırıda bulunmayacağını, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nın bulunduğu bir yere böyle bir saldırıda hiçbir ülkenin bulunamayacağını da vurguladı. Ancak bilmeden yapılacak böyle bir saldırının sonuçları düşünülmeden sığınakta toplantıya katılmanın yanlış olduğunu sık sık vurguladı.

Fikret Bila

http://www.milliyet.com.tr/koruturk-ya-israil-o-siginagi-bombalasaydi-/fikret-bila/guncel/yazardetay/25.01.2011/1343668/default.htm

ERDOĞAN’IN BURADA YAPTIĞI TEK ŞEY, HAMAS’I SAVUNMAK UĞRUNA “DEMOKRASİ” ARGÜMANINA SARILMAKTIR, O KADAR

AKP iktidarı gerçekten de bugüne kadar ne Azerbaycan’da, ne İran’da, ne de Mısır’da yapılan şaibeli seçimler için bir şey söyledi. Sudan’daki insanlık dışı olaylar karşısında ses çıkarmadı. Aksine Başbakan Erdoğan “Müslümanlar soykırım yapmaz” diye kestirip attı.

Fakat aynı Erdoğan terör örgütü olarak görmediği Hamas’ı savunma uğruna, bu örgütün “demokratik yollardan seçilmiş” olduğunu her zaman vurgulamaktan hoşlanıyor. “Bunu demokrasiyi sevdiği için söylüyor” diyenler olabilir. Ancak yukarıda aktardıklarımız bile bunu yalanlıyor.

Erdoğan’ın burada yaptığı tek şey, Hamas’ı savunmak uğruna “demokrasi” argümanına sarılmaktır, o kadar. Yoksa gerçekten bölgede demokrasiden yana olsaydı bunu çoktan göstermiş olması gerekirdi. Erdoğan’ın en büyük çelişkisi de bu noktada ortaya çıkıyor.

İsrail çıkışlarıyla Ortadoğu sokaklarında yarattığı “popülist heyecanın” rüzgârına kapılmasına rağmen, kendisi ve iktidarı “istikrar” uğruna hep bölgedeki antidemokratik baskıcı statükocuları destekledi.

İşin ilginç yanı ise, Batı’nın da bugüne kadar Ortadoğu’da bunu yapmış olmasıdır. Özetle “Ortadoğu’da insan hakları ve demokrasi mi, anti demokratik olsa bile, istikrar mı?” sorusuna AKP söylem ve eylemleriyle çoktan yanıt verdi. Şimdi de bunun sıkıntısını yaşıyor.

Semih İdiz

http://www.milliyet.com.tr/akp-ortadogu-da-demokrasiye-sicak-bakiyor-mu-/semih-idiz/siyaset/yazardetay/26.01.2011/1344113/default.htm

RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE HÜKÜMETİYLE NETANYAHU HÜKÜMETİ RUH İKİZİDİR

Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetiyle Netanyahu hükümeti ruh ikizidir, aynı retoriği farklı cümlelerle sürdürmektedirler tıpkı İsrail'in Siyonist medyasıyla Türkiye'nin yandaş liboş medyası gibi; aralarında mükemmel bir mutualist ilişki bulunmaktadır. AKP hükümeti her zora düştüğünde İsrail yardımına yetişmiş ve popülizmle siyasi rant sağlamasına yardımcı olmuştur, karşı taraf için de geçerli bu durum.

Amerika'nın Ortadoğu'daki karakollarının komiserliğini başarıyla yürüten bu iki liderin Amerika'nın ve Amerikan politikalarına yön veren belli başlı örgütlerin bilgisi ve onayı olmadan ne ittifakları ne de anlaşmazlıkları mümkündür ve iki ülke halkı da daha onurlu, ABD politikalarından değil kendi ulusunun çıkarlarından yana taraf olan liderler hak etmektedir.

Melisa Kohen

http://www.haberinyeri.net/filistin-meselesi,-israil-turkiye-iliskileri-ve-amerikan-yahudi-lobisi-5814yy.htm

AHMEDİNEJAD’IN TEHDİTLERİ, İRAN’IN NÜKLEER SİLAHLANMASI CİDDİYE ALINMIYOR

Hitler de umursanmamıştı. Onu kim ciddiye almıştı? Avusturyalı küçük ve başarılı ressamı kim ciddiye almıştı? Herkes ona deli gözüyle bakıyordu. Kavgam kitabını yazdıktan sonra, Nürnberg Yasaları çıkarıldı. Bunu nihai çözüm ve soykırım izledi.

Şimdi aynı hikâye tekrarlanıyor. Ahmedinejad’ın tehditleri, İran’ın nükleer silahlanması ciddiye alınmıyor. Bu, sadece Yahudi devleti ve Yahudi halkına değil, Avrupa Birliği ve medeniyete yönelik tehdittir.

Moshe Kantor - Avrupa Yahudi Kongresi Başkanı

http://tr.euronews.net/2011/01/26/gunumuzde-anti-israilizm-var/

YAHUDİ SOYKIRIMI "EVET AMA..." DİYEREK TARTIŞILMAZ: YANİ "EVET AMA YAHUDİLER DE ŞUNU YAPTI, BUNU YAPIYOR..." FİLAN DENEMEZ

Geçen 70 yılın ardından Yahudi soykırımına dudak bükenler; "olmadı, olsa bile abartılıyor" diyenler var. Çok yanlış, çok! Bırakın kitap okumayı, internette şöyle bir dolaşmak bile, soykırımın boyutunu insana gösterir. Böylesine ciddi bir olayı küçümsemek, tekrarına davetiye çıkarmaktır.

Yahudi soykırımı "Evet ama..." diyerek tartışılmaz: Yani "Evet ama Yahudiler de şunu yaptı, bunu yapıyor..." filan denemez. Soykırımı ancak, "Evet ve..." diyerek tartışabiliriz. Mesela şöyle cümlelerle: "Evet, Avrupa'da yaşayan 9 milyon Yahudi'den 6 milyonu, sistematik bir biçimde öldürüldü ve onlarla birlikte en az 5 milyon kişi daha yok edildi."

Emre Aköz

http://sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2011/01/27/yahudi_soykirimini_nasil_tartismaliyiz

1994 TARİHLİ “SAN REMO EL KİTABI

İsrail, Mavi Marmara’ya müdahalesinin gerekçesini, savaştaki ülkelere ilan ettikleri deniz ablukasını delme niyetini deklare etmiş sivil gemileri önleme hakkını veren, 1994 tarihli “San Remo El Kitabı”na dayandırıyor. Denizdeki çatışmaların uluslararası hukukunu belirleyen bir belge bu...

Abluka uygulamasının, çatışma halinden kaynaklanan bir hak olduğunu ileri sürüyor İsrail.

Türkiye ise İsrail’in Gazze’ye yasadışı bir abluka uyguladığını, bu nedenle Mavi Marmara’ya İsrail karasularının dışındayken müdahale edilmesinin de yasadışı olduğunu söylüyor. Türkiye’nin bu tezinin iki dayanağı var.

Birincisi, Türkiye, Gazze’ye uygulanan kara, deniz ve hava ablukaları aslında işgal niteliğindedir diyor ve bir ülkenin işgal altında tuttuğu bölgeye karşı abluka ilan edemeyeceği hususunun altını çiziyor. İkinci olarak da, Gazze’deki uygulamanın halka karşı kolektif cezalandırma, orantısız zarar verme ve keyfi yaptırımlara başvurma raddesine ulaşmasının, o ablukayı yasadışı hale getireceğini vurguluyor. Mavi Marmara’ya müdahalenin kendisi ayrı bir konu...

Türkiye, “Gemi dümeni etkisiz hale getirilerek durdurulabilir, ya da uyarı ateşi açılabilirdi” diyerek İsrail’in orantısız şiddetine dikkat çekiyor. İsrail ise “Komandolarımız kendilerini savundu” diyor. Türkiye “İsrail hem saldırıyor, hem de kendini savunduğunu söylüyor” diyerek mantık zaafına işaret ediyor. Netice: Görüşlerdeki bu temel zıtlıklar ışığında “Uluslararası Soruşturma Paneli”nin dişe dokunur bir ortak görüş üretememesi, yani girişimin başarısızlığı en büyük ihtimal olarak beliriyor.

Kadri Gürsel

http://www.milliyet.com.tr/-mavi-marmara-nereye-gider-/kadri-gursel/dunya/yazardetay/27.01.2011/1344500/default.htm

ŞİN BET YÖNETİCİLERİ “YAHU BU ADAM NE YAPIYOR? İSRAİL LİDERLERİNİN CAMP DAVİD’DE YAPTIĞI TEKLİFE BİZ BİLE İNANAMADIK AMA ARAFAT REDDETTİ” DİYORLARDI

Artık babamla seyahat edip Arafat ile toplantılara girdiğinden bu adamın medyatik olmaya ne kadar düşkün olduğunu görmüştüm.

Bu adam Filistinli Che Guevera olarak tanınmaya, krallar, başkanlar ve başbakanlarla arkadaş olmaya bayılıyordu. Arafat tarih kitaplarını bir kahraman olarak girmek istediğini açıkça söylemekteydi. Ama ben onu izledikçe, “Evet tarih kitaplarına gireceksin ama kahraman olarak değil, halkının sırtına çıkmak için vatanını satan bir hain, Robin Hood’un tersine fakirden alıp kendi cebini dolduran bir alçak ve Filistinlilerin dökülen kanlarıyla ışıklandırılan bir sahnedeki ucuz bir şovmen olarak” diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Arafat’ı İsrail gizli servisinin gözüyle incelemek de çok enteresandı. Şin Bet yöneticileri “Yahu bu adam ne yapıyor? İsrail liderlerinin Camp David’de yaptığı teklife biz bile inanamadık ama Arafat reddetti” diyorlardı.

Gerçekten de Arafat’a Ortadoğu’da barışın ve bağımsız Filistin devletinin anahtarları verilmişti. O bu anahtarları fırlatıp atmıştı. Sonuçta yolsuzluk ve yozlaşma statükoyu korumuştu.

Her iki tarafta bu kafalar oldukça Ortadoğu’da kan durmaz.

Türk insanlarının da öldürüldüğü Mavi Marmara misyonu Gazze’yi İsrail zulmünden kurtarmak değil miydi? Daha 2000 yılında Gazze’nin tamamı Filistinlilere önerilmiş.

Kabul etmeyen ise Filistin lideri Yaser Arafat... Ortadoğu kumunun petrolle karıştığı kaygan çamurda politika yapmak hele arabuluculuğa soyunmak zor iş.

Güneri Cıvaoğlu

http://www.milliyet.com.tr/siyasetin-zula-lari/guneri-civaoglu/siyaset/yazardetay/27.01.2011/1344525/default.htm

‘AŞIRI MİLLİYETÇİ, SEKTER KİMLİKLERLE NEREYE KADAR GİDEBİLİRİZ?’

Bu açıdan bakıldığında gerçekten linç kavramı gündelikleştiriliyor ve içerdiği sahici şiddet görmezden geliniyor. Oysa bu ‘milli öfke’ ötelemememiz gereken bir sahicilik içermekte. Almanya bu milli öfkeyi yakından etüd etmiş bir toplum. En azından Yahudi soykırımı kurbanlarını anmaya denk düşen bir günde Kurtlar Vadisi Filistin’in gösterime girmesine tam da bu nedenle canlı bir refleks geliştirmiş olabilir. Ancak bu reflekse bakıp sütten çıkmış ak kaşık hallerine bürünmeyelim zira bu milli öfkenin, üstelik şimdiki zamanda bizim toplumuzda da olduğunu saklamaya hacet yok. Bu öfkenin bizi biz olmaktan nasıl alıkoyduğuna tanıklık eden bir sürü kentimiz var ve bunların çoğu da Anadolu’da. Durum gerçekten pek vahim.

Hal böyleyken çok seyredilen popüler kültür ürünlerine düşen, bu milli öfkeyi habire kaşımak mıdır yoksa bir parça zarar etmeyi göze alıp insanca yaşamanın esnek kimliklerle mümkün olabileceği mesajını vermek mi? Keşke ikincisi olsaydı...

Şu soruyu sormayı göze alabilseydi Polat Alemdar ne olurdu sanki: ‘Aşırı milliyetçi, sekter kimliklerle nereye kadar gidebiliriz ?’ Sonra da şöyle cevap verseydi: ‘Ben size söyleyeyim: En fazla başka bir milliyetçiliğin sınırına kadar.’

Kuşkusuz reytingler düşerdi ama belki Türkiye olarak uzun vadede kazanmanın sinyallerinden birini yakalamış olurduk.

Müge İplikçi

http://haber.gazetevatan.com/Haber/355372/1/Gundem

“BU TOPRAKLARI SİZE KİMİN VAAT ETTİĞİNİ BİLMİYORUM AMA BEN SİZE ALTINI VAAT EDİYORUM!”

DININIIIN!

Bütün bunlarla ilgili olarak Türkiye ne yaptı? Demokrasi sevdalısı hükümetimizin, “Ortadoğu’nun biricik erkeği” Başbakan’ımızın konuya ilişkin tavrı nedir peki? Lübnan’da Hizbullah’ın inadını görünce kolaylaştırıcı rolünü askıya aldı ve Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de ayaklanan halklara bir destek mesajı vermekten çekindi.

Filistin’de Hamas’a verdiği desteği bu halklara vermedi. Bana sorarsanız Ortadoğu’nun yükselen güneşi Türkiye projesinin sırları eskisi kadar parlak olmayacak. Çünkü Ortadoğu, büyük bir kadırganın manevrası gibi ağır ağır ve çatırdayarak değişiyor.

Üstelik bu kez ABD’nin kime destek vereceği eskisi kadar önemli değil. Clinton, Mısır rejimine “Gösteriler, reform için fırsattır” mesajını verdi ve Obama, Hüsnü Mübarek’e “Şiddet kullanmayın” dedi. Tabii insan, “Bu gösteriler İran’da olsaydı ABD’nin tepkisi bu kadar kayıtsız mı olurdu?” diye sorup kendi kendine eğlenmeden edemiyor. Fakat mesele şu ki, ABD’li analistler bile Ortadoğu’daki prestijlerinin ilk kez bu kadar düşük olduğunu itiraf ediyor.

Bunun son önemli nedeni, El-Cezire’nin ortaya çıkardığı belgeler. Belgelere göre Filistin yönetimi, ABD ile Goldstone raporu üzerinden pazarlık etmiş. İsrail’in Gazze saldırısında işlediği suçları ortaya koyan Goldstone raporunun Birleşmiş Milletler’e getirilmemesinin nedeninin bu olduğu ortaya çıktı. Falan filan. Durum karışık yani.

Bir daha sorayım: Bu durumlara biz ne diyoruz? Ne diyoruz diye bakınca gördüğümüz tek şey “Kurtlar Vadisi Filistin” filmi. Yeni Tarkan mı desem, yeni Kara Murat mı, bilemiyorum. Ama filmde Polat Alemdar, son derece dublajlı sesiyle, tüm İsrail ordusunu uçan tekmeleriyle mahvetmeden önce, İsraillilere şunu diyor: “Bu toprakları size kimin vaat ettiğini bilmiyorum ama ben size altını vaat ediyorum!”

Dınınııın!

Eğer Polat Alemdar’ın kışkırttığı Türkiye’nin uluslararası vicdanı dirilirse hükümetimiz bütün bu olup bitenlere karşı hakiki bir tavır almak zorunda kalır. Ömer El Beşir’i “Müslümanlar soykırım yapmaz” diyerek kollayan Başbakan’ımız, kim bilir, belki söylediği gibi halklardan yana olur. Yoksa Arap halklarına karşı da “Sokak bizimdir” diyen Türkiyelilere olduğu kadar zalim mi olur? Göreceğiz.

Ece Temelkuran

http://www.haberturk.com/yazarlar/596054-el-sarilin-sokak-bizimdir

AVRUPA’DA YOK EDİLEN VE SÜRÜLEN YAHUDİLER, ORTADOĞU’DA KURDUKLARI İSRAİL’DE DE YİNE YOK EDİLME TEHDİDİ ALTINDADIRLAR

Antisemitizmin günümüzdeki en kolay kılıfı İsrail karşıtı olmakla ete kemiğe bürünmektedir. Bu tespiti ortaya koyarken, İsrail’in tüm politikalarının koşulsuz desteklenmesi ya da benimsenmesini kastetmiyorum. Böyle bir tutumun zaten yaşamda karşılığı olamaz, diğer bir deyimle başka bir ülkeye angaje olmak anlamına gelir.

Ne var ki İsrail’in varlığına karşı olma başlığı, antisemitizmin güncel versiyonu olarak ortada durmaktadır. İslamcı örgütler ve İran “İsrail’i haritadan silme” söyleminde birbirleriyle rekabet etmektedirler. “İsrail’i yok etmek”, antisemit bakışın artık güncellenmiş bir hedefidir. Avrupa’da yok edilen ve sürülen Yahudiler, Ortadoğu’da kurdukları İsrail’de de yine yok edilme tehdidi altındadırlar.

Deniz Tansi

http://www.hasturktv.com/arsiv/1593.htm

FİLMİN GÖRMESİ MUHTEMEL İLGİ DİKKATE ALINDIĞINDA, MAALESEF SEYİRCİDE BIRAKACAĞI DUYGU ‘VANDAL’ BİR ŞİDDET ARZUSU VE UCUZ BİR İNTİKAM İSTEĞİNDEN BAŞKA BİR ŞEY OLMUYOR

Kişisel kanaatim, ‘Mavi Marmara Baskını’ sahnesinin senaryoya sonradan eklendiği, 31 Mayıs’taki bu kanlı baskının üzerinden bir süre geçtikten sonra böyle bir ilişkinin film için yararlı olacağı kanısıyla hareket edildiği ve filmin vizyon tarihinin de bu nedenle ertelendiği. Çünkü, baskın sahnesinden sonra film çok alakasız bir biçimde açılıp ilerliyor ve film boyunca bu baskına dair tek bir cümle kurulmuyor.

Eğer durum böyle ise, bunun açık bir ‘fırsatçılık’ olduğu su götürmez. Ölen dokuz insanın anısını ‘ucuz bir prodüksiyon malzemesine dönüştürmek’ akla, izana ve hiçbir vicdana sığmaz.

Filme dönersek, oyunculuklar için çok fazla söze gerek yok. Necati şaşmaz, Gürkan Uygun ve Kenan Çoban dizide nasıllarsa burada da öyle, ama ‘daha iyi yerlerde’ görmek istediğimiz Erdal Beşikçioğlu’nu bu filmde izlemek biraz burukluk yaratsa da “O da olmasa hiçbir şey yok” dedirtecek bir performans ortaya koyuyor.

Sonuçta bu bir film denilip geçilebilir. Ama filmin görmesi muhtemel ilgi dikkate alındığında, maalesef seyircide bırakacağı duygu ‘vandal’ bir şiddet arzusu ve ucuz bir intikam isteğinden başka bir şey olmuyor.

Peki film Almanya’nın yasaklamasını gerektirecek kadar ‘Yahudi düşmanlığı’ içeriyor mu? Bence hayır. Ama filmin içine sızan söylem, Moşe ve Avi karakterleriyle özdeşleştirilen İsrail devleti algısı Yahudilere karşı bir önyargı oluşmasına katkı sunar mı? Maalesef evet.

Şenay Aydemir

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1038167&Date=28.01.2011&CategoryID=41

BİR ULUSA VE BİR DİNE KARŞI BU KADAR KİN VE NEFRET İÇİNDE OLURSANIZ, BUNU DÜNYAYA ANLATMAKTA DA ZORLUK YAŞARSINIZ

Ama şunu söylemeliyim ki bu film Türkiye’nin başını sıkıntıya sokar. Kurtlar Vadisi Filistin. Çünkü baştan sona kin ve nefret işlenmiş. İnsanın kanını donduran sahnelerle bezenmiş filmden çıkanlar, “Bu kadarı da fazla olmuş” demekten kendilerini alamıyorlardı.

Bu tür filmler elbette çekilecektir. Çekilmelidir de. Türkiye sinema diliyle de olsa zulme karşı gereken cevabı vermelidir. Ancak bir ulusa ve bir dine karşı bu kadar kin ve nefret içinde olursanız, bunu dünyaya anlatmakta da zorluk yaşarsınız.

Amerikalılar da bu tür filmler çekiyorlar. Ama hiç olmazsa filmin sonunda hangi ulustan ve dinden olursa olsun, suç işleyenler, insanlık dışı davrananlar kendi ülkeleri tarafından da lanetleniyor. İyiler iki tarafta da kazanır böyle filmlerde. Oysa bu film hiç bitmeyecek kanlı bir savaşı körükler nitelikte. Şaşmaz Kardeşler sanıyorum biraz gişe için böyle bir film çekmişler. Doğru yapmamışlar. Umarım bu yöndeki eleştirileri olgunlukla karşılarlar.

Filmin mantık kurgusu ile ilgili söylenecek çok şey var. Ama onu film eleştirmenlerine bırakmanın doğru olacağını düşünüyorum.

Can Ataklı

http://haber.gazetevatan.com/turkiyenin-basini-agritir/355409/8/Magazin

KORKULACAK BİR ŞEY YOK, SİNEMA SALONLARINDA ASAYİŞ BERKEMAL

Irak’ta başımıza çuval geçirildiğinde, öcümüzü almaya koşuyor Kurtlar Vadisi. İsrail Mavi Marmara’yı haydutça bastığında, Polat Alemdar ve adamlarına düşüyor intikamımızı almak.

Süper sinema rüzgârı estiriyorlar.

Seyirlik ama tek kusuru yavan bir anlatım dili kullanması. Detaylarda zayıf, kestirmeden gidiyor hikâye, en kısa yoldan; derine işlemiyor. Köpüklü, hayli köpüklü çatapat tadı bırakıyor damakta.

Yine de Amerika’daki Yahudi lobisine rahatsızlık veriyor. İsrail sefareti tepkili. Nazi kompleksiyle malul Almanya yasak getiriyor.

Hak ediyor mu bu kadar tepki görmeyi? İzledim ve cevabım kat’i: Hayır. Fazla ciddiyet atfetmek olur. Mesajı doğru, dili sorunlu; hepsi bu. Korkulacak bir şey yok, sinema salonlarında asayiş berkemal.

Akif Beki

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1038304&Yazar=AK%C4%B0F

FİLME BİÇİLEN "FİLİSTİN DRAMINI TÜM DÜNYAYA DUYURMA" MİSYONU HAVADA KALIYOR

Filmin, çokça konuşulan "Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilere nasıl etki edeceği" meselesine gelince... İşin aslı, iki devlet arasındaki ilişkilerin şu sıralar çok da iyi olmadığı herkesçe malum. Filmin bu konuda olumlu bir katkı yapmayacağı açık. Ancak böylesine 'diplomatik' bir mevzuda filme olumlu ya da olumsuz bir rol biçmek pek sağlıklı olmaz. Kurtlar Vadisi-Filistin'in esas sorunu, Mavi Marmara özelinde Filistin meselesini, Polat Alemdar'ın yeni macerası için zemin olarak kullanması. Filme biçilen "Filistin dramını tüm dünyaya duyurma" misyonu havada kalıyor. Niyet bu olsa da perdeye yansıyan, Polat'ın 'Irak'tan sonra Filistin'de gösterdiği 'kahramanlıklar'dan ibaret. Ayrıca, Mavi Marmara'da ölen 9 kişinin 'intikamını' almak için Filistin'e giden Polat, yüzlerce Filistinli sivilin ölmesine sebep oluyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1085376&title=vadim-o-kadar-kanliydi-ki

“İSRAİL ORDUSUNU TEK BAŞINA YOK ETTİN, SAÇIN BİLE BOZULMADI”

2 saatlik film boyunca Polat Alemdar, her 30 saniyede bir İsrail askeri öldürüyormuş. Ciddi skor! “Türkler uçuyor” özdeyişinin cismanileşmiş hali...

Filmde Mavi Marmara’yı basan komutanı öldürmek üzere İsrail’e (pardon Filistin’e) giden Polat, iki arkadaşıyla birlikte ve bir çelik yelek ihtiyacı bile duymaksızın İsrail karargâhını basıyor, askeri hapishaneye tankla dalıp mahkûmları salıyor, karşısına çıkan bütün askerleri beyninin ortasından vuruyor.

Rolün sahibi Necati Şaşmaz önceki gece NTV Ana Haber’de konuğumdu.

“İsrail ordusunu tek başına yok ettin, saçın bile bozulmadı” dedim.

Güldü. İsrail’e çok güç atfettiğimizi, gözümüzde çok büyüttüğümüzü, depremi bile ondan bildiğimizi söyledi.

“Biraz da bunu kırmak, İsrail’in yenilmez olmadığını kanıtlamak istedik” dedi.

Can Dündar

http://www.milliyet.com.tr/polat-in-is-yuku-artiyor/can-dundar/guncel/yazardetay/29.01.2011/1345526/default.htm

O AKŞAM, YAHUDİ OLSUN, OLMASIN; BÜTÜN KADINLAR TÖRENİ ÜST KATTAKİ LOCALARDAN İZLEDİ

Acıların mekânı Neve Şalom'daki törende gözüme çarpan bir ayrıntıya değinmek isterim...

Yahudilikteki kadın-erkek ayrımını bilmeyen çoktur: O akşam, Yahudi olsun, olmasın; bütün kadınlar töreni üst kattaki localardan izledi.

Buradan ilginç bir tartışma çıkabilir: Aslında bu dini bir tören değildi. Yani Yahudilik dininin bir emri yerine getirilmiyordu.

Birleşmiş Milletler'in kararı, dini olmayan (ki olamaz), yani "seküler" (din-dışı, dünyevi) bir karardı.

Peki, madem "seküler" bir tören yapılıyordu; neden kadınlar ve erkekler ayrılmıştı?

İşte tam bu noktada önemli bir gerçek devreye giriyor: Yahudilikte din ve millet, bir ve aynı şey.

Elbette az sayıda da olsa, Tanrı'ya inanmayan, dini reddeden Yahudi var. Hatta onlardan bazıları, "Yahudi'yim ama Musevi değilim" diyor.

Ancak bu marjinal bir durum. Yahudilik hem bir kavmin, hem de bir dinin adı.

Dolayısıyla "seküler" olması beklenen tören, ister istemez "dini" bir boyut kazanıyor. Mekân olarak da, faraza Kongre Merkezi değil de, bir sinagog tercih edilince, olay iyiden iyiye dinselleşiyor.

Sonuç: Kadınlar locaya!

Emre Aköz

http://sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2011/01/29/soykirim_torenini_kadinlar_niye_locadan_izledi

“YAHUDİ SOYKIRIMINA DAİR FİLMLER GÖRMEKTEN BIKTIM ARTIK!”

Vallahi ben de bıktım, ama soykırım filmleri izlemekten değil, yukarıdaki son derece saçma ve temelsiz lafı duymaktan! Çünkü eğer soykırımlar üzerine araştırma yapan, bunun için yazılı ve görsel literatürü baştan sona tarayan biri değilseniz, sıradan bir Türkiyeli seyirci olarak ömr-ü hayatınızda izlemiş olabileceğiniz toplama kampları ve Yahudi soykırımıyla ilgili film sayısı 20’ye zor ulaşır -2. Savaş’la ilgili olup da soykırıma ucundan kıyısından değinen filmleri saymıyorum. Gece gündüz bulduğu her fırsatta sürekli film seyreden ben bile izlediklerimi saydığımda –buna piyasada kolay kolay bulunamayacak bazı belgeseller de dahil- en fazla 25-26 rakamına ulaşabiliyorum, varın siz kendi seyir deneyiminiz üzerinden hesaplayın.

Peki ne oluyor da sinemayı çok sevdiği belli olan genç insanlar, aslında konuyla ilgili kaç film izlediklerini saymaya bile gerek görmeden sürekli bu ezberlenmiş gibi görünen şikâyeti dile getiriyorlar? Yahudi soykırımına dair en popüler filmlerin son 15-20 yılda yapılmış olması bunun nedenlerinden biri olabilir belki; Amen, Taraf Tutmak, Piyanist, Hayat Güzeldir, Schindler’in Listesi gibi filmlerin yarattığı bir ‘çok fazla’ yanılsaması... Ama altı milyon insanın inanılmaz bir zalimliğin kurbanı olduğu bir tarihsel olay hakkında ne kadar çok film çekilirse çekilsin az olacağı ortadayken, hele bir de adı geçen filmlerin her biri ayrı bir sinema şaheseriyken böyle tuhaf ve cüretkâr bir tavırla ‘çok fazla’ demek, olsa olsa ideolojik bir algı çarpıklığına işaret eder. Bu çarpıklığın kaynağının derinden akan, adı konmamış, bir tür ‘liberalize edilmiş’ antisemitizm olduğunu görmek de zor değil...

Uğur Kutay

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187091626&news_code=1296310415&year=2011&month=01&day=29

ORTADAKİ TEK GERÇEK, HER GÜN ONLARCA UÇAKLA TÜRKİYE’YE GELEN İSRAİLLİLERİN ARTIK GELMEDİĞİ

Ancak görüldüğü kadarıyla İsrail bu konuda yalnız değil. Amerika da İsrail’e destek verdi ve “rapor doğrudur” açıklaması yaptı.

Bizim yaptığımız ise yine hiçbir yaptırımı olmayan “iri sözler” söylemekten ileri gidemedi. Ki zaten Mavi Marmara olayından bu yana sadece esip gürlüyoruz, ortada bir şey yok.

Hatta tam tersine, İsrail basını ikide bir “Türkiye arayı düzeltmek için çaba harcıyor, İsrail hükümetiyle ilişki kurabilmek için arabulucular koyuyor” haberleri yayınlıyor.

Bu haberlere karşı Türkiye’nin ikna edici ve mantıklı bir açıklama yaptığını bugüne kadar duymadık.

Bunu duymadığımız gibi İsrail’e ne gibi yaptırımlar uyguladığımız da bilinmiyor. Ortadaki tek gerçek, her gün onlarca uçakla Türkiye’ye gelen İsraillilerin artık gelmediği.

Bunun dışında ticaretimiz de, askeri ilişkilerimiz de, diplomatik ilişkilerimiz de aynen devam ediyor. İlişkilerde hiçbir azaltma yapmayacaksınız, diplomatik ilişkiyi kesmeyeceksiniz, İsrail’in bulunduğu toplantıları boykot etmeyeceksiniz, ticaretiniz aynen devam edecek, ama iç politikada prim yapmak için sanki dünyanın “İsrail’e kafa tutabilen tek ülkesi” gibi davranacaksınız.

Dediğim gibi, dünyanın umurunda değil bu durum ama Türkiye’de geniş bir kesim Türkiye’nin gerçekten İsrail’i zora soktuğunu sanıyor.

Can Ataklı

http://haber.gazetevatan.com/Haber/355850/1/Gundem

ERDOĞAN LİDERLİĞİNDE Kİ TÜRKİYE’NİN DE, GÖZÜKTÜĞÜ KADARI İLE BÖLGEDE – TEK YUMRUĞU – İSRAİL’E KARŞI AĞIR ELEŞTİRİLERİ

Takıntılı AKP taraftarları Türkiye’yi, bölgenin yükselen yumuşak gücü olarak görmekteler. İsrail’e sövüp, Arap dünyasında ‘star’ olmak böyle bir algı yarattı. Ancak Erdoğan hükümeti, bölgenin zafiyetlerini her ne kadar popülizm güderek başarıyla kullanmış olsa da, Ortadoğu gibi bir coğrafyada zemin hızlı kayar. Yumuşak yüzünüz dışında, görüşelim-öpüşelim-barış içinde yaşayalım tarzından safi bir iyi niyet misyoneri gibi sunar iseniz, gücü kaybedersiniz. Başbakan Recep Tayip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin de, gözüktüğü kadarı ile bölgede – tek yumruğu – İsrail’e karşı ağır eleştirileri. Ama Beyrut’ta telefonla son bir haftadır konuştuğum yetkililer, akademisyenler ve meslektaşlarım, Hizbullah’ın dediği kadar Refik Hariri’yi İsrail’in öldürdüğüne - kimsenin - itibar etmediğini söylüyorlar. O halde, Türkiye’nin, Lübnan krizinde ki acil görüşme trafiğinden bir sonuç çıkmayınca kime ne diye sitem ettiğini merak etmiyor musunuz?

Tülin Daloğlu

http://www.hasturktv.com/arsiv/1589.htm

Netten okuyun /tıklayın

Mavi Marmara Saldırısına İki Farklı Bakış: Türkiye ve İsrail Ulusal Raporları – CEREN MUTUŞ

http://www.usakgundem.com/yazar/1945/mavi-marmara-sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1na-%C4%B0ki-farkl%C4%B1-bak%C4%B1%C5%9F-t%C3%BCrkiye-ve-%C4%B0srail-ulusal-raporlar%C4%B1.html

İnce Ayarların Önemi – SOLİ ÖZEL

http://www.haberturk.com/yazarlar/595166-ince-ayarlarin-onemi

Hayatta kalan Nazi kurbanları giderek azalıyor

http://www.dw-world.de/dw/article/0,,14798088,00.html

Muhafazakârların ‘Kanuni’yi sevmeyen’ kahramanı – NURAY MERT

http://www.milliyet.com.tr/muhafazakarlarin-kanuni-yi-sevmeyen-kahramani/nuray-mert/yasam/yazardetay/30.01.2011/1345832/default.htm

Son seksen doksan yılda yaşananları düşünecek olursanız, kendinizi biraz dışlanmış gibi hissetmeniz için bir takım gerçeklikler var – MARİO LEVİ

Tabiî ki az olmanın getirdiği durum daha önemli. Çünkü karşınızda büyük bir güç varmış gibi hissediyorsunuz. Ama şunu da unutmamak lazım, bir takım tarihsel veriler de var. Son seksen doksan yılda yaşananları düşünecek olursanız, kendinizi biraz dışlanmış gibi hissetmeniz için bir takım gerçeklikler var. Şöyle bakalım; İstanbul'da 1920'li yıllarda Yahudilerin nüfusu 80 binin biraz üzerindeyken, şimdi 18 bin. Bu bir şeyler kaybedildiği anlamına geliyor. Zaten bir takım kayıp duygularıyla yaşıyorsunuz ve bu başka kültür ortamlarında yaşayanlar için de aynı şey söz konusu.

http://yenisafak.com.tr/Pazar/?i=300507

Ortadoğu'daki dip sarsıntısı – METE ÇUBUKÇU

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1038366&Date=31.01.2011&CategoryID=42

Yad Vaşem fotoğraf arşivi

http://collections.yadvashem.org/photosarchive/en-us/photos.html?WT.mc_id=fb

Yahudi devlet çağdaş olmanın bilimsel, teknolojik ve özgürlükçü boyutlarını bilinçlendirip yerine getirdiği için, dinciliğe karşı çağdaş bir görünümü var

“Çağdaşlığa giden yol tekdir. Bilimsel ve teknolojik üretimde dünya ile eşitlik”

“Sabahtan akşama kadar laikçilik üzerine safsata üretenler dünyanın politik tarihinde ve bugün İslam ve Yahudiler dışında, dine dayalı devlet görmüyorlar. Kaldı ki Yahudi devlet çağdaş olmanın bilimsel, teknolojik ve özgürlükçü boyutlarını bilinçlendirip yerine getirdiği için, dinciliğe karşı çağdaş bir görünümü var. İsrail’in adam başına geliri Batı’nın petrolcü ortaklarından daha fazla”

“İslam aydınlarının bütün dertleri kendi halkların modernleşmenin Kuran’a karşı olmadığını, bunun için de İslam’ın ve Kuran’ın şöyle yada böyle yorumlanması gerektiğini söylemek olmuştur. Oysa sorun İslamın çağdaşa göre yeniden yorumu değildir. Çağdaş denilen olgu bilimsel, teknolojik ve dine referans vermek zorunda olmayan bir özgür düşünce hakkının kabul edilmesinden ibarettir.”

Bülent Kuşoğlu

http://turktime.com/yazar/Bir-Kitap-“Cagdaslasma-Sancilari”/11235

Yıkmanın ve yaratmanın diyalektiği – HALİL TURHANLI

1926 yılında Nürnberg’de Polonyalı yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Metzger, toplama kampına götürülen anne-babasını bir daha hiç göremedi. Küçük erkek kardeşiyle birlikte Yahudi çocuklarını soykırımdan kurtarmaya çalışan gönüllülerce Londra'ya getirildi. Savaş yıllarında gerçekleştirilen çocuk nakli (Kintertransport), bir zamanlar Amerika'da köle siyahları güney eyaletlerinden kaçırmak, kaçak kölelere sığınma sağlamak için yürütülen yeraltı demiryolu çalışmalarına benzeyen bir girişimdi.

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1275385070&day=25&month=01&year=2011

Ve yine göç: Nessim Haleva Lübnan'a, Nessim Kohen İsrail'e göçer... İsak Kohen İstanbul'da kalır... – ROZ KOHEN

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2445-roz-kohen-ve-yine-goc-nessim-haleva-lubnan-a-nessim-kohen-israil-e-gocer-isak-kohen-istanbul-da-kalir.html

Sefarad mutfağı ve Ladino dilinin tatlı-ekşi yolculuğu - AYLİN ÖNEY TAN (İngilizceden çeviren: Aslı Kutay Yoviç )

Türk lokumlu empanadas mı, lokumlu borekitas mı? Sefarad mutfağı ve Ladino dilinin tatlı-ekşi yolculuğu

http://www.hasturktv.com/hakkimizda/1604.htm

TÜRK YAHUDİLERİ'NİN EN BÜYÜK SÖZLÜ ARŞİVİ

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/01/28/turk_yahudilerinin_en_buyuk_sozlu_arsivi

Arşivden

İki Vatan 1 İnsan – BATYA RUSO GALANTİ

http://www.konumankeni.com/skoseler/batyarusogalanti24.html