Çınar ağacı

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
22 Ocak 2011 Cumartesi

Aile büyüklerini çınar ağaçlarına benzetiyorum ben. Yıllara meydan okuyan, kararlı, köklü, dimdik; ama bir o kadar güvenli ve rahat duruşlarıyla… Güngörmüş, çok tecrübe biriktirmiş, anlatacak çok hikâyesi olan, vereceği örneklerle ve yaşanmışlıklarıyla bize serin gölgeler sağlayan çınar ağaçlarına…

Ailemizde bir çınar daha devrildi.

İkinci Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde onlu yaşlarının sonunda olan, Kosova topraklarında ayakta kalma mücadelesi vermiş, o toraklarda yaşayanların deyimiyle, önce Türkiye zamanını, sonra Komünistlerin işgalini, daha sonra Sosyalist düzene geçişi tek tek görmüş büyük dayım, tüm birikmişlerini aldı götürdü dün gece, sessizce…

Gölgesiz kaldık.

Haksızlığı, kaybı, kazancı, zaferi, başarıyı tatmış yüreği hayatın uzunluğu karşısında daha fazla dayanamamıştı.

Kosova’ya her yaz yaptığımız ziyaretlerde mutlaka onu da görür, onunla uzun uzun sohbet ederdik. İkinci Dünya Savaşı’nın karmaşasında sıkışıp kalan eski Yugoslavya’da çiftlik sahibi olan dedem ve O, askerlerin kasabanın ileri gelenlerini topladıklarını duydukları günün akşamında büyük çiftlik kapılarından çıkıp karanlıkta gözden kaybolmuşlar. Annem evden çıkarken babasının yüzündeki ifadeyi o zamanlar çok küçük olmasına rağmen hiç unutmamış. Yanında “ağabey” dediği amcasının oğluyla giden babasını bir daha göremeyeceğini düşünmüş çocuk kalbi... On gün onlardan haber çıkmamış. On günün sonunda Balkanların sert, çetin kışına, dağların koşullarına dayanamayıp geri dönmüşler. Üstelik tifoya yakalanmış bir şekilde…

Dedemi yaşı ilerlemiş sayıldığı için içeri almamışlar; ama büyük dayımı henüz gencecik bir delikanlı olduğu için gelir gelmez tutuklayıp hapse atmışlar. O dönemde kasabanın ileri gelenlerinin Komünist Parti’de olma zorunluluğundan dolayı yakın akrabalardan birinin ricasıyla serbest kalmış bir süre sonra.

Geçen yaz anlatıyordu: “Bana bir şey yapmadılar; ama bu gözler neler gördü bir bilsen kızım, savaş kadar acı bir şey yoktur, insanın yakınlarının gözlerinin önünde öldürüldüğünü görmesi ve hiçbir şey yapamaması dayanılmaz bir acıdır. Ama insan ölmüyor işte, bir şekilde yaşıyor, hayatta kalıyor, yeniden gülmeyi hatırlıyor. Biliyorsun babam belediye azasıydı, savaş başlar başlamaz, önce onu aldılar evden. İki askerin arasında gidişi, hâlâ gözlerimin önündedir. Sonra eşyaları geldi bir sabah. Kurşuna dizmişlerdi babamı. O gün evin erkeği ben oldum. Sonra da dedenle dağa kaçtık bizi de almasınlar diye. Savaş, ailemizin düzenini bozdu, geceleri eve aniden baskın düzenler, silah ararlardı. Büyük teyzelerini dolapların içine, yorganların arasına saklardık. Küçükler, annelerinin eteklerinin dibinde, evin yağmalanmasını izlerdi. Annene sor, o hatırlar.”

Annem hayal meyal hatırlar o günleri…

Hayatın en zor günlerinde onlara ağabeylik yapmış, büyük kuzen, o koca çınar devrilip gittiğinde düşündüm.

Hayat ne garipti, ne acımasız, ne vefasız, ne karşılıksız sevilen, ne kendini bilmez bir düzendi! İnsanları alıyordu aramızdan, onca hikâyeyi, onca yaşanmışlığı bir anda silip süpürüyordu gözümüzün yaşına bakmadan.

Onun tüm sakinliğiyle, çok şey görmüş gözleriyle, avurtları çökmüş yüzüyle, küçülmüş ama dipdiri parlayan kahverengi gözleriyle, yumuşak sesiyle,  başında lacivert kepi, arkasında bağladığı elleriyle sonsuza kadar hatırlayacağım.

Güle güle koca çınar…