İzmir’de seçimsiz seçim

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
5 Ocak 2011 Çarşamba

Görünen köy kılavuz istemezdi. İzmir Yahudi toplumunda seçim sisteminin değişmesi ile 2004 yılında başlayan ayrışma, 28 Kasım genel kurulunda bir kez daha kendini gösterdi.

2004 genel kuruluna 400 üye katılmıştı.

2007 genel kuruluna 200.

2010 genel kuruluna ise 100!...

(On bir asil, üç yedek, üç denetici ve yakınları dahil!..)

Yaş ortalaması yüksek İzmir Yahudi nüfusunun 1300-1400 civarında olduğu ve 18 yaşından büyük kadın-erkek herkesin oy kullanma hakkı olduğu düşünülürse, muhtemel 1000 seçmen hesabı ile katılım yalnızca %10!...  (Hata ve unutma müstesna!..)

***

Buralara nasıl gelindi?

Bilmeyenler için kısaca özetleyelim. 2004 yılı bahar aylarında yapılan genel kurul toplantısında, seçim sisteminin, asırlardır uygulanan her çalışmak isteyene açık çarşaf liste sisteminden, ‘yönetim kurullarının uyum içinde çalışabilmeleri!’ için tulum liste sistemine geçilmesi yönünde beklenmedik bir önerge verilmişti. Ortalık karışmış, toplum üzerinde güçlü yönlendirici etkisi olan önceki başkanın öneriyi sahiplenmesi ile öneri kabul edilmişti.

Amacın hedefini aşacağı öngörülememiş, toplumun temelini oluşturan bireylerin seçme ve seçilme haklarının yok edilmekte olduğu fark edilememişti.

O günden bu yana gelinen nokta ortada!..

***

Katılım grafiğinin vermekte olduğu mesaj irdelenirken, son genel kurulun ortaya koyduğu üç önemli sonucu da birlikte değerlendirmek gerekir. 

 - Üyelerin “aidiyet duygusu ile” söz alarak farklı konuların tartışıldığı 2-3 saat süren genel kurulların, bir/ iki görüş ileten üye dışında söz alan olmadığı için bu kez yerini 45-50 dakikada biten bir toplantıya bırakması.

- Seçim?.. Seçim olmaması!.. Önergenin kabulünden bu yana olduğu gibi, genel kurul üyelerine bir kez daha “seçme hakkı” sunulamaması!..  

- Onursal Başkan’ın nezaketle hatırlattığı, 2004 genel kurulunda alınmış olan “bir başkanın iki dönemden fazla başkanlık yapmaması” konusundaki genel kurul kararının, divan başkanlığınca adeta önemsizleştirilerek dikkate alınmaması!..

***

Bir de toplantı sonrası seçmenlerin tepkilerine kısaca bir göz atalım.  

- Onursal Başkan’ın, 2004 yılında alınan (var olmayan) tüzük (yazılı olmayan) kararını hatırlatmasına rağmen, Divan Başkanı’nın “listenin kabul edilmesi halinde o kararın da değiştirilmiş olacağı” gibi ironik bir yaklaşımla oylamaya geçmesine duyulan tepki ön plandaydı. Seçmenler, divan başkanlığının konuyu tek karar mercii olması gereken genel kurula sunarak tartışmaya açmamasını, salonda hazır bulunan onca üyeyi yok sayan, etik dışı bir davranış olarak değerlendiriyor ve içlerine sindiremiyorlardı.

- Karar değişikliğinin, kendilerine sunulan tek listeyi zaten kabul etme zorunluluğunda oldukları oylamaya bağlanmasını ise, bir köşeye sıkıştırma, bir baskı, İzmir toplumuna yakışmayan bir davranış olarak görüyorlardı.

Seçme ve seçilme hakkımız kalmadı... / Bizi neden çağırdılar ki? / Daha da olsa gelmem... / Bu bir Politbüro yönetimi... / Oligarşi! / Monarşi! / Bizi sildiler, kisba da istemezler artık... vs... vs... vs... Tepkileri dizi dizi sıralamanın kimseye faydası yok.

Eski bir yöneticinin değerlendirmesi ise oldukça düşündürücü idi. Onursal Başkan’ın yaptığı hatırlatmayı kastederek “İşte tam o aşamada, divan başkanlığı konuyu asıl sahipleri olan genel kurula bırakarak tartışılmasını sağlasaydı, belki de şimdi tüm sorunlarımızı çözmüş olacaktık!..”

***

Haklı da olsalar kimsenin kimseyi suçlamaya hakkı olmadığını düşünüyorum.

Herkesin birbirini yakinen tanıdığı İzmir’de toplum bireylerinin değer yargıları farklıdır. Tartışmayı sevmezler! Yarın tekrar bakacakları yüze, tatsız söz söylemezler! Ancak, insanın, yalnız gerçeğin ne olduğunu bilmesi ve şikâyet etmesi yeterli değildir. Doğruyu istemesi ve yapması da gereklidir. İzmir toplumu nedense bunu yapmıyor! Seçim sisteminin düzeltilmesi için Nisan sonlarında yapılan olağanüstü genel kurula bile katılmıyor. Polemiklere girmek yerine “ne haliniz varsa görün!..” dercesine tasvip etmedikleri ortamdan uzaklaşmayı tercih ediyorlar.

***

Tüm bu tepkilere rağmen hiç kimse seçilen yönetime karşı değil! Aksine; iki dönemdir büyük bir özveri ile görev yapan başkan ve yönetim kurulu üyelerini herkes çok takdir ediyor. Görülen o ki, yarın çarşaf liste ile yeni bir seçim yapılsa, tek bir fire bile verdirmeden aynı kadroyu defalarca ve defalarca seçmeye hazırlar. Kısacası tepki kesinlikle kişilere yönelik değil.

Tepki, bir toplum bireyi olmanın en doğal hakkı olan “seçme ve seçilme” haklarını iç eden, bireylerin aidiyet duygularını yok edip onları iterek uzaklaştıran, ayrışmaya zorlayan sisteme...

Tepki, aslında değer verdikleri, ancak oyları ile seçerek gerekli değer ve saygınlığı fiilen yükleyemedikleri yönetim kurulunun sistem nedeni ile saygınlık kaybetmesine...

Tepki, “toplumun hoşnutsuzluğu”, “bireylerin yönetimden uzaklaşması”, “kaybedilmekte olan toplumsal birliktelik” gibi son derece pahalı ve telafisi zor değerlerin, “yönetim kurullarının uyum içinde çalışabilmeleri...” gibi son derece ucuz ve hafif bir getiriye tercih edilmesine...

Tepki, rahatsızlığın ve eksiklerin önceden bilinmesine rağmen görmezden gelinip önlem alınmamasına...

Tepki, tüzüksüzlük nedeni ile oluşan kuralsızlığa, başıboşluğa...

Tepki, kendilerini kucaklamayan düşünce ve davranışlara...

***

Bir özdeyiş vardır. Eğer güzelliği içinizde taşımıyorsanız, dünyanın neresine giderseniz gidin onu bulamazsınız!

İzmirliler güzelliği yüreklerinde taşırlar. Vefalıdırlar. Geleneklerine bağlıdırlar. Yöneticilerine her zaman saygı ve güven duyarlar. Bu güvenleri nedeni ile, başkan ve yöneticilerinin desteklediğini görmedikleri veya onların doğrudan önermedikleri değişimlere kolay kolay onay vermezler!

Davranışlarının anlamlandırılmasında nedense güçlük çekilen bu güzel toplumun, büyük bir zarafet ve kararlılıkla vermekte oldukları “İzmirce” mesajı algılamak çok mu zor?

Yeni yılın tüm insanlığa sevgi ve barış getirmesini diliyorum.