İZEL ROZENTAL ile Sinagogdan sanat merkezine dönüşümün hikâyesi

Türk Musevi Cemaati’nin geniş topluma açılan en önemli pencerelerinden biri olan Schneidertempel, 11 yılı geride bıraktı. Bu süre zarfında neler yaşandığını  Sanat Merkezi’nin danışmanlarından ve Dr. Markus  Kültür ve Sanat Derneği Başkanı İzel Rozental aktardı

Ester YANNİER Toplum
5 Ocak 2011 Çarşamba

Aşkenaz Cemaati’ne bağlı olan Schneidertempel’ın Sanat Merkezi’nin  danışmanlığı ile Dr. Markus Kültür ve Sanat Derneği’nin başkanlığını da yürüten İzel Rozental ile Schneidertempel’ı ve toplumun sanata yaklaşımını  konuştuk…

Rozental, Schneidertempel’ın Sanat Yönetmenliğini Tan Oral ve Handan Önel  ile birlikte yürütüyor…

Schneidertempel hikâyeniz nasıl başladı?

Dönemin Aşkenaz Cemaati Başkanı Mario Frayman, Schneidertempel‘ın içini ilk gösterdiğinde, Aşkenaz Cemaati’nin yönetim kurulundaydım. Henüz hiçbir konuya vakıf değildim. Bir gün toplantıda Frayman “üst katı ne yapalım?” dedi. O güne kadar toplantı yaptığımız yerin üst katından haberdar değildim.  Birlikte yukarı gittiğimizde inanılmaz bir mekân ile karşılaştım. Üç boyutta, dar fakat yüksek…  İbadethane için çok sade bir görüntüye sahip bu mekândan çok etkilendim.  Yıl 1997-98.  Başkan inisiyatifini kullanarak, yıkılmak üzere olan ibadethaneyi onarmayı düşündüğünü söyledi.  Orijinaline sadık kalınması konusunda hassas davranmak gerektiğini düşünerek, mimar ve sanatçı arkadaşlarımı Schneidertempel‘ı göstermek üzere davet ettim. Mekâna girdiğimizde yüzlerinde, ‘burada nasıl böyle bir yer olabilir’ ifadesini gördüm. Zira bitişik nizam binaların hepsinin dış cepheleri metruk haldeydi;  ne var ki Schneidertempel’in içerisinde adeta zenginlik gizliydi. Ana kapısından girildiğinde çarpıcı bir mekân… Aykut Köksal, Behiç Ak ve Tan Oral ile bir proje hazırladık ve yönetim kuruluna sunduk. Yönetim kurulumuz takdire şayan bir karar alarak, ciddi bir fon ayırdı. Onarımı yapıldı. Projenin ses getirmesi için –  arkadaşlarım da karikatürist olduğundan – ‘ilk kez bir sinagogu topluma bir karikatür sergisi’ ile açılsın ve ‘bu sergide inançlar sorgulansın’ dedik... Çok zor bir projeydi…  Yönetim kurulunun da desteğini aldık. Birkaç ay işimden feragat ederek çalışmaya giriştim. Dünyanın tanınmış 100 karikatüristine ‘yeni bin yılın eşiğinde inançları, çizimlerinizle, karikatürlerinizle sorgulayın ve bir yapıtınızı yollayın.  Bu topluma yönelik, bir sinagogun açılış sergisi olacak’ dedik.

Dünyanın dört bir yanından büyük katılım aldık. Hatta davet etmediğimiz bazı çizerler de yapıtlarını gönderdiler. 600’ün üzerinde bağış eser aldık.  Aykut Köksal, Tan Oral, Behiç Ak, İrvin Mandel, Maria Yerasimos, Ohannnes Şaşkal, Doğan Hızlan, rahmetli Ferruh Doğan‘ın da yer aldığı, her dinden insanın bulunduğu  bir komite oluşturduk. Limitlerimizi aşmamak adına çok ciddi çalıştık, zira din hassas bir konu...

Schneidertempel‘ı mekân olarak açtıktan birkaç yıl sonra tuhaf diye nitelendirebileceğim bir tesadüf oldu;  halam vefat etti, yengem eşyalarını toparlarken,  birtakım eski fotoğraflar ve belgeler buldu. Bir kısmını müzeye bağışladım. Bunların arasında dedem ile babaannemin düğün davetiyesi vardı;  1908’de ve Schneidertempel’da… Amcamın brit mila davetiyesi yine Schneidertempel’da. Mekân, terzi loncası, Tofre Begadim/ Terziler Sinagogu olarak geçer. Biraz daha aristokrat olan Aşkenazlardan ayrılmak için kurdukları çok sade ve yalın bir sinagog. Dedem gömlek dikerdi, boynunda mezura ile gezerdi.  Bu durum beni daha da mekâna bağladı.  O gündür, bu gündür görevimi Aşkenaz Cemaati’nin katkılarıyla sürdürüyorum.

Günümüzde Schneidertempel Sanat Merkezi’ni nerede görüyorsunuz?

İlk açılışı Mayıs 1999’da gerçekleştirdik.  11 yılı geride bıraktık. Bazı ekonomik zorluklar yaşadık ve yaşıyoruz. Prensip olarak, sanat merkezinin kendi yağıyla kavrulması lazım.  Bu süre zarfında, çoğu ses getiren 80 konsept sergi açtık.  Söz konusu sergiler için sponsorlar aradık…  Ayrıca, genç sanatçılara da destek olmaya çalışıyoruz. 2011 yılı sonuna kadar doluyuz, 2012 için sergi kabul ediyoruz. Ticari amaçlı bir galeri değiliz.

Aralarında Buket Uzuner, Mario Levi gibi yazarları konuk ettiğimiz Okuma Günleri yaptık… Robert Schild’in desteği ile akustik ve oda müziği konserleri düzenledik. Hatta birkaç deneysel tiyatro gösterisi bile yapıldı. Kitap okuma günleri gerçekleştirdik.  Konferanslar verildi, Sevgililer Günü kutlandı, tango gecesi yapıldı daha nice eğlenceli aktivitelere ev sahipliği yapıldı. Ve tüm bunların burada yapılmış olması çok hoş... Tek bir amacım var, mekânı yaşatmak.

Sergilere katılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok değişik kesimden insanlar, sanatseverler ve basın çok ilgi gösteriyor. Özellikle ilk açılışında bütün geniş basın büyük ilgi gösterdi. Halen haberlerimiz geniş basında yer alıyor. Dolayısıyla geniş bir kitle tarafından izleniyoruz, açılışlarımız çok görkemli oluyor.  Yahudi toplumu pek rağbet etmiyor ancak çok özel sergilere geliyorlar. Bu hafta açılışını gerçekleştireceğimiz Alliance Israélite Universelle’in 150 yılı sergisine yüksek katılım olacağını düşünüyorum…

Şöyle bir eleştiri alıyorum; Semih Poroy’un sergisinin açılışı çok kalabalıktı ve çok başarılı bir sergi de oldu. Basından yazarlar, çizerler, duayen tabir ettiğimiz Türk basınının önde gelenleri katıldılar. ‘Sizin cemaatten kimse gelmez mi buraya?’ diye sorduklarında  ‘çok sergi açıyoruz,  her sergiye gelmezler’ dedim.  Sürekli Judaik temalı sergiler yapmıyoruz. Alliance İsraelite veya Holokost’u konu alan bir sergi olabilir… Sadece Yahudi sanatçılara değil, tüm sanatçılara açığız. Bunu da herkes biliyor, toplumumuz bireyleri de ilgi duyduğu sergileri kaçırmıyor. Gönül ister ki, cemaatimizden birkaç kişi vazife edinsinler - çünkü sergiler çok ilginç- açılışlarda gelsinler, an azından cemaatimizi temsil etsinler. Ben cemaatimizi değil, orayı temsil ediyorum. Bu sitemimde bir kişiyi tenzih ediyorum, Sadi Feldman. Kendisi, ilk açıldığımız günden itibaren hiçbir sergiyi kaçırmadı, geldi izledi, sonra yeniden gelip izlemiştir. 

Sanatı sevmek demek her sergiye ilgi göstermek değildir. Burada mekânı sevmek, cemaatimizle toplumla ilgili yeri sahiplenmek, kendimizi oranın sahibi olarak görmek, ev sahipliği yapmak bu çok önemli.

10 yılda Galata semtinde neler değişti?

1998’de projeyi ilk sunduğumda semt olarak burası izbe,  insanların pek uğramadığı, ulaşımı zor, parkı kolay olmayan bir yer dediler. Epey eleştiri aldım.   Galata civarı çok gelişiyor, gözünüzü açın semt 10 yıl içinde tanınmayacak hale gelecek demiştim.  Çevremizde bir iki lokanta vardı. Bu gün mağazalar, butikler açılmaya başladı, yabancılar çok rağbet ediyorlar turlar düzenleniyor, gelip sergilerimizi geziyorlar. Pazar günleri en çok izlendiğimiz gün diyebilirim, hafta içi de randevu alarak ziyaret ediyorlar. Sergi girişlerimiz ücretsiz, gelenler hem tarihi bir mekânı, hem de sergiyi ziyaret edebiliyorlar.  Galata büyük bir gelişme içinde, yatırım yapılacak bir oldu. Kamondo merdivenleri, başlı başına tarihimiz, dolayısıyla bizlerin sahiplenmesi gereken bir semt.

Türk Yahudi toplumunun sanata yaklaşımını, bakışını nasıl değerlendiriyorsun?

Sanatçı Türk Yahudi toplumuna nasıl bakıyor? diye bir soru ile cevap vereyim.    Dikkat edildiğinde  tiyatrolar genellikle demografik olarak Yahudilerin sıklıkla yaşadıkları semtlerde açılır, onlara yönelik piyesler sahnelenir. Çünkü Yahudiler tiyatroyu çok sever, bunu derneklerimizde de görüyoruz.  Resim; galeriler yine aynı şekilde, en iyi alıcılar da Yahudilerdir. Bu yeni bir olgu değil, bu yaşam kültürü ile ilgili. Toplumumuz rafinedir, sanata çok değer verir, kıymetlidir. Çok iyi de sanatçılarımız var. Beylerimiz, eskiden sanat para getirmediği için iş hayatına atılıyorlardı, oysa günümüzde birçok hanım ve bey sanatçılarımız var. Nüfus oranına bakıldığında az olmadığını görüyoruz. Eskiden, ‘dünyada Yahudi toplumu, sanatta, sinemada hep zirvede,  Türkiye’de siz neredesiniz?’ diye eleştirirlerdi. Bugün artık bu eleştiri yapılamaz çünkü tiyatroda, heykelde, resimde, radyoda, her yerde varız.