Fotoğraflardaki nostalji

Köşe Yazısı
7 Temmuz 2010 Çarşamba

David Ojalvo


Havanın sıcak olduğu, ama rahatsızlık vermediği, güneşli bir Haziran sabahında annemle birlikte salonda oturuyoruz. Çok uzun zamandır bir çantada saklı duran, annemin görmek istemediği fotoğraflar sohbet konumuz. Ben o fotoğrafları ne zaman dile getirsem, annem, fotoğraflar aracılığıyla çağrışan eski anıların üzüntü verebileceğini söylüyordu. Kaldı ki, o anılar gerçekten üzücü olmamalıydı. Üzüntülü zamanlarda insan pek fotoğraf çektirmezdi ve fotoğraflar keyifli anıların, paylaşımların, özel günlerin belgeleriydi. O fotoğrafların uzun zamandır bir çantada kapalı olmasının nedeni, belki de yeni günlerin yer yer eskisini aratmasıydı. Daha iyiye olan özlemin yıllar geçtikçe gücünü korumasıydı. O güzel Haziran sabahında ise durum farklıydı. Birlikte bakacağımızı kararlaştırdığımız fotoğraflara, annem birkaç gün önceden göz gezdirmişti. Korktuğu gibi üzülmemiş, tersine memnun olmuştu. Sıra anıları bir kez daha birlikte paylaşmaktaydı.

Çanta ve paketler açıldı. Sararmış ve yıpranmış zarflar, albümler, otellerin ve lokantaların adını taşıyan özel zarflardaki fotoğraflar bir bir masaya dizildi. Anne-babamın düğünü, ağabeyim ve benim çocukluğumuz, gençlik fotoğrafları, çeşitli davetlerden hatıralar, seyahatler, aile büyükleri, anneannemin çocukluğu, 20. yüzyılın başına dek uzanan fotoğraflar... Kimisi 90’ların başında çekilmiş ve capcanlı renkli, kimisi 70’lilerin, 80’lilerin matlığında, daha eskileriyse insanı etkileyen derin bir siyah ve beyazlıkta. Fotoğrafların birçoğunun arkasına tarih atılmış, Macarca, İspanyolca, İngilizce, Türkçe notlar düşülmüş.

İşte hayatım,” derken annem, “İşte tarihim” diye düşündüm. Fotoğrafları tek tek izledikten sonra annem fikrimi soruyor. “Güzel zamanlar yaşanmış,” diye cevaplıyorum ve ekliyorum, “Yenileri de bir şekilde yaşanmalı. Yeni fotoğraflar çekilmeli.”

***

Annemle aile fotoğraflarını izledikten sonra, fotoğrafları çok sevdiğimin bir kez daha derinden hissettim. Fotoğrafın hayatımızdaki yerini çok uzun zamandır da sorguluyorum. 24’lük veya 36’lık filmler hayatımızdan çoktan çıktı. Pozlar dolduktan sonra, filmleri sardığımıza dikkat ettiğimiz, özenle fotoğrafçıya götürdüğümüz ve heyecanla çıkacak sonucu beklediğimiz...

Fotoğraf çektirmenin günümüzdeki değeri azaldı mı? Dijital teknoloji neleri katıp, neleri götürdü? Genişleyen hafıza kartlarıyla, gün geçtikçe artan megapiksel sayıları, birbiri ardına piyasa çıkan çok fonksiyonlu makinelerle, fotoğraflar daha da güzelleşti, değer kazandı mı? Teknik ortada. Nostalji nerede?

Son on yılı düşünüyorum örneğin. 2000’li yılların fotoğraflarını. Söz konusu manzara fotoğrafları olunca, iyi bir makine ve biraz da fotoğrafçılık bilgisi ile tatminkâr sonuçlar almak zor değil. Profesyonel fotoğrafçılara saygım sonsuz ve teknoloji bir amatörler ordusu yarattı adeta. Peki ya söz konusu aile ve hatıra fotoğrafları olunca?...

Zamanın tozunda bir gizem saklandığında inanmışımdır. Yeniye ve popüler olana aç olan günümüz dünyasının aksine, yaratabildiğimiz iyi anılar ‘geçmiş’ oldukça, onlar benim için daha iyi görünür. Bu nedenle, bugüne sahip çıkmanın önemi büyük.

Günümüzde fotoğraf çekmek basitleşti. Çekileni anında görüyor, beğenmediğimiz pozları hemen silebiliyoruz. Dilediğiniz sonuca yaklaşana kadar deklanşöre istediğiniz kadar basabiliyoruz. 24 veya 36 değil 1000’lerce şansınız var. Fotoğraflar artık bilgisayarda, çeşitli programlarla onların üzerinde birçok değişiklik yapabiliyoruz. Tüm bu süreç, bana fotoğrafların o sıcaklığını ne yazık ki anlatmıyor.

Fotoğraflar özel olmalı. Gönül vererek durmalı objektifin karşısında; çünkü o anın bir daha tekrarı yok. Ayrıca fotoğraflar bastırılmalı, zarflanmalı, saklanmalı. Bir ekranın ardından hapis kalmaktansa, elde tutulmalı, arkasına tarih ve notlar düşülmeli... Annemin çantasındaki fotoğraflar maddi ve manevi çok özel. Bizler de zamana böylesi fotoğrafları bırakabilmeliyiz...