Namuslu aydın

Aydın kime denir? Entelektüel kimdir? Ya namuslu aydın kime denir? Bugün neden mumla aranıyorlar? İşte size tarihten örnek bir namuslu aydın kimliği. Bugünkü sözde aydınlar örnek alsınlar!

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
30 Haziran 2010 Çarşamba

Sade, gösterişsiz bir burjuva hayatı vardı. Tarih 19. yüzyıl sonları. Boulogne Ormanları’nda sürekli atını sürmekten zevk alırken ailesini deniz havası alması için Normandiya sahillerine gönderen çalışkan, titiz; prestijli Politeknik’ten mezun mühendis bir Fransız yüzbaşısıydı. Frenklerin, ‘fin-de-siècle’ (yüzyıl sonları) dedikleri dönemde başına geleceklerinden habersiz Fransız Ordusu’nda görevli tek Yahudi üst düzey rütbeli olarak işine bakıyordu. Adı Alfred Dreyfüs idi.

Hayat kapalı çikolata kutusu gibiydi. İçinden ne çıkacağını kimse bilemeyecekti, ne Dreyfüs ne de sonraları Theodor Herzl bile!

Fransız Ordusu 1871’de Prusya’ya kaşı aldığı yenilgiyle iyice sorgulanır hale gelmiş, Kilise, ordu ve bürokrasi üçlüsü, başarısızlığı ve beceriksizliği birilerine fatura etmenin zamanının geldiğini fark etmişti.

1889’da Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümü amacıyla inşa edilen Eyfel Kulesi, bilimin ve  sanayinin simgesi olarak görülmüştü. Lâkin Kilise ve dinsel kesim kuleye ateş püskürür. Zira kiliselerden daha yüksek ve Tanrı’ya konuşmayan bir yapıydı. “Aptal, zevksiz ve kendini beğenmiş bir kule’ydi. Ama bu eleştiriye de bir sahiplenme yapılmalıydı mutlaka. Ve fırsat kaçırılmaz. Zamanın önde gelen antisemit yazarlardan biri, “bu projeyi olsa olsa bir Yanudi yapabilirdi” diyecekti ayan beyan! Güstav Eyfel’in Yahudilkle ilgili zerre kadar ilişkisi olmamasına rağmen diyecekti üstelik. Olsun, halk inanmak istediğine inanır genelde. “Yahudiler kanımızı emiyor” sesleri, “adalet, kardeşlik, eşitlik” nidalarıyla gerçekleştirilen Fransız Devrimi’nden tam yüz yıl sonra devrimcilerini mezarlarında kemiklerini sızlatıyordu herhalde!

Fransız Ordusu başarısızlığın nedenini bulur. Nitekim 1894’te Yüzbaşı Alfred Dreyfüs vatana ihanet suçundan tutuklanır. Almanlara Fransız Ordusu’nun gizli bilgilerini vermekle suçlanır, ömür boyu hapis cezası alarak Güney Amerika’da Fransız Şeytan Adası’na gönderilir. Öne sürülen tek sözde kanıt, Dreyfüs’ün el yazısıyla yazdığı iddia edilen ve Alman Konsolosluğu çöplüğünde bulunan bir kağıt parçasıdır… Kilise ve ordu rahatlamıştır. Almanlara, vatan haini Yahudi Dreyfüs yüzünden yenilinmişti!

Yahudiler Fransız Devrimi’nde büyük rol oynamışlardı. Devrimden sonra kurulan 3. Cumhuriyet’in başarısına ve ekonomisine büyük katkılar sağlamışlardı. Siyasi noktalarda önemli yerlere gelmişlerdi. Lâkin, işler ters gitmeye başlayınca örneğin bir Fransız katolik bankası batınca, 600 bin Fransız burjuva ailesinin birikimlerinin yok olmasından Yahudi bankerler sorumlu görülecekti. ‘Garp Cephesi’nde yeni bir görüntü yoktu! Ne zaman işler kötüye gitse dünyanın neresinde Yahudi varsa - hatta yoksa bile!-  onlar sorumluydu…

Dreyfüs suçsuzluğunu kanıtlamak için çırpınır ama 1898’e kadar adalet yerinden kıpırdamaz.

Lâkin Tanrı sadece ‘kötü’yü yaratmamıştır bu dünyada. Olsa olsa ‘iyi’nin anlamını daha iyi kavramamız için ‘kötü’yü bazen hakim kılmıştır.

Ortalığa ‘iyi çıkacaktı nitekim. Namuslu, dürüst ve kaybedeceği hiçbir şey olmayan Emile Zola çıkacaktı 1898’in Ocak ayında. Ünlü bir Fransız gazetesinin birinci sayfasının tamamını kullanarak başta, Cumhurbaşkanına olmak üzere herkese “J’accuse” diyecek  ve Dreyfüs’ün suçsuzluğunu ve olayın rezaletini vurucu terimlerle anlatacaktı. Fransa’da yer yerinden oynar. Antisemitlerin ‘tam tam’ savaş çığlıkları daha azgınca ortaya çıkar, Zola’ya dava açılır. Ama bu onurlu aydın, yazar tehditlere rağmen haklı olduğu dava uğruna ödün vermez. Birkaç ünlü yazarın dışında kimse onu desteklemez. Londra’ya kaçar. Lâkin zorba, ilelebet dünyaya hükümdarlık edemeyecekti. Ordunun ve antisemitlerin büyük baskılarına rağmen Zola’nın dürüst, onurlu ve inatçı aydın tavrı 1906’da Dreyfüs’ten özür dilenip tüm hakları iade edilerek orduya geri çağrılmasına neden olacaktı.

Tarih, kifayetsiz ve beceriksiz muhterislerin bir kez daha yenildiğini gösterirken onlara en büyük cezayı da verecekti. Dreyfüs meselesi ile siyonizm doğacak; Yahudiler “artık yeter” deyip ülkelerinin kurulması için düğmeye basacaklardı.

Lâkin bu sonuçtan öte, aydın kimliğinin, aydın dürüstlüğünün ancak Emile Zola gibilerin sayesinde ayakta kalınacağı anlaşılacaktı.

Fikirlerini paylaşmadıkları ya da tanımadıkları insanlar için adalet uğruna hayatlarını tehlikeye atıp her türlü zorbalığa direnen namuslu aydınlara selam olsun.

O kadar azlar ki!