Hak edilmiş ödüller

Yaşlı ustaları dışlayan, tercihini gençlerden yana kullanan jüri kararları üzerine yazdığım bu üçüncü yazıyla festivalin ödül tablosu defterini kapıyorum. Karizmatik yönetmen oyuncu Fransız Mathieu Almaric’in En İyi Yönetmen ödülü, Güney Koreli Lee Chang-Dong’un En iyi senaryo Ödülü ve Afrika’dan umutsuz bir barış çığlığı atan, Çad’ın “Haykıran Adam”ının Jüri Özel Ödülü, şüphesiz ki hak edilmiş ödüllerdi

Viktor APALAÇİ
9 Haziran 2010 Çarşamba

Cannes dönüşü yazdığım ilk yazıda, genellikle sönük geçen festivalin ilk iki büyük ödülünü paylaşan filmleri ve jürinin kompozisyonuyla ilgili yorumlarımı aktarmıştım. “Cannes’da bu yıl ihtiyarlara yer yok” başlığı, jürinin ihtiyar ustaları dışlayan, tercihini genç ustalardan yana kullanan yorumunu yansıtıyordu.

Geçen hafta En İyi Oyuncu Ödülleri’ni paylaşan 3 kaliteli filmi yazmıştım. Bu hafta ödül listesine giren son 3 filmle, 63. Festivalin ödül tablosu defterini kapayacağım.

Karizmatik Fransız aktör Mathieu Almaric, yönetmen-oyuncu olarak yaptığı 4. Film “Turne / Tournée” ile Cannes’dan En İyi Yönetmen ödülüyle ayrılıyordu.

Çad sinemasını Cannes’da temsil eden ilk film “Haykıran Adam / Un Homme Qui Crie” Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oluyordu.

Odül listesinin en yaşlı ismi, Güney Koreli Lee Chang-Dong, “Şiir / Poetry” filmiyle En İyi Senaryo yazımda anlatacağım filmler arasında en çok hak edilen ödüldü.

Garip Bir Striptiz “Turne”si

Mathieu Almeric’in “Turne”si festivalin başında gösterildi, yarışma boyunca favoriler arasında yer aldı. İngiliz ve Amerikan müzikhol geleneğinde “New Burlesque” akımının temsilcisi film, Amerikalı bir striptiz grubunun Fransa’daki turnesini anlatıyor.

Bu hüzünlü yol filminde (road movie) melankolisini yenmeye çalışan eski televizyon yapımcısı Joachim’in (Mathieu Almaric) öyküsünü izliyoruz.

Karısını, 2 çocuğunu, arkadaşlarını, düşmanlarını aşklarını ve pişmanlıklarını geride bırakıp, başka bir mesleği deneyerek hayata tutunmaya çalışan yalnız bir insanın dramı, insancıl ve sıcak bir dille kaleme alınmış. Senaryo yazılımına da katılan Mathieu Almaric, Havre’dan Saint-Nazarre’a, Rochefort’dan Nantes’a derin Fransa’da striptiz gösterileri yapan ve parasızlıkla boğuşan grubun, otel odalarındaki günlük hayatlarımızdaki olayları, dur durak bilmeyen müzik eşliğinde anlatıyor.

Paris’te tamamlanması planlanan “turne” Joachim’e salon bulma sözü veren arkadaşının ihaneti ile son bulur. Joachim’in turne sırasında Paris’e yaptığı gidiş-gelişlerde çocuklarına olan bağlılığına tanık oluyoruz.

Tiyatronun, kareografinin, mizahın, eleştirinin ve tabii striptizin birleşimi olan New Burlesque’in sinemadaki yeni temsilcisi “Turne”, Dita Von Teese’nin tekrar gündeme getirdiği bu akımı aktüel kılıyor. Çılgın karizmalarıyla Fransa’nın dört bir yerinde fırtınalar estiren Amerikalı şişman striptizciler aracılığıyla Mathieu Almaric müthiş bir toplumsal eleştiriye soyunuyor. Bunu hüzünlü ama sıcak ve samimi bir sinema diliyle yaptığı inkâr edilemez.

“Şiir seven bilge kadın”

Güney Koreli senarist-yönetmen Lee Chang-Dong’un En İyi Senaryo Ödülü kazanan filmi “Şiir/Poetry” kocasının ölümünün travmasını göğüslemeye çalışan bir kadının öyküsünü kara-dram formatında anlatıyor. “Peppermint Candy” ve “Secret Sunsshine” adlı filmleriyle uluslararası bir ün sahibi olan Koreli sanatçı, edebiyatta şiir yazma sanatının ölmekte olduğu günümüzde şu soruya filminde cevap arıyor: “Şiir yazmak ne anlama geliyor?”

Mükemmel bir sinematografi eşliğinde anlatılan, adı gibi, şiir gibi bu film, bir nehirde genç bir kızın cesedinin bulunmasıyla başlıyor.

Kolejli torunuyla birlikte yaşayan Mija geçimini yaşlı, felçli bir adama bakmakla kazanmaktadır. Renkli giysileri, çiçekli şapkaları ile dolaşan bu saygın eksantrik ve meraklı kadın çevresi tarafından sevilmekte ve saygı görmektedir. Yolu semtindeki kültür merkezinde bir şiir kursu ile kesişir, yaşlı kadın şiir yazmayı öğrenmeyi aklına koyar.

Filmin başında gördüğümüz ceset ile Mija’nın yolu keşisince, bu bilge  kadının yazgısı değişir. Bir grup sınıf arkadaşının tecavüzüne uğrayan genç kız, onurunu korumak için intihar etmiştir. Tecavüzcüler arasında Mija’nın torunu da vardır. Büyük bir kan parası tazminatı karşılığında, talihsiz kızın annesi davasını geri çekecektir. Mija kendisinden istenen paraya sahip olmadığı için çaresiz gözükmektedir.

Talihsiz anneyi gizlice ziyaret eden Mija, kan parasını bulmakla kalmayacak bilge kişiliğiyle işleri düzene sokacaktır. Bu rolde karizmatik aktris Yun Junghee harikalar yaratan kompozisyonuyla yarışmanın belki de en iyi kadın oyuncusuydu.

Umutsuz bir barış çığğı

“Haykıran Adam / Un Homme Qui Crie” ile Cannes’da ilk kez yarışan Çad sineması bu şansını iyi kullandı. Afrika’nın bu sancılı ülkesinde bitmek tükenmek bilmeyen iç savaşından çok çekmiş bir sanatçı, Mahamat-Saleh Haroun, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak senaryosunu yazdığı filmle, Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu.

Çad’ın hiç bitmeyen iç savaşını, bu savaşın mağduru bir baba-oğul üzerinden anlatan Haroun, bu filmiyle umutsuz bir barış çığlığı atıyor.

“Haykıran Adam” bir savaş filmi değil. Kendi kaderine sahip çıkamayan insanların kara yazgıları ile ilgili bir film. Çaresiz bir adamın öyküsü olan “Haykıran Adam”ın konusu, günümüzde Çad’ın bir lüks otelinde geçiyor. Eski yüzme şampiyonu olan Adam, oğlu Abdal ile yüzme havuzu görevlisidir. Otel el değiştirince yeni Çinli patronlar yaşlıları işten çıkarmaktadır. İşsiz kalan Adam’ın asıl sorunu asi güçlerledir. Oğlu için ya yüklü bir para ödeyecek ya da asi kuvvetlerle orduya karşı savaşmasına göz yumacaktır. Sepetli motosikleti ile cepheye yaptığı yolculukta, ağır yaralı olarak bulduğu oğlunu eve getirebilecek midir?

Sancılı ve iptidai bir Afrika ülkesinden gelen bu eli yüzü düzgün film, parıltısız ama aksamayan sinema dili ve oyuncuların tabii performanslarıyla öne çıktı. İlk uzun metrajlı filmi “Bye Bye Africa” ile 1999’da Venedik Film Festivali’nde dikkatleri üzerine çeken 50 yaşındaki sanatçı “Haykıran Adam” ile üçüncü filmine imzasını atmış oldu.