Bu hafta ağımıza takılanlar

Dikine hareket eden çelik bariyerler iniyor, çelik kapı aralanıyor, servisler giriyor, kapı kapanıyor, bariyerler kalkıyor; aksi halde, tankla geçmen bile zor. Taksiyle gelmek istemiyorlar; hem adresleri belli oluyor, hem de ses çıkaramadıkları hakaretlere uğruyorlar. Kapıda takım elbiseli, telsiz kulaklıklı korumalar var; taranma ihtimaline karşı, çelik yelek giyiyorlar. Her taraf kamera; içerden izleniyor.

İzak BARON Diğer
2 Haziran 2010 Çarşamba

Güncel

KÜÇÜKLÜĞÜNDE, YAHUDİ, MÜSLÜMAN, HIRİSTİYAN HİÇBİR AYRIM YAPMADAN AYNI SOFRADA YEMEK YEDİKLERİNİ ANLATIYOR DAVİD BEHAR

Küçüklüğünde Balat Çarşısı’nın çok hareketli olduğunu söyleyen Davit Bey, “Hareketli ve çeşitliydi. Sanki bütün bir dünya buradaydı. Çarşıyı gezdiğinizde aynı anda 7-8 ayrı lisanın konuşulduğuna şahit olurdunuz.” Küçüklüğünde, Yahudi, Müslüman, Hıristiyan hiçbir ayrım yapmadan aynı sofrada yemek yediklerini anlatıyor David Behar: “Sofraya oturur birlikte Allah’a verdiği nimetler için dua ederdik. Hiçbir çocuk bir lokma ekmek bırakmazdı. İsraf yapmazdık.”

http://www.euractiv.com.tr/kultur-ve-sanat/interview/balatl-manav-david-behar-yahudi-mslman-hristiyan-ayn-sofrada-yer-dua-ederdik-010365

İRAN’A BASKI YAPANLARIN ARTIK İSRAİL KARŞISINDA SESSİZ KALMAMASINI GEREKTİREN BİR DURUM ORTAYA ÇIKIYOR

İsrail’e yapılan baskının ‘batı’dan ve müttefiklerinden geldiğini kanıtlayan bu olay, öncelikle İsrail ile nükleer silahlar konusunun aynı düzleme oturmasına yol açıyor. Bu ülkede nükleer silah var mı yok mu sorusu anlamını yitiriyor ve İran’a baskı yapanların artık İsrail karşısında sessiz kalmamasını gerektiren bir durum ortaya çıkıyor. İran’ın nükleer takas anlaşmasını kabul ederek siyaseten geri adım atması, İsrail’in bu ülkeyi gerekçe göstererek nükleer silah bulundurmasının meşruiyet zeminini giderek yitirmesine yol açıyor. Bu arada, Güney Afrika’ya teklifte bulunduğu ileri sürülen kişi Peres ve adının öne çıkmasıyla birlikte İsrail’deki ‘şahin’lerin iktidardaki varlıklarının çatlaması için de bir uluslararası baskı olduğu anlaşılıyor.

Beril Dedeoğlu

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/beril-dedeoglu/israil-degisime-zorlaniyor-265475.htm

VE ERDOĞAN, KENDİ TARZIYLA, ORTADOĞU’YU GÜLÜMSEYEREK FETHEDEBİLECEĞİNİ SANIYOR

“Bir liderin halkını etkilemesinin en iyi yollarından biri, halkına, kendi liderliğinde ülkenin, gerçekte olduğundan çok daha büyük olduğunu kanıtlamaktır. Bu bir ideoloji mücadelesi değil. Bu bir hırs mücadelesidir. Ahmedinecad bile öyle. Ne istiyor? Muhteşem olmak. ABD’ye karşıdır, Ortadoğu’yu fethedecek. Muhteşem olacak. Ve Erdoğan, kendi tarzıyla, Ortadoğu’yu gülümseyerek fethedebileceğini sanıyor. Tamam. Hoş. Nereye bakarsınız bakın böyledir. İsim vermek istemiyorum. Çünkü hiç kimseye hakaret etmek istemiyorum ancak, büyüklük fikri, herkesin hevesi oldu.”

Şimon Peres

http://kehaber.org/2010/05/26/2270/

KİM YAPMIŞ OLABİLİR, DEDİM… İSRAİL DEDİLER…

Senaryonun ana fikri şu; komplo Baykal’a kuruldu ama nihai hedef Erdoğan…

Kim yapmış olabilir, dedim...

İsrail dediler...

Erdoğan’a rakip çıkardılar, Erdoğan’ı iktidardan indirecek kişiyi buldular…

Bu tür büyük komplo teorilerine pek itibar etmem ama yine de sordum…

Dedim ki; madem Başbakan’a yönelik bir operasyondu, MİT var, emniyet var, Baykal’a bu komployu kim yaptı bulamaz mı?

Zor dediler…

Niye?

Arkasında gizli servis vardır, MOSSAD vardır, bulmak zordur…

Baktım ciddiler... İyi de dedim, bu senaryoyu yazanlar seçmenin Erdoğan’ı terk edip Kılıçdaroğlu’na yöneleceğini nereden biliyor?

Halk memnunsa oyunu yine AKP’ye verir, değilse zaten vermez...

Kılıçdaroğlu’nun iktidar olması önemli değil dediler, Erdoğan’ı zayıflatması önemli. İstediği gibi at koşturamaması...

Mehmet Tezkan

http://www.milliyet.com.tr/baykal-a-komplo-israil-isi-mi-/mehmet-tezkan/yasam/yazardetay/27.05.2010/1243152/default.htm

BAYKAL’I ANİDEN DER DEST EDEN OPERASYONUN “İSRAİL’İN İŞİ”

Sabahleyin kulağı delik Ankaralı gazeteci dostum, Baykal’ı aniden der dest eden operasyonun “İsrail’in işi” olabileceğini söyledi.

Ona göre, Baykal’ın kaset vasıtasıyla apar topar gönderilmesi, Kılıçdaroğlu’nun gelmesi, CHP’nin “iktidara yürüyen” büyük bir umut olarak sunulması ve Ergenekoncu işbirliği sinerjisinin bu partide yoğunlaştırılması İsrail’in etkin olduğu bir operasyondu.

Böylece...

Bir taraftan CHP ve MHP ile AK Parti iktidarına ayar verilecek, öte yandan da “One Minute”un rövanşı alınacaktı...

Ayrıca amaçlandığı gibi bir CHP-MHP Koalisyonu, huzursuzluk duyulan “Türkiye-İran” ilişkilerini de yeniden tanzim edecekti.

“Kemalist laiklik” çizgisi, siyasetteki hâkimiyetine yeniden kavuşacaktı...

Öğleden sonra bu yorumu naklettiğim, sokakların nabzını elinde tutan bir başka tanıdığım ise “halk arasında da böyle şeyler” söylendiğini belirtti.

Mehmet Altan

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan/baykal-komplosu-israil-operasyonu-mu-265727.htm

AVUÇ İÇİ KADAR KÜÇÜK TOPRAKLARIN AZ NÜFUSLU İSRAİL’İ KENDİ VARLIĞINI SÜRDÜRMEK İÇİN SON KOZU OLAN “NÜKLEER SİLAHLARINI” GÜVENCE OLARAK GÖRÜYOR.

İran’ın nükleer tesisi ve nükleer yakıtı küresel soruna dönüştü. Tahran’ın ‘enerji üretiminde ve nükleer tıpta kullanılacağı’ yolundaki açıklamaları tatmin edici değil.

‘Nükleer bomba’ yapmaya odaklandığı genel kanı.

Türkiye ve Brezilya’nın ‘takas’ anlaşması ile İran sorununa çözüm getirme çabaları elbette olumlu izler bırakmakta ama bu netameli gidişin sonu iyi görünmüyor.

İran’ın nükleer silaha sahip olması en çok İsrail’in kâbusu.

Avuç içi kadar küçük toprakların az nüfuslu İsrail’i kendi varlığını sürdürmek için son kozu olan ‘nükleer silahlarını’ güvence olarak görüyor.

Her ne kadar ‘resmen’ kabul etmese de İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğu paylaşılan bir gerçek.

Kendisi de gizli, karmaşık, çetin yollardan geçerek nükleer silah üreten İsrail o ‘maskelenmiş güzergâhı’ iyi biliyor ve Tahran’ın her adımında hedefe yaklaşmakta olduğunu görebiliyor.

Güneri Cıvaoğlu

http://www.milliyet.com.tr/nukleer-iran-kabusu/guneri-civaoglu/siyaset/yazardetay/29.05.2010/1244019/default.htm

ZÜCCACİYE DÜKKÂNINA GİREN BİR FİL GİBİ HAREKET EDEN İKTİDARDAKİ KOALİSYON HÜKÜMETİNİN ÇEKİLMESİ VE/VEYA TÜRKİYE’DEN RESMİ BİR ‘ÖZÜR’ DİLENMESİ KRİZİN YATIŞMASI KONUSUNDA BELKİ UMUT VEREBİLİR

Türk-İsrail ilişkilerinin bu saldırıdan sonra normalleşmesi kolay görünmüyor. Arap-İsrail ihtilafında arabuluculuğa soyunmaktan İsrail ile çatışma noktasına varan AKP hükümeti, sağdan sola, radikalden ılımlıya bütün kamuoyunu aynı noktada buluşturan tepkiyi dikkate alan bazı adımlar atacaktır. İsrail tarafında ise züccaciye dükkânına giren bir fil gibi hareket eden iktidardaki koalisyon hükümetinin çekilmesi ve/veya Türkiye’den resmi bir ‘özür’ dilenmesi krizin yatışması konusunda belki umut verebilir. Ancak Türkiye ile İsrail arasında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...

Doğan Akın

http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=2042&author=24

İSRAİL'İN HASSAİYETLERİNE DE SAYGI GÖSTERMELİYİZ

'Yapılanlar savaş nedeni değildir. Şunu da unutmamak gerekir, İsrail'in hassasiyetlerine de saygı göstermeliyiz… Diyelim ki Avrupa'dan bir grup serseri, -Biz PKK'ya yardım götüreceğiz- deseler ve İskenderun Limanı'na demir atmak isteseler Türkiye ne der?'

Fatih Altaylı

http://www.haber7.com/haber/20100531/Fatih-Altayli-Israilin-hakli-gerekcesi-var.php

TÜRK VATANDAŞI YAHUDİLERİN, KENDİLERİNİ KÖTÜ HİSSETMELERİNE YOL AÇMAK BİLE İSRAİL’İN GEMİYE YAPTIĞI BASKIN KADAR İNSANLIK DIŞIDIR.

Durup dururken kimse faşistleşmez.

Birinin faşistleşebilmesi için, “içindeki faşist”in tahrik edilmesi gerekir.

Ama “insan olmak” diye adlandırdığımız olgu da, işte bu türden tahrik karşısında alınan tutumla ortaya çıkar.

Kısacası...

Normal zamanlarda faşizme geçit vermemek mühim değildir.

Mühim olan...

Kritik zamanlarda faşizme geçit vermemektir.

Dün sabah saatleri...

Bir de baktım ki...

Ortalık karışmış, düzen bozulmuş.

Fitne almış başını gitmiş...

Galeyana kapılan ulusumun bazı çocukları, “twitter” denilen ortamda faşizmin dik âlâsını yapıyorlar...

“Yahudileri öldürün” demekten tutun da “Hitler’e saygı duruşu” sergilemeye kadar varan edepsizliklere, rezilliklere ve insanlık suçlarına imza atıyorlar.

Karşılarına çıkan “Yapmayın, etmeyin, ayıptır, günahtır” falan diyenleri de “Sen sus! Yahudi uşağı” diye katmerli ayıplarla terörize ediyorlar.

Hemen safımı seçtim tabii... “Yapmayın, etmeyin, ayıptır, günahtır” diyenlerin yanında gardımı aldım.

Ve “twitter” denilen mecrada şunları yazdım...

Lütfen kayıtlara geçsin:

BİR: Türk vatandaşı Yahudilerin, kendilerini kötü hissetmelerine yol açmak bile İsrail’in gemiye yaptığı baskın kadar insanlık dışıdır.

İKİ: İsrail’e ve İsrail vahşetine karşı olmak ile Yahudi olmayı birbirinden ayırmak, bir insanlık görevidir.

ÜÇ: Sağduyulu ve vakur bir protesto yeter. El yükseltmeye, “kim daha atak” yarışı yapmaya, Hitler’e selam çakma ayıbına gerek yok.

DÖRT: Suçun failine karşı bir şey yapamayanların, aralarında yaşayan birkaç gariban Yahudi vatandaşını hedef göstermeleri namertliğin daniskasıdır.

BEŞ: Hep düşünmüşümdür: 6-7 Eylül olaylarında nasıl oldu da sağduyu elden kaçtı diye... Bazı yorumları okuyunca nasıl kaçtığını anlıyorum.

ALTI: Zaman yeşil bayrak alıp ortaya çıkma zamanı değil, zaman insanlık bayrağını alıp ortaya çıkma zamanı...

Ahmet Hakan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14895558.asp?yazarid=131

VAN MÜNÜT’LE BİRLİKTE, DOĞUP BÜYÜDÜKLERİ TOPRAKLARDA HEDEF HALİNE GELDİLER... GÜNAHSIZ FİLİSTİNLİ ÇOCUKLAR HANGİ KORKU TİTREŞİMLERİNİ HİSSEDİYORSA ORADA, ONLAR DA AYNISINI HİSSEDİYOR BURADA

Yaşları 6 ila 17 arasında, çocuklar... Eşzamanlı hareket edip, topluca giriş-çıkış yapan servis minibüslerinde, koltuklarına büzüşmüşler, pencereden bakmaları yasak...

Dikine hareket eden çelik bariyerler iniyor, çelik kapı aralanıyor, servisler giriyor, kapı kapanıyor, bariyerler kalkıyor; aksi halde, tankla geçmen bile zor... Taksiyle gelmek istemiyorlar; hem adresleri belli oluyor, hem de ses çıkaramadıkları hakaretlere uğruyorlar... Kapıda takım elbiseli, telsiz kulaklıklı korumalar var; taranma ihtimaline karşı, çelik yelek giyiyorlar. Her taraf kamera; içerden izleniyor... Yürüyerek gelirsen, kimliğini gösteriyorsun, içeriye telsizle bildiriliyor, çelik kapı açılıyor, oda gibi bir yerdesin, geride bıraktığın çelik kapı kapanmadan, önündeki çelik kapı açılmıyor. Arkandan biri dalarsa, ikinci çelik kapı “duvar” oluyor. Denizaltılar gibi, bir bölüm su alırsa, öbür bölüme geçmesin diye... Konferans salonunda, her koltuğun altında baret var. Bomba patlar, tavan çökerse, çocukların hiç olmazsa kafası korunsun diye.

Okul bu... İstanbul’da.

Musevi vatandaşlarımızın okulu.

Van münüt’le birlikte, doğup büyüdükleri topraklarda hedef haline geldiler... Günahsız Filistinli çocuklar hangi korku titreşimlerini hissediyorsa orada, onlar da aynısını hissediyor burada.

Hayat, Gazze’ye dönüştü onlar için.

Yılmaz Özdil

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14895528.asp

OLANLARA BAKINCA İÇİMİN SIZLADIĞI BİR GRUP DAHA VAR

Olanlara bakınca içimin sızladığı bir grup daha var: Burada yaşayan Musevi kardeşlerimiz. Birçoğunu, tanıyorum, konuşuyorum. Rahatsızlar. Orantısız güç kullanımından. İsrail'in böylesine agresif bir imajla ortaya çıkmasından. Bir de öfkenin hedefinin kendileri olmasından...

İsrail'in 'kabadayı' tavrının bu dostlarımızla hiçbir bağlantısının kurulmaması gerektiğini lütfen bilelim. Böyle bir bağlantı kurmak, ırkçılığın ta kendisi! Şimdiye kadar çıkmadık ama gelin şimdi bu dostlarımıza gerektiği gibi sahip çıkalım!

Nagehan Alçı

http://aksam.com.tr/2010/06/01/yazar/17648/nagehan_alci/uyanin__israil_muslumanlar_a_degil__insanlara_saldiriyor_.html

NETTEN OKUMALAR

İŞTE IHH e.V. GERÇEĞİ

http://www.odatv.com/n.php?n=iste-ihh-e.v.-gercegi--2805101200

SULTAN SÜLEYMAN SİYONİST MİYDİ

http://www.odatv.com/n.php?n=sultan-suleyman-siyonist-miydi-3005101200

TANIYALIM

Menahem Hodara (1869 -1926), Osmanlı-Türk dermatoloji uzmanı ve bilim insanı

http://tr.wikipedia.org/wiki/Menahem_Hodara

ESKİLERDEN

Evimizin karşı sırasında oturan ailelerden Sultana'nın, Marika'nın, Ester'in, Vivi'nin, Dora'nın;  Osman, ven aki, vente sinko be kuzim (Osman, buraya gel, 25 kuruş be yavrum) dediğini bugün bile hatırlarım

Ortaköy'ün benim çocukluğumdaki bu en işlek sokağında Türk ailelerden daha fazla sayıda Yahudi ailesi bulunduğunu hatırlıyorum. Dükkânların birçoğunu da onlar işletirlerdi.  Kumaşçı artist Moiz, kahveci İsak efendi, bakkal Moiz, sobacı Nesim, balıkçı Leon, turşucu Marko, aktar Babani bunlardan sadece bazılarıydı.

Yahudilerin 'Hamursuz' adını verdikleri dini bayramlarını Türk çocukları olarak dört gözle bekler, Yahudiler dini inançları gereği o günlerde elektrik duylarını ellemediklerinden, bizleri çağırırlardı.. Tabi bizler de elektriklerini bizlere açıp kapatmaları için verecekleri bozuk paraları beklerdik. Tabi verdikleri hamursuzlar da cabası. Evimizin karşı sırasında oturan ailelerden Sultana'nın, Marika'nın, Ester'in, Vivi'nin, Dora'nın ;  'Osman, ven aki, vente sinko be kuzim' (Osman, buraya gel, 25 kuruş be yavrum) dediğini bugün bile hatırlarım. Çocukken Yahudice diye düşündüğüm bu dilin, daha sonraki yıllarda bu komşularımızın, İspanya'da gördükleri baskılar sonucunda Osmanlı Devleti tarafından himaye edilerek Osmanlı topraklarına gelmelerine müsaade edilmeleri nedeniyle, 600 yıl önceki İspanyolca dili olduğunun farkına daha sonraki yıllarda yabancı dil öğrenirken vardım.

Osman Akagündüz

http://www.haberkapisi.com/yazi/yahudi-ve-ermeni-dostlar-8343.htm