Tarih soluyan matematikçi: İRVİN CEMİL SCHİCK

İrvin Cemil Schick adına ilk kez Tarih ve Toplum Dergisi’nde rastladım, “Osmanlılarda Azınlıklar ve Yahudiler” başlıklı ilginç bir makaleye imza atmıştı. Daha sonraları Osmanlı Tarihi ve Hat sanatı ile ilgili İngilizce/Türkçe birçok kitap kaleme aldığını  öğrenince, Tarihe meraklı bu Türkiye sevdalısı akademisyeni tanımaya ve tanıtmaya karar verdim

Tuna SAYLAĞ
2 Haziran 2010 Çarşamba

“Osmanlı Döneminde Balkan Kadınları: Toplumsal Cinsiyet, Kültür Tarih”, “Batının Cinsel Kıyısı: Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekânsızlık”, “Avrupalı Esireler ve Müslüman Efendileri: Türk İllerinde Esaret Anlatıları”, “Çerkes Güzeli: Bir Şarkiyatçı İmgenin Serüveni”,  “Murakka’-ı Has: Tuğrakeş Bir Padişah Sultan III. Ahmed”, İrvin Cemil Schick’in yazdığı, derlediği veya çevirdiği eserlerden bazıları… Ayrıca çeşitli dergilerde sayısız makaleye imza atmış.

İrvin C. Schick’i bize tanıtır mısınız?

1955 yılında İstanbul’da doğdum, İlkokulu Şişli Terraki’de, ortaokulu High School’da, liseyi de Robert College’de okudum; ardından İsviçre’ye Lausanne Polytechniques’e gittim ama oraya bir sene dayanabildim. 1973’de ABD’ye gittim, o zamandan beri de oradayım. Lisans, üst lisans ve doktoramı MİT’de (Massachusetts Institute of Technology) yaptım. Lisansım mühendislik, doktoram matematik. Ondan sonra da uzun seneler boyunca özel sektörle üniversite arasında gidip geldim. MİT ve Harward’da sekiz sene öğretim görevlisi olarak bulundum, çeşitli araştırma şirketlerinde ve internet sektöründe çalıştım. Babam Çekoslovakya doğumlu, annem ise İstanbullu. Annemin babası Bağdat’ta dünyaya gelmiş, anneannem de Makedonya doğmuş bir Romen. Aşkenaz kültürü içinde büyüdüm. O nedenle de cemaatle ile fazla ilişkim olmadı.

Cemil ismi nereden geliyor?

Cemil, benim Bağdatlı dedemin- Cemil Şemtov- adı, kendisi annem 6 yaşındayken ölmüş, onun anısına verilmiş bu isim bana.

Neler yapıyorsunuz Türkiye’de, buradaki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Uzun senelerden beri dönmeyi istiyor ve bunun için bir fırsat çıkmasını bekliyordum ama açıkçası bu fırsatın gerçekleşmesi için de fazla uğraşmıyordum. Geçen sene Sabancı Üniversitesi ile ilgili bir iş ilanı çıktı, okuyunca bu tam bana göre dedim ve müracaat ettim. Kabul ettiler ama uzun yıllar yurt dışında olduğum için ilk aşamada misafir öğretim görevlisi olarak başladım; şu an öyleyim ama Türkiye’de kesin olarak kalmaya karar verdim. O yüzden gelecek sene ne yapacağım henüz belli değil yani Sabancı Üniversitesi’nde mi kalırım başka bir kuruluşa mı giderim henüz bilmiyorum.

Ne dersi veriyorsunuz Sabancı’da?

Benimle aynı eğitimden geçmiş olanlar ABD’de genellikle savunma endüstrisi olarak anılan silah endüstrisinde çalışırlar. Fakat ben özel nedenlerle hiçbir zaman o sektörde çalışmadım. Onun yerine endüstriye uygulanmış matematik üzerine çalıştım, endüstriyel süreçlerin matematiksel süreçleri gibi… Sabancı’da da endüstri mühendisliği programı içerisindeyim ama daha çok matematiksel modelleme, optimizasyon konularında ders veriyorum

Osmanlı Tarihine olan ilginiz nasıl başladı?

Lisedeyken tarih ve edebiyat derslerini sevmezdim, iyi de öğretilmezdi zaten. Amerika’ya gittiğim ilk sene çok özlem çektim. Baktım Harward’da bir tasavvuf tarihi dersi var ve dersi veren de bu konunun uzmanı olan ünlü Annemarie Schimmel. Hemen yazıldım. Çok hoşuma gitti ama Osmanlıca bilmeden bu dersin hakkını veremeyeceğimi gördüm. Osmanlıca öğrendim. Arap alfabesi ile tanışınca buradaki harflerin ne güzel bir sanat oluşturduğunu fark ettim. Böylece Hat sanatıyla ilgilenmeye başladım. Bu sanat beni hayatta en fazla heyecanlandıran konulardan biri. Hem eser toplarım hem üzerine çok yazı yazmışlığım vardır. İlgi alanlarınızdan biri de İslam’da kadın ve cinsellik…

Kadın araştırmalarına çok sene önce girdim ve uzun süre, özellikle kadınlar, “niye kadınlar üzerine çalışıyorsun” diye sordular. Bu soru canımı çok sıkardı ve neden çalışmayayım ki derdim. Ama asıl ilgimi çeken, toplumda iktidar ilişkileri; çoğunluk- etnik ya da dinsel azınlık ilişkileri ile kadın-erkek ilişkilerini bu kapsam içinde sayabilirim. İkinci boyutta ise, son 35 sene içinde insanları meşgul eden popüler bir konu olan “Temsil” meselesi var. Temsil, hem tarih yazıcılığında hem başka alanlarda çok temel bir öğe. Bu bağlamda kadın her zaman, en azından bizim bildiğimiz dönemlerde, bir temsil aracı ve sembol olmuştur. Bunun özellikle kadınların fikri alınmadan yapılması yani kadınların bir nevi araçsallaştırılması çok ilgimi çekmiştir. Kadın konusuna bu pencereden baktım ve buna dair kaleme aldığım ilk yazı, Ortadoğulu kadının sömürgeci söylemde nasıl temsil edildiği ile ilgili yazıdır. Burada cinsellik de işin içine giriyor. Birçok erkek için kadın ve cinsellik bir kalıptır yani ikisi beraber gider. Ama kadın için öyle olmak zorunda değil. Cinsellik hem iktidar ilişkileri hem temsil sistemleri açısından çok ilgimi çeken bir konu. Ancak bu, insanların gerçek cinselliği değil edebiyatta, siyasette ya da söylemde cinsellik konusu

Avrupalılar Şark’ı ötekileştirmek için cinselliği kullanmışlar, efsaneler, klişeler yaratmışlar. Peki, bunların hiç doğruluk payı yok mu?

Her klişede bir doğruluk payı bulunabilir ancak öyle varsayıldığı zaman da onlara pek klişe demiyoruz. Onların klişeleşmesi için doğruluğun çok ötesine geçmesi, bir işlev görmesi lazım. Mesela 1865 öncesi, köleliğin hüküm sürdüğü Amerika’yı düşünelim; Amerika insan hakları fikirleri üzerine kurulmuş, Fransız devriminden çok etkilenmiş, Fransız devrimini çok etkilemiş bir ülke, buna rağmen bu topraklarda kölelik hüküm sürmeye devam ediyor. Bu iki gerçeği bağdaştırmak çok zor. Muhakkak ki, Amerikalılar ve George Washington gibi bir devlet adamı bundan çok rahatsız olmuştur. O zaman bunu bir şekilde meşrulaştırmaları gerekir. Afrika’dan gelen köleler zenci. Bu durumda zenciler hakkında yeni bir söylem türeterek onların aşağılık ve tembel olduklarını, acı çekmediklerini ileri sürdüler. Ortaya atılan bu klişeler bir işlev gördü ve zencilerin köleleştirilmesi birdenbire batmamaya başladı Amerikalılara. Yani bütün bu insan hakları söylemine rağmen bu gerçekleşti çünkü ne de olsa onlar farklıydı.

Bu bağlamda cinsellik de çok kullanıldı, Yahudiler için de zenciler için de. Çok sevdiğim bir örneği vereyim: 18 yy’da ve daha öncesinde İngiltere’de Hindistan hakkında yazılanlara bakarsanız Hindistan hep dişileştirilir, yani erkekleri efeminedir. Neden efeminedir çünkü hava sıcaktır, çünkü erkekler haremde büyütülür… Gerçek veya değil, böyle birtakım hikâyeler anlatılır. Bunun sonucunda, kendilerini yönetme yetisine sahip olmayan kadınlar gibi efemine Hintliler de kendilerini idare edemezler, erkekler gerekir. Durumdan vazife çıkaran erkek İngilizler dişil Hintlileri yönetirler, bu ayrıca beyaz adamın görevidir de… Bu davranış bize bugün çok komik geliyor ama o zamanlar için çok olağan bir düşünce ve hareket etme tarzı.

1857 yılında Hindistan’da İngilizlere karşı büyük bir isyan çıkıyor. Altı ay içinde bir bakıyorsunuz bütün İngiliz yayınlarında Hintlilerin seksomanyak erkekler oldukları, beyaz kadınların ırzına geçmekten başka bir şey düşünmedikleri yazılıyor. Yani dişil olan Hint halkı birdenbire eril oluyor. Hemen yetişip isyanı bastırmak ihtiyacı doğar. Bu çok tipik bir örnektir. Söylemler siyasal konjonktüre bağlı olarak değişiyor. Bu klişeler gerçekten kaynaklanıyorsa hangi gerçek? Gerçek sürekli değişiyor.

Bu şekilde insanlar da yönlendiriliyor değil mi?

Maalesef çok kolay bir şekilde yönlendiriliyoruz ve bunu bir olay çıktığında, Falkland  olsun Irak olsun, yaşıyoruz. Mesela birinci Körfez Savaşından önce savaş çıkmasını protesto ediyordum ABD’de binlerce insan yürüyorduk sokaklarda. Ama bir ay içinde kimse kalmadı ortada. Neden? Çünkü birdenbire bu savaşın gerekli olduğuna inanılıverdi. Burada da kadın motifi çok önemli bir rol oynadı. Hatırlayacaksınız, Amerikalı kadın er, Jessica Lynch, esir alınmış ve bu, büyük bir olay olmuştu. Oysa kadın kendisine kötü davranılmadığını bizzat söylemişti. Ama olay Amerikan tarafında “bizim sarışın kızımız, o esmer adamların arasında kaldı, onu hemen kurtaralım”a dönüştü. Bu mekanizma günümüzde de kolayca çalıştırılıyor. İnsanlar o kadar programlanmış ki, hemen kanıyorlar.

“Çerkes Güzeli: Bir Şarkiyatçı İmgenin Serüveni” adlı kitabınızdan yola çıkarak, Avrupalılar neden Çerkez kadınlarına düşkünler, Çerkez kadınlarının nasıl bir imajı vardı?

Oryantalist tablolarda resmedilmiş bembeyaz kadınlar görürüz. Oysa Doğu’da bu kadar beyaz kadın yoktur. Genellikle bu kadınlar açık açık söylenmese de, Çerkez oldukları fikriyle çizilmişlerdir. Batı’da, 17. yy.a kadar bir Çerkez kadını motifi vardır. Bu kadınlar, Batı kültüründe beyazlıkları ile tanınıyorlar. Bu beyazlık Batılıların ırk kavramını tanımlamalarında çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü ırkçılık genellikle beyazları zencilerden farklılaştırmak için ortaya atıldığı için hep zencilere kıyasla tartışılmıştır. Hâlbuki başkalarının siyah olduğunu söylemek bizim beyaz olduğumuzu söylemektir. O vakit beyazlığı bir şekilde tanımlamak gerekir. O dönemin yazılarına baktığımız zaman, 18.yy.da, Kafkaslar güya insanlığın doğduğu yerdir. Asıl insan beyazdır, Gürcüler ve Çerkezler ilk insana en yakın uluslardır. Böyle bir mit yaratılmış. Tabii ki, bunda en ufak bir doğruluk payı yok. Fakat böyle bir ideoloji var, saf ırk da oradan gelir. En beyaz en saf ırktır.

Ayrıca Çerkezler cariyelikle özdeşleştirildiği için çok da ilginç sorunlar yaratılmıştır Batı kültüründe. Bir taraftan cariyelik cinsellik olarak görülürken öte yanda cinsellik uzaklaştırılıp bu, hep koyu renklilerin bir sorunu olarak değerlendiriliyor. Sanki beyazlar aseksüel bir şekilde çoğalıyormuş gibi. Afrikalılar veya güney Asyalılar hep çok fazla cinseldir de Avrupalılar cinselliklerini bastırır çünkü onlar daha uygardırlar. Bu durumda Çerkezler iki camii arasında kalıyorlar çünkü hem beyazlar hem cinseller. Dolayısıyla çok ilginç bir paradoks var, kitapta da bunu anlattım.

*Bu arada Limmud organizasyonunda çalışan arkadaşlarıma İrvin Cemil Schick adını akıllarının bir köşesine kaydetmelerini tavsiye ediyorum.