Adaletsizlik ve Talmud

Adaletsizlik duygusu bireyi içten içe kemirirken toplumun da ince ayarlarını bozuyor.

Yaşadığımız haksızlıklar ve adaletsizliklerle ilgili Talmud’un ilginç bir yorumu var. Lakin onun tavsiyesine uymak istemezseniz geriye tek bir seçenek kalıyor!

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
20 Mayıs 2010 Perşembe

“Ağustos böceği ile karınca” hikâyesini bilmeyenleriniz yoktur. Hani birincisi tembel tembel otururken karınca sürekli çalışmış, kış mevsimi de gelince sıcak sıcak evinde otururken ağustos böceği karda kışta sokaklarda sürünmüş.

Karıncanın, kapısına yardım için gelen ağustos böceğine sergilemiş olduğu olumsuz tavır, temel haklar bakımından bir aykırılık teşkil ediyor mu? Yani, karınca mülkiyet hakkını kullanırken ağustos böceğinin yaşam hakkını ihlâl etmiş midir? Karınca, bu davranışıyla adalet duygusunu zedelemiş midir? Yoksa karıncanın davranışı adaletin bir gereği midir?

***

Yeryüzünde adalet arayışı insan tarihi kadar eski olmalı. Eskidir çünkü insanla başlayan hayat; insanın, gücün, menfaatin ve paranın olduğu yerde adaleti hep aramış, adaletsizliği seyretmiş.

Sokrat’ın adaletsizliğe uğrayıp idam cezasını bizzat kendisinin infaz etmesi genç öğrencisi ünlü Eflatun’u derinden yaralar ve büyük filozof, o tarihten sonra bütün enerjisini, iyi insanı yaratacak, adalet kavramını yaşatacak ve adaletsizliği yok edecek ideal devlet modeli arayışlarına verir. Böylelikle Sokrat’ların öldürülmeyeceği adil bir devlet düzenini tanımladığı meşhur ‘Devlet’ eserini yazar.

Yazar da, dünya aynı dünya, insan da aynı insan kalır.

Zira, insanın doğası ütopyalara prim vermiyor…

***

Geçenlerde son yıllarda çok etkilendiğim filmlerden birini seyrettim. Oscar Ödülü alan Arjantin yapımı, “El Secreto de Sus Ojos-Gözlerindeki Sır.”

Adaletsizlik duygusuna ve bundan da önemlisi adaletsizliğin büyük ağırlığı altında ezilen bireyin kendi çabasıyla adaleti sağlamaya çalışması üzerine insanı sersemleten bir film. Arjantin’in cunta döneminde yaşanan ve ülkenin en tepesinden başlayıp en alttaki bireyi kapsayan adaletsizlik tavrı karşısında mağduriyete uğrayanın neler yapabileceğine dair çok önemli bir film. Dünyada duymadığımız, görmediğimiz milyonlarca sessiz bireysel adalet arayışlarından en görkemlisini gösteren, hukukun yaratamadığı adaleti kendi bireysel çabalarıyla yerine getiren bireyin hazin öyküsü var filmde. Etkileyici ama bir o kadar da korkutucu tabii ki.

Demokrasinin tam gelişmediği, hukukun tam olarak işlemediği toplumlarda her gün gördüğümüz adaletsizlikleri, mağdurların kendi çabalarıyla çözümlemesinden gayri korkunç bir şey olabilir mi?

***

Hepimiz tarih boyunca yaşanan büyük haksızlıkları, adaletsizlikleri duyduk, okuduk. Bugün bunların, hem devletler düzeyinde, hem de bireysel ilişkilerde yaşandığını da görüyoruz ve haklı olarak bunun neden düzelmediğini sorguluyoruz. Holokost ve diğer soykırımlarda milyonlarca insanın, milyarlarca çocuğun yok edilmesi adaletsizliği veya kahpe mayına basıp göçüp giden genç askerlerimizin uğradığı adaletsizlik karşısında duygusal isyanlarımız bizi geçici olarak belki rahatlatıyor ama adalet arayışlarımız noktasında soruna hiçbir katkıda bulunmuyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor sadece!...

Bir başka büyük sorun da adaletsizliği görmüş bireyin, etrafında gelişen olaylar karşısında gerçeği arama zahmetine girmeden meseleyi komplo teorileri ile açıklaması ve buna sonuna kadar inanıyor olması.

Eşitliğin ve adaletin zedelendiği toplumlarda birey artık sadece inandığına inanıyor. Gerçek arayışı, adalet arayışı en büyük zararı görüyor böylelikle.

Bütün bu olumsuz gelişmelerin, acaba toplumları yönetecek donanımlı ve derinlikli önderlerin olmamasına mı bağlamalıyız? Hem adaletsizliği, insan doğasının sınırlarını zorlayarak giderebilecek, hem de bu toz duman arasında doğruyu işaret edip yığınları gerçekler karşısında bilinçlendirecek toplum önderleri bulmak gerekiyor belki de.

***

Adaletsizlik karşısında Talmud’un meseleye ilginç bir yaklaşımı var. Bir Talmud yorumu şöyle diyor:

“Haksızlığa uğradığımızı hissettiğimiz zamanlar yapmamız gereken, bakış açımızın Tanrı’nın bakış açısından farklı olduğunu hatırlamaktır. Bir çift teleskop düşünün. Birinin büyütme gücü 50x, diğerininki ise sonsuz. Biz 50x gücündeki teleskopu, Tanrı ise diğerini kullanıyor. Kim daha uzağı ve daha ince ayrıntıları görebilir?...”

Bu yaklaşım, haksızlıklar karşısında sabır gösterip genel sonuca bakmayı öğütlüyor sanırım, son tahlilde. Yok, diyorsanız geriye tek seçenek kalıyor:

Albert Camus’nün‘saçma’ya başkaldırmasından hareketle bir düşünürün dediği gibi,

“Direnişsiz adalet, olanaksızdır”a inanmak…