Bu 'KONSER'I kaçırmayın

Kariyerini dünyanın muhtelif ülkelerinde yaşayan Yahudilerin yaşamlarına odaklanan filmlerle yapan Rumen sanatçı bizlere bu kez çağdaş ve müzikal bir masal anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
29 Eylül 2010 Çarşamba

Hayatlarının son dönemini ölüm kampında geçiren, çocuklarından kopartılan Yahudi anne-babasını tanımadan büyüyen keman virtüözü bir genç kızın öyküsü, sırf son yarım saatindeki Çaykovski keman konçertosu için izlenmeyi hak ediyor. Mihaileanu’ya has trajikomik durumlar eşliğinde, film Slav ırkı ve Yidiş Yahudi folkloru hakkında ilginç tespitlerde bulunuyor.

Hayatlarının son dönemini ölüm kampında geçiren, çocuklarından kopartılan Yahudi anne-babasını tanımadan büyüyen keman virtüozu bir genç kızın öyküsünü anlatan “Paris’te Son Konser / Le Concert”, sırf yarım saatinden Çaykovski keman konçertosu için izlenmeyi hak eden bir film.

Kariyerini dünyanın muhtelif ülkelerinde yaşayan Yahudilerin yaşamlarına odaklanan filmlerle yapan 50 yaşındaki Rumen yazar-yönetmen Radu Mihaileanu, bizlere bu kez sevgi dolu, çağdaş ve müzikal bir masal anlatıyor.

1980’de Çavuşeşku diktatörlüğünden kaçmış, yerleştiği Fransa’da kaliteli bir sinema kariyeri yapmış sanatçının filmlerindeki ana tema kimlik değişikliği.

“Yaşam Treni / Train de Vie”de Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudi köylüler Nazilerin eline geçmemek için sahte bir Nazi tren konvoyu oluşturmuşlardı. Bir Şans Daha / Va, Vis et Deviens” de Afrikalı bir Hristiyan göçmen genç açlıktan kurtulmak için yetin bir Yahudi çocuğun kimliğine bürünmüştü.

“Paris’te Son Konser”de, Brejnev zamanında, orkastrasına Yahudi müzisyenler aldığı için işinden atılan bir orkestra şefinin, Paris’teki ünlü Chatelet tiyatrosunda, eski arkadaşları ile kurduğu toplama orkestra ile, sahte Bolşoy kimliğiyle verdiği intikam konserini izliyoruz.

Radu Mihaileanu’ya has trajikomik durumlar eşliğinde, slav ırkı ve yidiş Yahudi folkloru hakkında, film ilginç tespitlerde bulunuyor. Rusya’da geçen, fars atmosferi içinde anlatılan filmin klişelerle dolu ilk saatinde, eski sosyalizminin atmosferi, psikolojisi, ustalıklı bir eleştiri eşliğinde veriliyor.

İNTİKAM KONSERİ

Konsere sponsor olan, yeni zengin, uyanık, görgüsüz iri yarı Rus karakter filmde karikatüre yakın bir uslupla çizilirken, son yılların yükselen değerleri arasında yer alan Rus milyarderleri incelikle hicvediliyor.

Fransa’da geçen filmin 2. bölümü, Rus orkestra şefinin ünlü Fransız keman virtüozu bir kızla karşılaşmalarını, geçmişin kapanmayan hesaplaşmalarını, gizemli durumların açıklık kazanmasını, hızlı ve keyifli bir tempoyla anlatıyor.

İlk bölüme kakofoni, ikincisine armoni hakim. Filmin görkemli final bölümünde Mihaileanu, geriye dönüşlerle aklımızdaki tüm sorunların cevabını veriyor. Rus karakterlerin bozuk ve yanlışlarla dolu Fransızcaları diyalog yazarını çok eğlendirmiş olacak ki, ustalıkla abartılan bu diyaloglar sayısız komik durum yaratıyor. Tarantino’nun “Sahte Kahramanlar”ından tanıdığımız Melanie Laurent, keman virtüözü rolünde, Fransız sinemasının yükselen değerlerinden biri olduğunu kanıtlayan unutulmaz bir performans yaratıyor.

Sezonun ilk sürprizi

İlk günlerini yaşadığımız sinema sezonunun ilk büyük sürprizi İsveç’ten geliyor. En verimli çağında (44 yaşındayken ölen) İsveçli Stieg Larsson’un 35 milyon satan Milenium üçlemesinin ilk ayağı “Ejderha Dövmeli Kız / The Girl With the Dragon Tattoo”, vatandaşı Niels Arden Opley tarafından sinemaya uyarlanmış. Hollywood’un yaratıcı yönetmenlerinden David Fincher aynı romandan bir Amerikan versiyonu film yapmaya hazırlanıyor. Bizler de, Film Ekimi’nde gösterilecek üçlemenin ikinci ayağı “Ateşle Oynayan Kız”ı izlemeye hazırlanıyoruz.

“Ejderha Dövmeli Kız”a dönecek olursak, bu müthiş polisiye, gerilim türünden hoşlananlara, aksiyon filmleri meraklılarına ilaç gibi gelecek. 40 yıllık bir sırrı ortaya çıkarmak için güç birliği yapan, biri erkek gazeteci, diğeri bilgisayar korsanı bir genç kız, bizlere alışık olmadığımız tarzda, zıt karakterli iki dedektifi izlettiriyorlar.

Yazısında, karanlık işler çeviren bir iş adamına iftira attığı için, 6 ay sonra hapse girecek 40’lı yaşlardaki gazeteci Mikael, varlıklı bir aileden bir iş teklifi alıyor. 40 yıl önce esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan bir güzel kızın gizemli sırrını çözmek için işe koyulan Mikael, katili Nazi sempatizanı, bağnaz bir ailenin içinden bulup çıkarması gerektiğini anlatıyor. Polis arşivlerinden ve internet üzerinden araştırmalarını sürdüren Mikael’in dosyası sabıkalı bir hacker olan Lisbeth’ın eline geçiyor. Başı şartlı tahliye memuruyla dertte olan genç kız tecrübeli gazeteci ile bilgilerini birleştirip katilin peşine düşüyorlar. Kendisine tecavüz eden şartlı tahliye memurundan intikamını alan, öfke dolu Lisbeth, araştırmayı engellemeye çalışan aile bireylerine nasıl acımasız bir çetin ceviz olduğunu kanıtlıyor.

Filmde esrarengiz ilişkiler, aile içi günahlar, sırlar ve gizemler, enerjik ve dinamik bir sinematografi eşliğinde işleniyor. Lezbiyen Lisbeth’in, yalnızlığı dışında paylaştığı ortak yanı bulunmayan Mikael ile yakınlaşması filmin seks boyutunu oluşturuyor (ancak erotizm yok). Bu son derece etkileyici filmde ırkçılık, bağnazlık, sapıklık, kadın düşmanlığı temaları işleniyor. Zaten eserin İsveççe orijinal ismi “Kadınlardan Nefret Eden Erkekler”. Filmin müthiş etkileyici kahramanı Lisbeth, dövmeli, asi ruhlu, asosyal, gerektiğinde erkeklerle yumruk yumruğa kavga eden çizgi dışı bir karakter. Piercing’li, sıska, öfkeli, arıza genç kızı, ufak tefek Naomi Rapace müthiş bir gerçeklik ve çarpıcılıkla canlandırıyor.