Referandum ve etiketler

Köşe Yazısı
29 Eylül 2010 Çarşamba

David Ojalvo


Referandum sonrası dönemdeyiz ve Eylül ayının ikinci yarısına eleştiriler hakim. Nüfus cüzdanımın din hanesinde ‘Musevi’ yazılı olduğu üzere, referandumun ardından cemaatimin duruşuna yönelik eleştiriler dikkatimi çekiyor. Bir de Sezen Aksu dinlediğim için tepkiyle karşılaşıyorum. Konu bir yerde adeta ‘evet’ veya ‘hayır’ın nedenleri ile sonuçlarını, geleceğimizi tartışmak yerine, etiket üzerine etiket yapıştırmaktan ibaret. Belli kalıplarda, belli çıkarımlara varmak neredeyse... “Sezen Aksu ‘evet’ oyu verdi, onu dinlememeli”, “Yahudiler sessiz kaldı, demek ki muhalif değiller,” gibi tepkileri abartılı, sığ ve yıkıcı buluyorum.

Eğer renkleri saymak istersek, temel olarak sarı, kahverengi, kırmızı, siyah, beyaz, turuncu, yeşil, mavi... diye sıralamaya başlayabiliriz. Oysa örneğin bir yeşilin bin bir tonu vardır; doğada milyonlarca renk vardır. Belki renkleri tonlarını göz ardı ederek birkaç başlık altında toplayabilirsiniz; ama aynısını toplumlara uyarlamanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Günümüzün temel sorunlarından biri de işte bu: etiketlemek, etiketlenmek. Belli kelimelerden yola çıkarak, kolektif bir düşünce tarzıyla, önyargıları hayata geçirmek. Bireyi birey olarak tekil ele alabilme kaygısını taşımaktansa, büyük başlıkların altında sıkışıp kalmak.

***

Ülkemizin her vatandaşı gibi, kimliğinin din hanesinde ‘Musevi’ yazan bireyler de, 12 Eylül Pazar günü görevini yerine getirdi ve oylarını kullandı. Sandıktan çıkan ‘evet’ sonucunun, önümüzdeki yıl gerçekleşecek olan genel seçimlerle beraber değerlendirilmesinin önemine inanıyorum. Referandum etkilerini orta vadede, genel seçimlerin ardından yaşayacağımız düşüncesindeyim.

Bugünlerde referandumun sonucunu değerlendiren medyadaki yazıları, programları, tartışmaları elbet ilgiyle takip ediyorum. Bu noktada dinimden hareketle, cemaatimden siyasi yönde bir beklentisi olanları, çıkan ‘evet’ sonucu karşısında yöneltilen eleştirileri, belirtmiş olduğum gibi, gereksiz buluyorum. Bence bir sessizlik söz konusu olamazdı da. Eğer demokrasiden, laiklikten söz ediyorsak eğer, ne çoğunlukta ne de azınlıkta, ‘din’ temel alınarak siyaset yapılmamalı. Bu ince bir konudur. Bilindiği gibi, Türk Yahudileri, ülkemiz topraklarında II. Beyazıt Dönemi’nden beri yaşamaktadır. Eşit vatandaş vurgusunun yapıldığı üzere, Türk Yahudileri de savaşta ve barışta, Cumhuriyetimizin kuruluşunda, geçmişte ve günümüzde temel vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş, ülkemize, gayet doğal olarak katkıda bulunmuş, bulunmaya da devam etmektedir. ‘Cemaat’ kavramıysa, ülkemizin laik yapısında altında yerini almaktadır. Bu çerçevede, Musevi (din) etiketini siyasetten ayrı bir yere konumlandırdığınızda, durum basitleşiyor. Referandum gününde de sokaktaki vatandaştık.

***

Kavramların, kimliği oluşturan parçaların toplumların belliğinde yerini bulamadığı bir zamandayız hâlâ. Etiketler o kadar çok ki!... Gayrimüslim, Müslüman (Alevi, Sünni), kadın, erkek, muhafazakâr, laik, Türk, Kürt... Birden fazla etiket taşıyoruz; ama ortak, yapıcı bir bütünlük içinde birleşemiyoruz. Bazı anlarda, insana kimliğini taşımak da ağır geliyor. Farklı unsurlardan ayrımcılığa uğramak korkusu yaşanıyor, birey özgürce yaşamıyor, özgürce davranamıyor. Özgürlük, eksiliyor. “Tüm bu tartışmaların neresindeyim,” diye soruyorum kimi zaman. Doğarken, kimliğim dahil, kimi açılardan beni sınırlandıran bir dünyaya gelmişim. Bu sınırları ne kadar aşabileceğiz?