Türkiye-İsrail İlişkileri /Bir varmış bir yokmuş

Türkiye dış politikasının yakın dönemlerde geçirmekte olduğu dönüşüm, 2010 yılının son dönemecine girildiği şu günlerde yeniden üzerinde durulmaya değer bir konu. Medyanın anayasa referandumu ile dolup taştığı son haftalarda, dış siyaset doğal olarak, gözden ırak kalıyor.

Marsel RUSSO Perspektif
22 Eylül 2010 Çarşamba

Oysa Türk dış politikasındaki yeni eğilimler, Gazze odağında gelişen Türk-İsrail ilişkileri ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İran ile ilgili Haziran ayında aldığı karara verilen olumsuz oyla, yabancı başkentlerde gündemin önemli bir maddesi olarak ortaya çıktı

“SETA” – Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından yayınlanan Insight Turkey dergisinin son sayısındaki Taha Özhan imzalı bir çalışmada, dış politika konusu enine boyuna irdeleniyor. “Gazze Konvoyu Krizi Işığında Türk, İsrail ve ABD”  başlıklı inceleme genel bir değerlendirme ile başlıyor.

“Gazze yardım konvoyu krizi ve bunu takip eden diplomatik süreç, Ortadoğu’da dengelerin oluşturulması ve barışın sağlanması süreci ile ilgili değişik ve birbirleri ile uyumlu olmayan görüşlerin varlığını ortaya koydu. Bu olay aynı zamanda, Türkiye ile İsrail’in, stratejik ilişkilerine rağmen, konu bölgesel güvenliğe gelince, olayları aynı gözle göremeyebileceklerini de gösterdi. Ondan öte, bu olay, ABD’yi Ortadoğu’daki iki güçlü müttefiki arasında zor bir seçim yapma durumuna soktu. Türk – Amerikan ilişkileri zaten Soğuk Savaş sonrası süreçte değişik bir hal almaya başlamıştı. Gazze krizi, bu ilişkilerin yeniden şekillendiği ve tanımlandığı bir döneme isabet etti. İsrail’in Amerika ile olan çok özel ilişkileri bu anlamda üç ülkenin birbirlerine olan yaklaşımlarını da etkiler nitelikte. Dolayısı ile ülkeler arası yaklaşımlar konusunun ciddi bir şekilde ele alınması gerekir. Bu anlamda bazı çevreler Türk dış politikasının konuya olan yaklaşımını batıya sadakat seviyesine indirgediler.”

Özhan, bu bağlamda Ankara’nın dış politikasında olduğu söylenen eksen kaymasını kasıtlı bir tespit olarak görüyor ve şöyle diyor yazısının ilgili bölümünde:

Türkiye dış politikasındaki batı merkezli öğelerden kurtuluyor

“Türkiye’nin ne tarafa yöneldiği konusunda, bazı çevrelerde son zamanlarda çokça sorular soruluyor. Özellikle, Başbakan Erdoğan’ın Davos Ekonomik Forumu’nda Cumhurbaşkanı Peres’e, Gazze’deki insanlık dramı konusundaki çıkışından sonra bunlar hatırı sayılır derecede artmış durumda. Bu soruların iyi niyetle sorulup sorulmadığını irdelemek gerekir. Bunlar, Türkiye’nin gidiş yolunu iyice anlamak adına mı soruluyor, yoksa Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için mi dillendiriliyor? Olayların gidişi, böylesi sorgulamaların esasen Türkiye’ye gözdağı vermek için yapıldığını ortaya koyuyor!”

Türkiye’deki iç siyaset, sosyal toplum üzerine konulan gerilim dikkate alınmazsa Özhan’ın yaklaşımı gerçekçi. Ancak olaya yalnızca dış siyaset ekseninde bakmak bizi yanlış sulara götürür. Bu konuda ileri gitmeden, yazıda öne çıkan bazı başlıkları sıralamak doğru olacak.

İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği savaş Türk-İsrail ilişkilerinde büyük gerilim yarattı. İlişkilerde karşılıklı kuşku ve güvensizlik dönemini açtı.

Türkiye-ABD arasındaki ‘model ilişki’ dönemi hiyerarşik bir görüşe değil, karşılıklı birbirini anlama ve yardımlaşma görüşüne dayalı olmalı.

Türkiye yeni dış siyasetini ‘komşuları ile sıfır sorun’ ilkesi etrafında şekillendirmekte.

İran konusunda Türkiye ve Brezilya’nın girişimleri ambargo önlemleri ile durdurulmamalı.

ABD ile Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti hiç bugünkü kadar örtüşmemişti.

Türkiye dış politikasındaki batı merkezli, Avrupa eksenli öğelerden kurtuluyor.

Efsanevi İngiliz Başbakanı Winston Churchill’in mülakatlarının birinde ifade ettiği gibi, ülkelerin dostları veya düşmanları olamaz. Olsa olsa çıkarları olabilir. Bu açıdan bakılacak olursa Özhan’ın ortaya koyduğu maddeler düzgün, sağlıklı bir yapıya işaret ediyor. Ancak kendisi, Türkiye’nin özellikle de İsrail ile olan ilişkilerinde sıkıntı yaratan bazı gerçekleri es geçiyor gibi.

Yaklaşımın eksikleri

Türkiye’nin uluslararası kamuoyu tarafından terör örgütleri listesinde yer alan Hamas ile olan bağlarını irdelemiyor, örneğin. Hamas’ın Filistin Özerk Yönetimi’nde yapılan seçimlerde oyların çoğunluğunu aldığı doğru. Ancak aynı Hamas’ın İsrail’in varlığını kabul etmediği de doğru. Bu anlamda, Ankara Hamas’ın bu politikalarına set çekememiş ve kendisini, İsrail’i tanıma yolunda ikna edememiş olacak ki, Hamas, siyaseten tanıma bir yana, ülkenin güneyine sayısız roket göndermeye devam etmiştir ve etmektedir. Oysa Türkiye Ortadoğu’da kendi çıkarlarını ortaya koyabilecek güçte bir ülke görünümü ile çeşitli konularda stratejik ortaklık kurduğu İsrail’i tanıması yolunda Hamas’a telkinde bulunabilirdi.

Öte yandan, Batı Şeria’da idareyi elinde bulunduran El Fetih ile Gazze’de idareyi elinde bulunduran Hamas arasındaki eşi benzeri görülmemiş husumetin sona erdirilmesi sürecinde Ankara’nın ne kadar etkin bir rol oynadığını da gündeme getirmek gerek. Oysa İsrail ile Filistin arasında kalıcı bir barışın tesis edilmesinin önemli bir ön şartı bölünmüş Filistin siyasetinin toparlanmasıdır. Başkan Obama’nın ev sahipliğine yapılan son İsrail – Filistin doğrudan görüşmeleri sürecine Hamas’ın ne şekilde karşılık verdiği, her ne kadar Türkiye’deki medyaya pek yansımadıysa da, yabancı basın organlarının gündemindeydi, az bir zaman önce. Dolayısı ile Hamas’ın uzlaşmacı bir kimliğe kavuşturulması sürecinde Ankara’nın bir katkısı olması gerekir. Böylesi bir gereklilik çalışmada ortaya konulmamıştır.

Türkiye’nin komşuları ile sıfır sorun politikası çerçevesinde oluşturduğu yeni söylem Ankara’nın bölgesel bir güç olma durumunu perçinler niteliktedir. Ancak komşularla sıfır sorun, Türk – İsrail ilişkilerinin yıpratılması üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda, özellikle İsrail’in varlığını tartışmaya açan İran ile geliştirilen yakın temaslar, Tahran’ın bu yöndeki söylemlerini yumuşatacağına, Ankara’da ve Türk kamuoyunda aksi yönde görüşlerin oluşmasına katkı sağlamaktadır adeta…

Ve nihayet Mavi Marmara felaketi… Gazze’ye yardım götüren filonun durdurulması konusu başlı başına bir inceleme konusu. İsrail ile arasında bugüne dek husumeti gerektirecek hiçbir neden olmayan Türkiye, kendi sınırları ile ilgili olmayan, kendi iç güvenliğini, toprak bütünlüğünü etkilemeyen bir konuda bu ülke ile karşı karşıya geldi... Bunda elbette ki İsrail’in beceriksizliği tartışılmaz. Ancak burada atlanan bazı noktalar var… Gazze’ye insani yardım konusu bu anlamda sanki bazı çevrelerce, iki ülke arasındaki ilişkilerin rayından çıkarılması için özel olarak tasarlanmış gibi gözüküyor.

Özhan’ın çalışması böylesi konulara değinmiyor. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargonun neticede kendisini uluslararası arenada izole ettiğini ifade ediyor ki, genelde algılama bu yönde.

Türk-İsrail ilişkilerinde asimetri ve belirsizlik

Türk – İsrail ilişkileri uzmanı Prof. Ofra Bengio, kaleme aldığı ve yakın bir geçmişte dilimize de çevrilen kitabı “Türkiye – İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine” adlı kitabında şöyle bir tespitte bulunuyor:

“(Türk – İsrail ilişkilerinde ) Asimetri pek çok düzeyde kendini gösterir – beyanlar, diplomasi ve siyaset: İsrail genellikle yaklaşan ve iyi ilişkiler kurmak için çaba sarf eden taraftır. İsrail için, Türkiye ile kurulan ilişkiler onur ve meşruiyet kaynağıdır. Öte yandan, bu ilişkiler Türk hükümetini kimi zaman utandırır ya da ikileme yol açar. (…) Türk medyasında Filistin meselesine dair haberlerin çoğu tek yönlü ve İsrail aleyhinedir. İsrail’in Filistinlilere karşı düzenlediği saldırılar haberlerde her zaman yer bulurken, Hamas’ın İsrail’e karşı düzenlediği terörist saldırılar Türk medyasında nadiren yer alır. Oysa İsrail medyası Türk ordusu ile PKK arasındaki çatışmaları genellikle Türk bakış açısı ile verir ve PKK’ya hoşgörü ile yaklaşmaz.”

(s.253 – 254 )

Bengio kitabında bu gibi örnekleri çeşitlendirerek iki ülke arasındaki karşılıklı ilişkilerin nabzını tutar. Vardığı sonucu aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür.

“Özetle, asimetri ve belirsizlik ilişkiyi tanımlamayı sürdürür ve hem İsrail hem de Türkiye oyunun kurallarını kabul etmiş görünür. İsrail siyasi ve stratejik kaygılarla şikâyetlerini kendine saklamaya devam eder… Türkiye ise Arap ve Müslüman hassasiyetlerini göz ardı etmeden belirsiz beyan ve davranışlarını sürdürür…” (s.264 )

Esasında ikili ilişkilerin kurulduğu ilk anlardan beri bunların gidişini tanımlayan en önemli parametre Filistin sorununun kıvrımlarıdır. Nitekim 1995 Oslo Barış Süreci ile başlayan tatlı bahar dönemi 2000 yılında girişimlerin başarısızlıkla sona ermesi noktasında inişe geçer. Keza, 2005’te İsrail’in tek taraflı olarak Gazze’den çekilmesi ile oluşan olumlu tablo, 2006 Hizbullah çatışması ve 2009 ‘Dökme Kurşun Operasyonu’ ile yine krize girer.

2009 yılında İsrail’deki seçimlerin sonuncu ulusal söyleme sahip partilerin iktidara gelmeleri işleri kolaylaştırmaz, ‘sandalye krizi’ ve Mavi Marmara olayı gibi yaşanan olumsuzluklar ilişkilerde derin yaralar açar. Dış siyasette daha bağımsız hareket etme eğilimindeki Ankara’nın yeni beklentileri ve söylemi ile Türk – İsrail ilişkileri artık Bengio’nun tanımladığı çerçeveden kopuyor. Türkiye, bölgesel sorunlarla baş etmede veya katkı sağlamada İsrail kartını kullanmaya gereği olmadığını hesaba alarak kendine yeni bir yol çiziyor…

Kaynakça:

Insight Turkey- Vol. 12 No. 3 / 2010 

- Yaz 2010

Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine

Prof. Ofra Bengio

Erguvan Yayınevi, İstanbul