“Moiz Cuma’ya gitti, gelecek…” Neve Şalom’da bir gönül Sofrası: Geleneksel iftar yemeği

Mois GABAY Toplum
25 Ağustos 2010 Çarşamba

“Moiz Cuma’ya gitti, gelecek…”  Tahtakale’de dükkânları gezerken, bir dükkânın camının önünde bu yazıyı görseniz ne dersiniz? Bir anda ne kadar garipsersiniz değil mi?  Ben de geçtiğimiz hafta Neve Şalom Kültür Merkezi’ne girer girmez günün anlamını kavrayana kadar bu şaşkınlığı yaşadım. Kendi kendimize o kadar kalıplar yaratmışız ki bu dünyada kalıpların dışına çıkıldığı anda sorup anlamadan hemen şaşırıyoruz. Bu sene ben de ilk defa 11 senedir süre gelen Neve Şalom’daki geleneksel iftar yemeğine katıldım. Salona girer girmez karşımda gördüğüm Vefa Bozacısı ilk şaşkınlığı yaratmışken bir baktım etrafta dolaşan geleneksel kıyafetli hanımlar Türk kahvesi ikram ediyorlar. Sonra masaya oturdum baktım ki, masada ramazan pidesi, iftariyelikler, kendi kendime “sanırım yanlış geldim.” dedim. Heyecanım daha yatışmamışken masada başlayan muhabbet beni kendime getirdi. Karşımızda oturan Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürü Zeki Gürsül bize çay ikram etme nezaketini gösterirken bir andan da anlattığı fıkralarla ortamı ısıtmayı başarmıştı. Ortamda çalan Sufi müziğin gizemi, özenle seçilmiş iftar menüsü beni Feshane gecelerine götürürken buna bir de değerli konuklarımız eklenince masada gönül ziyafetinde bir sohbet başladı…

Gecede söz alan konuşmacılar Mevlana’dan, Hacı Bektaş- ı Veli’den dizelerle bize iyiliği, doğruluğu tekrardan hatırlattılar. Konuşmalar esnasında farklı dinlerden okunan ezgilerin tümü konukları aynı yola davet ediyordu. Gecenin sunumunu üstlenen Albert Ender de kullandığı dil, kelime seçimi ile gecenin rengini bize sunarken, beraber oturan farklı dinlerden ama aynı gönüllerde olan dostlar da bu sayede hem tanışma hem de kaynaşma fırsatını buluyorlardı. Hahambaşı Rav İsak Haleva işte “ Asırlar boyu aynı tarihi, aynı dilekleri, aynı duaları temennü etmek bizi aynılaştırmıştır” derken bize bu güzelliğin değişik görüntülerinden bahsetmekteydi. Cemaat Başkanı Sami Herman “religio” yani dinin Latince birleştirmek kökünden türediğini hatırlatarak bize orucun farkındalık ve düşünme üstüne olan iyi bir insan olma öğretisi olduğunu belirtti. Gecede ayrıca söz alan Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksek Mimar Dr. Kadir Topbaş ise “Ancak İstanbul gibi bir kentte bir dinin mabedinde diğer dinin iftar yemeği verilebilir.” diyerek Ramazan’ın yansıttığı insani değerleri bize hatırlattı.  Topbaş’ın konuşması esnasında birkaç ay evvel gazetemizde irdeliğimiz “Galata’da yaşamış İsaac Rousseau’nun hayatı”ndan alıntı yapması ise salonda bulunan yazarlarımızda ufak bir tebessüm yarattı. Gecenin sonunda cemaat yönetiminin hediye dağıtmak yerine Pakistan’daki felaketzedelere Üç Mevlana Çadırı bedeli bağışlaması ise duygulu anlar yaşanmasına sebep oldu. Bunun üzerine söz alan Pakistan Başkonsolosu da hem yardıma teşekkürlerini belirtirken hem de duyarlılığından dolayı Türk halkına şükranlarını iletti.  Bu özel gece beraberce içilen gönül şerbetlerine teşekkür için Hazan Araşi David Sivi ve Beyoğlu Müftüsü Vekili Yakup Kabalak’ın ard arda okudukları şükran duaları ile son buldu. Salonda bulunan herkes Tanrı yolunda dinlerin birleştiriciliğine tanıklık etmiş oldu.

Tıpkı söylendiği gibi İstanbul öylesine bir şehirdir ki yaşadığın sürece şikâyet etsen de ayrı kaldığında şikâyet etmeyi özler olursun. Bu barış kentinde aynı dili konuşan değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşır. Bu öyle bir paylaşımdır ki Ayasofya’da bir yanda mozaikleri bir yanda üzerinde peygamberlerin adlarının yazılı olduğu levhalar, içeride Müslümanı, Hristiyanı aynı heyecanı hisseder. Perşembe akşamı o salonda bulunan herkes makamların büyüsünde bu duyguları yaşadılar, farklı dudaklardan dökülen ama ona doğru giderken bir olan dualar o özlediğimiz birlikteliği bize hatırlattı. Siz söyleyin sıcacık bir çayın, bir hoş sohbetin, bir kuru kahvenin dini dili olur mu?  Nasıl ki Istanbul camileri, kliseleri ve sinagogları ile bir bütündür, bu bütünü tamamlayanlar ise o insanların beraberce yedikleri ramazan pidesi, hamursuzu ve paskalya çöreğidir. Nasıl ki meze sofrasından Çerkez tavuğunu, Ermeni pilakisini, Rum böreğini, Arnavut ciğerini ayıramazsınız işte biz de böyle bir bütünüz. Bizi ayırmak isteyen, Allah ile aldatmak isteyenlere en güzel cevap sofralarımızın tadında gizlidir. Dileğimiz bu birliktelik ortamının sofralarda sınırlı kalmaması ve o eski tatların hep beraber yaşatılmasıdır. Dilerim ki bu tip etkinlikler toplumun her kesiminde devam eder,  birbirimizi tanımak ve anlamak artık unutmaya yüz tutan beraber yaşama kültürümüzü de bize hatırlatacaktır…