Maddiyatı sevmek

Sağlık
18 Ağustos 2010 Çarşamba

Nuia MANA


Hep maneviyatın üstünlüğü, maddiyatın alçaklığı anlatılmıştır bize. Paranın alamayacağı şeyler olduğunu, hayatın elle tutulamayan kısımlarının değerini bilmemiz gerektiğini kafamıza kakmışlardır. Üstelik bunu sadece ‘eski kafalı’ büyüklerimiz yapmamış, neredeyse bütün kişisel gelişim kitapları maneviyatı maddiyattan üstün tutmuş, Yeni Çağ öğretileri ya da ruhani konulara merak salan herkes hemen birer maneviyatçı olmuş çıkmış, diğerlerine maddiyatın kötülüğünden bahsetmiş.

Yahu, hiç olur mu? Maddiyat mükemmel bir şey! Maddiyat kelimesi madde kelimesinden geliyor. Madde, illa bilmemne marka telefon demek değil. Bedenimiz de bir maddedir. Elle tutulur, gözle görülür. Evren, bedenlenmemizi istemeseydi, bizi bu maddeden evin için sokmazdı. Kaçınız size verilen bu maddeden keyif alabiliyor? Bedene keyifle bakıyor musunuz, onun hazlarını tanıyor musunuz, yoksa onu korselerle, topuklarla, kemerlerle olmadığı şekillere sokmaya mı çalışıyorsunuz? Bedeninizi ihmal ediyorsanız, biraz maddiyatçı olmanız belki de güzel olur. Yaradılış sizi madde bir bedene soktu bir kere! Yaradılışın kendisi maddiyatçı, baksanıza!

Su da bir maddedir; maddenin sıvı seklidir sadece. Hanginiz su içmeden maneviyatçı olabilir, söylesin bana? Kana kana bu maddeyi içmeden hayat mı olurmuş? Su maddesi, çiçeklere, hayvanlara da hayat verir. Çiçekler de elle tutulan gözle görünen bir bedene sahiptir. Bir çiçeğin güzelliğini göremeyenin maneviyat nesine? Su maddesinden oluşmuş denize bakıp bu enginliğin karşısında ağzı açık kalmayanın maneviyat nesine? Üstelik o açık kalan ağız bile bir madde. Gören gözler de madde.

Maddiyat kavramını yanlış anlamış olabileceğinizi hiç düşünmediniz, değil mi? Bir çocuğun başını okşamakla oluşan o sevgi dolu enerjinin, iki beden, yani iki madde aracılığıyla oluştuğunu aklınıza getiremediniz. Maneviyata giden yolun maddenin içinden geçmek zorunda olduğu aklınıza gelmedi.

Evrendeki her madde, görünmez olanın tezahürüdür. Hangi maddeye kötü diyorsanız, bilin ki onun daha derindeki görünmez kaynağına kötü diyorsunuz. Dünya muhteşem bir maddeler bütünü, bundan keyif alamıyorsanız, ne işiniz var burada? Her şey bizim için!  Dünyaya ceza almaya ya da denenmeye değil, keyif almaya geldik, göremiyor musunuz?

İnce belli bardaktan çayı yudumladığınızda, çayın da bardağın da, bardağı tutan elin de maddeden olduğunu hatırlayın. İpek kumaşların bedenin enerji alanına iyi geldiği ispatlanmışken, ipeklere bürünmeye maddiyatçılık mı diyorsunuz? Ortopedik yatak bir maddeyken, onun üzerinde uyumaya hayır mı diyeceksiniz?  Rahat ayakkabının, istediğinde istediğini yiyebilmenin, gezip şu maddi dünyayı görebilmenin neresi kötü?

Bazı Hint kökenli ruhani akımlarda fakirlik el üstünde tutulmuş, sanki manevi olmak için fakir olmak lazımmış gibi anlatılmış. Bu akımların çıktığı dönemler ya da yerler fakirse, kendilerini iyi hissetmek için söylemiş olabilirler. Oysa bizim yaşadığımız çağ, varlık çağı. Üstelik bu ülke de varlık ülkesi. Asgari ücretle çalışan bile, dünya zenginlik ortalamasına bakıldığında ilk yüzde yirmi beşlik dilime giriyor.

Madde kötü bir şey değil. Bu bağlamda, maddiyatçılık da kötü bir şey değil. Kötü olan tek şey, hırslarınızı maddi yahut manevi olana akıtmanız. Maddi ya da manevi olan arasında seçmek zorunda değilsiniz. İkisi bir ipin iki ucu, bir taraftan çekince öbür taraftan gelmek zorunda! Önemli olan ipi çeken ellerin hırsı ya da yumuşaklığı.

Zavallı maddiyat, hep kötülenmiş. Oysa gerçek bilgeler ruhani olana maddi olanın içinden gidildiğini görmüşler. Maddenin içine girip, orada durmamışlar. İlerleyip, daha derin tezahürlere ulaşmışlar. Darısı başınıza.