Iban Por Tsadaka En Şabes

Köşe Yazısı
24 Şubat 2010 Çarşamba

Vladi BENBANASTE


Geçen yazımızda Amsterdam’a varışımız, İstanbul’dan gelen “noye kuzinen” olarak tanıştırılmamızdan ve tüm iyi niyetimize rağmen Şabat yemeğinden sonra gece yarısı olmadan “Amsterdam’ı” gezemeden uyuyakaldığımızı anlatmıştım.

Sacha Pardowitz’den bize gelen davetiyede, cumartesi sabah Şabat duasının 09.00’da başlayacağı ama Sacha (Bar-Mitzva çocuğunun) 10’da çıkacağı alenen yazıyordu.  Biz yakın akraba sayıldığımızdan (40 sene sonra) sabah,  Şabat olması dolayısı ile yürüyerek yağan lapa lapa kar altında kaybola kaybola “Rav Aron Schuster kısa adı ile ‘RAS’ Sinagogu’na vardık. Kadınlar bir kapıdan, erkekler diğer bir kapıdan girdik,  geleneksel olarak kadınlar üst katta erkekler aşağıda yerimizi aldık.  Abimle nereye otursak, kimin yanına gitsek de biraz dedikodu yapsak diye düşünürken; kulağıma tanıdık bir makam ile söylenen bir dua sesi geldi. Dualar hakkındaki bilgim son derece sınırlı olduğundan, hangi duanın bir bölümü olduğunu bilmiyorum ama kendimi birden Ortaköy Sinagogu’nda zannettim. Bunun bitiminde yaklaşık 12 kişiden oluşan bir koro, ara ara söyledikleri ilahiler ile uyumaya yüz tutan zihinleri uyandırdılar.

Öğrendim, haham beş erkek kardeş; İlker, Yeter,  Soner, Dursun, İmdat… Bunlardan üçü o gün orada görevliydi. A’dan Z’ye her şey onlar tarafından yönetiliyordu.  Birde kenarı geniş siyah fötür şapkalı mezhebine mensup, uzun aksakallı haham da ‘önemli yerlerde’ ön plana çıkıyordu. Dediler ki,  haham kardeşlerden biri ve “asıl oğlan” olan gelecek hafta evlenip İngiltere ye yerleşecekmiş, fellik fellik yenisini arıyorlarmış…

Bilenler bilir, ne zaman sıkıntı bassa bulunduğum ortamın detaylarına takılmaya başlarım. Dışarıya açılan camlar laciverdin hâkim olduğu güzel vitraylar ile süslenmiş,   avizeler uzuuun zincirlerin ucuna asılmış son derece şık, tahta iskemleler, her otur –kalkta gıcırdıyor. Sinagogun oturma planı, alışılmışın biraz dışında. Erkekler birbirine bakan iki tribün şeklinde dizilmiş, hanı azcık dikkatin dağılsa, karşı tribünden ‘maraton uyuma’ şekilde veya bayanların bulunduğu ve evrensel olarak kanıtlanmış bir şekilde vazgeçilemez  “dedikodu” dozun artması durumunda “sosyete konuşma “ tezahürat gelmesi an meselesi (biz erkekler? Asla; dedikodudan nefret ettiğimiz bile rivayet edilir). Birde skor-board var. Ehalin kenarında 3 haneli bir skor-board, maçlar çekişmeli geçiyor galiba… Bizde derler ya; kaver-engi kitaplar safa 316 diye, orada öyle değil, hahamın kardeşlerinden adı “İmdat” olan skor-boarda gidiyor, kartonlara yazılmış numaralardan 3-1-6’yı yan yana diziyor, eh artık kitabın rengini bulmak da size kalmış…

 Teva ile ehal arasında beyaz mermerden yapılma sütunumsu bir masa var , “Koenim öncesi el yıkamak için”  ibriği ve leğeni oraya koyarlarmış. Ama oradaki Kohenler bizimkiler kadar çalışkan değiller, Koenim: ‘bayramdaaaan bayrama’ yapılırmış. Bir de Şabat Şalom, yerine kestirmeden “Şabes” diyorlar. Bu detayları sizlere yazmak üzere aklımda tutmaya çalışırken birden meşhur “perde açma” onuruna sıra geldi. Oranın protokolüne Gore anahtarı alan kişi, hiç kimseye onurunu devretmeden kapıyı, perdeleri açtı. Haham da Tora’yı kaptığı gibi Bar-Mitzva çocuğu misali, derhal tevaya götürdü. Düğümü çözme, soyma havaya kaldırma onorları kısaca ve basitçe bir kişi tarafından uygulandıktan sonra okunmaya başlandı. Aynen burası gibi birilerine nasip olan bu onorun, bize isabet etmesi ihtimaline karşı, sözlüden kaçan öğrenci misali minimum gözükmeye gayret ediyorum. Bir de Bar-Mitzva babasına bakıyorum beni işaret eder filan, düşünebiliyor musunuz, kitabın bir tarafı Flamanca bir tarafı İbranice, tam rezil olacağım yani… “Nuvel kuzin d’Estanbol olarak; slecht kunnen lezen” (okumayı bilmiyor) durumunda kalacağım… Tora,  tevadan dönerken bizde genelde “Mizmor le Davit”şarkısı söylenir, ne anlatır ne der bilmem ama, severim bu ilahiyi, sözlerini bilmem ama melodisine katılırım aklımca. Burada o da yok. Ni un kaminar, ni un kantar.  Hahamın kollarında, en kısa yoldan, acele acele yerine... Nedense bu telaşları? Yöresel ve kültürel farklılıkların yarattığı örf ve adetlerde ortaya çıkan bu nüansları gözlemlemek hoşuma gitti. 

 Bu arada ‘onor alarak’  tevaya gidenlerin gönüllü bağışları için, geliştirdikleri model enteresan, Şabat kurallarına da uygun; şöyle ki kırmızı bir kâğıt veriyorlar eline, kısaca söyle diyor; onor yaptın veya yapacaksın, filan da falan, bağışlarınız için iban numaramız aşağıda belirtilmiştir. Si tü manj , nö fepa de ‘bağış’…  Nassı fikir ama.  Bir de “Azak Baruh” arkadaşımız oralara hiç uğramamış, tevaya çıkanlar, kendi başlarına sıraları geldiğinde gidiyorlar, ritüelleri yapıp, dualarını okuyor ve bir sonraki geleni beklemeden işlerini bitirip ayrılıyorlar. Bir Azak Baruh, bir öpücük krizi, bir peşinden koşup el alma telaşı filan yok… Ama ne de olsa onlar Allahın soğuk memleketlisi,  bizler sıcak Akdenizliler, hem biz severiz öyle;  öpücük, ben de buradayım,  elini de aldım seni de öptüm, herkeslere de gözüktüm… Bizde böyle…  Biz böyle memnunuz… Onlarda da öyle olan konu ise; insanların şıklığı. Beyler full takım, bayanlar full şapkalı. Makyajlar yerinde,  saçlar yapılı, şıklık, centilmenlik, asalet son haddinde… Çocuklar, tüm dünyada aynılar, bir elimde cımbız, bir elimde ayna… Umurumda mı dünya, sinagogun merdivenlerinde koridorlarında pervasızca oyunlar ve eğlence, bizlerde geçmişte yapılan hatalar artık yapılmıyor… Onlar rahat, onlar serbest, onlar sıkılmasınlar.  Bu ortam onlara itici gelmesin. Onlar Yahudi ırkının “sarı” gen bölümünden gelmişler genelde hepsi sarışın, hepsi mavi gözlü, hepsi birbirinden sırın, birbirinden sevimli…

Diskur; çok enteresan…  Burada diskuru çocuk yerine, geniş kenarlıklı fötür şapkalı aksakallı Rav yaptı, uzuuun uzuuun konuştu, Flamanca bizler bir anlamak, bir anlamak, sorma gitsin. Çocuğu, bizdeki gibi en şatafatlı iskemleye oturttular, karşısına da Rav geçti, gözlerinin içine baka baka; “şabes”, “mitzva”, “mazaltov”, “Bar-Mitzva” kelimelerini net bir şekilde seçebildiğim konuşmasını yaptı. Sonunda da misafirlerden coşkulu bir alkış aldı… Ne ayıp!  Kel horör…  Sabah duasının bitmesine yakın hanımların bulunduğu üst kattan “mazaltov” sesleri ile atılan çikolataları kapamadım. Bazı çocuklar 10 tane filan toplamışlardı, istemeye utandım. Ne de olsa kuzen d‘Estanbul olarak orada bulunmaktayım. Çıkışta saat 13:00-13:30 gibi olmuştu. Bir otelin salonunda “seuda” niyetine verilen şatafatlı ( nedense bu kısmı da bizlere benzemiş ) öğlen yemeğinden “fin al patladiyar” miktarında yedim… Rejim?  Tamam… Tamam… Her yazımda bunu hatırlatmak zorunda mısınız?

Sevgiyle kalın…