Müzik dünyasında bir İsrailli TAMAR HALPERİN

17 Şubat Çarşamba akşamı İş Sanat, günümüzün önde gelen kontrtenoru Alman Andreas Scholl’u konuk ediyor. Scholl’a, İstanbul’da startını verdikleri dünya turnesinde ise, birçok önemli ödülün sahibi, İsrailli genç piyanist, klavsenist Tamar Halperin eşlik ediyor

Rina ALTARAS
17 Şubat 2010 Çarşamba

Rönesans’tan günümüze dek uzanan geniş repertuarına rağmen, Bach’a olan hayranlığı ile başlayan Barok Müzik tutkusunun ardından giden ve bu alanda dünyanın önde gelen, yeni nesil genç piyanist/klavsenistlerinden olan Tamar Halperin ile geçtiğimiz hafta sonu Basel’deki evinden çocukluğu, müzik hayatı ve projeleri üzerine görüştük.

Kısa bir özgeçmiş istesem sizden? Nerede, ne zaman doğdunuz? Müzik ile tanışmanız nasıl oldu?

1976 İsrail/Tel-Aviv doğumluyum. Müzikle tanışmam küçük yaşlarımda oldu. Kendimi bildim bileli odamda bir duvar piyanosu vardı. Annem profesyonel bir piyanist olamamakla birlikte piyano çalardı ve evde her zaman müzik vardı. Aslına bakarsanız müziğin çok önemsendiği ve sevildiği bir aileye doğdum. Piyanoyla ilgilenmem şimdi gitar çalan ağabeyimin piyano dersleri almaya başlaması ile oldu. Ben de istiyorum diye tutturdum ve 6 yaşında ilk derslerimi almaya başladım. 16 yaşına kadar özel ders aldım. Ondan sonra da Tel-Aviv Müzik Akademisi’ne girdim.

Şu anda uzmanlık eğitiminize İsviçre’de Schola Cantorum Basiliensis’te devam etmenin yanı sıra New York Juilliard School of Music’te doktoranızı yapıyorsunuz…

Evet, 19 yaşında İsrail-Amerikan Kültür Vakfı’nın bursunu kazanarak New York’a Juilliard’a girdim. Burada piyano ve klavsende üst lisans (Master’s of Music) diplomamı aldım. Aslında klavsenle tanışmam da Juilliard’da oldu. Bach’ın müziği her zaman beni çok etkilemiş, dolayısıyla her zaman çalmayı tercih ettiğim bir müzik olmuştur. Juilliard’da bu müziği dönem enstrümanlarıyla seslendirme fırsatını buldum ve bir daha kopamadım. Hatta Bach’ı ve müziğini daha da derinden anlamak üzere, doktoraya başladım. Şimdi hem piyano hem klavsen çalıyorum. İstanbul’daki konserimizde de her iki enstrümanda eserler seslendireceğim.

Andreas Scholl ile nasıl karşılaştınız? Bu ikili nasıl doğdu?

Juilliard’da doktoramı yaparken Barok Müzikte uzmanlaşmak üzere Avrupa’nın bu konudaki en önemli merkezi olan ve İsviçre’nin Basel şehrinde bulunan Schola Cantorum Basiliensis’e geldim. Burada ders vermenin yanı sıra değişik sanatçı ve hocalarla çalışma fırsatım oldu. Bunlardan biri de Andreas Scholl’du. Birlikte müzik yapmaya başladığımız ilk saniyede aramızda çok keyifli bir elektrik oluştu. Ondan sonra da İstanbul’da başlayacak olan dünya turnesine birlikte çıkmaya karar verdik.

Bize biraz bu turnenin dışındaki projelerinizden bahseder misiniz?

Değişik müzik türlerini kapsayan bir ilgi alanım var. Bu müzik türlerinden biri de elektronik müzik. Daha önce bu alanda bir takım beste çalışmalarım ve bunların seslendirildiği kayıtlarım olmuştu. Bunun üzerinde biraz daha çalışarak, kendimi geliştirmek istiyorum. Bunun dışında Alman piyanist bir arkadaşımla piyanodan, harmoniuma, orgdan çelestaya uzanan bir yelpazede on klavyeli enstrümanı bir konserde seslendirdiğimiz bir projemiz var. Bununla da ufak bir turneye çıkmak istiyorum. Ve tabii ki, farklı orkestralarla vereceğim konserlerin yanı sıra resitallerim var.

İstanbul’a ilk gelişiniz mi?

Evet, İstanbul’a ilk gelişim. Doğrusu biraz utanarak söylüyorum, çünkü ağabeyimin eşi İstanbullu ve birçok kereler İstanbul’a gidelim dediği halde, ilk defa şimdi gelebiliyorum. Hakkında çok güzel şeyler duyduğum bu şehirde sadece 24 saat kalacağım için ne yazık ki, pek de bir şey göremeyeceğim gibi gözüküyor. Ama en azından bu da bir başlangıç!