Çocuğun sırdaşı neden anne?

Yeniden çevrim filmi, ilk filmin başarısını yakalayamaz kuralı yine bozulmuyor. Giuseppe Tornatore’nin 20 yıl önceki görkemli aile dramı “Stano Tutti Bene”nin Amerikan versiyonu, ilk yarısıyla temposuz, monoton ve sıkıcı.

Viktor APALAÇİ
17 Şubat 2010 Çarşamba

Yoğun bir duygusallıkla anlatılan ikinci yarısında toparlanan film, yuvadan uçup giden dört çocuğuyla ilişkisini sürdürmek isteyen dul bir babanın dramını işliyor. Gerçekle yüzleşip “herkesin keyfinin yerinde olmadığını” gören baba rolünde, Marcello Mastroianni’den sonra Robert de Niro var

“Yeniden çevrim filmi, ilk filmin başarısını yakalayamaz” kuralına rağmen, “Herkesin Keyfi Yerinde / Everybody’s Fine”ı bir soruya cevap aramak için izledim.

Giuseppe Tornatore, 20 yıl önce, görkemli aile dramı “Stanno Tutti Bene”de şu soruyu soruyordu: “Çocuklar niye kendilerini annelerine, babalarından daha yakın hisseder?”

Karısının ölümünden sonra, yuvadan uçup giden dört çocuğu ile ilişkisini sürdürmek isteyen bir baba, çabalarının sonuçsuz kaldığını görünce isyan ediyordu: “Siz çocukların derdi ne anlamadım. Annenize her zaman her şeyi anlattınız, bana hiçbirşey anlatmadınız.”

Aynı dertten muzdarip bir baba olarak, sırlarını hep anneleriyle paylaşan kızlarıma bu soruyu sorduğumda, kendilerine daha mesafeli davrandığım için, onlara daha sıcak yaklaşan annelerini tercih ettiklerini  öğrendim.

Ailenin lideri konumunda bir baba olarak, ikinci plana atılmanın ezikliği ile, “bir babanın gerçeklerle yüzleşme filmi” olarak özetlenebilecek ‘Herkesin Keyfi Yerinde’nin yeniden çevrimine gittim. Lobide rastladığım psikolog Leyla Navaro’ya bu kompleksimi dile getirdiğimde, şu cevabı aldım: “Anneler daha posesif davranınca, babalar istenmeden ikinci plana atılıyorlar.”

Biraz rahatlamış bir şekilde salona girerken, aileyi bir araya toplamaya çalışan İtalyan dul babanın öyküsünü Hollywood’un nasıl ele aldığını de merak ediyordum. ‘Cennet Sineması’ adlı başyapıtından hatırladığımız Giuseppe Tornatore, “Stanno Tutti Bene”de İtalya’nın güneyinde Sicilya’da yaşayan dul kalmış bir babanın, hepsi kuzeye kaçmış çocuklarını tekrar bir araya toplama çabalarını, Latin duyarlılığıyla ve hüzünlü bir tonla anlatıyordu. Bu film toplumsal sorunlara değinip 90’lı yılların sosyo-ekonomik tablosunu çiziyordu.

BABANIN YAKINLAŞMA ÇABASI

Büyüdüklerinde evlerinden kopan, yuvadan uçup giden Güneyli çocuklar, taşı toprağı altın olan İtalya’nın kuzeyinde kendilerine daha iyi bir hayat kurmaya çalışıyorlardı.

Çocuklarıyla bağlarını güçlendirmeye çalışan emekli memur baba, doğumgününde ziyaretine gelmesini beklediği dört çocuğunun, çeşitli mazeretler ileri sürerek evine gelmeyeceklerini öğreniyordu. Yapılacak tek şey, her biri ayrı şehirlerde yaşayan çocuklarına sürpriz ziyaretler yapmaktadır.

Gerçekle yüzleşmek, çocuklarının artık yaşamayan karısının anlattığı gibi, yani bildiği gibi olmadıklarını görmek yaşlı babayı hayal kırıklığına uğratır. Acı gerçekle başbaşa kalıp kafasında kurduğu başarı hayallerinin yıkıldığını, aldandığını gören babanın mutsuzluğu daha da artar.

Hayatlarında bir baltaya sap olamamanın, yenik düşmenin, sağlıklı bir yuva kuramamanın ve başarısızlığın acısıyla, gerçekleri babalarından gizleyen dört çocuk ve onlar için farklı hayatlar hayal etmiş, onların büyüdüğünü göremediğini fark etmiş bir baba.

Bu rolde Marcello Mastroianni harikalar yaratıyordu. Çocuklarını ziyarete giderken, yolda rastladığı (Michele Morgan’ın canlandırdığı) bir kadınla bir ilişki yaşıyordu. Robert de Niro’nun oynadığı yeniden çevirim filminde ise, kadın bir TIR şoförünün yakınlaşma çabası cevapsız kalıyordu.

Adını ilk kez duyduğum İngliz senarist – yönetmen Kirk Jones, Tornatore’nin nefis filmini Amerikan hayatına adapte ederken, orijinal filmdeki Avrupai özelliklerin yerini alabilecek Amerikan hayat tarzı özellikleri bulamamış.

ACI GERÇEKLE YÜZLEŞME

Çocuklarını büyütürken çok şeyi ıskalayan, onlarla sağlıklı bir iletişim kuramayan baba rolünde Robert de Niro’nun nefis oyununa rağmen filmin ilk yarısı son derece monoton ve sıkıcı. Hepsinin mutlu olduğunu düşündüğü çocuklarıyla yeniden ilişki kuran babanın yakınlaşma çabası, ailelerinden kopuk yaşayan Batılıların hayat tarzı, çocuklarına sert davranmış disiplinci babanın pişmanlığı senaryoda hiç iyi işlenmemiş.

İnsanları birbirine yakınlaştıran telefon telleri yaparken sağlığını kaybeden, çocukları tarafından terkedilen, yalnızlıkla boğuşan yaşlı babanın dramı, dört çocuğun da hayata yenik düşmelerinin ortaya çıkmasından sonra başka bir boyut kazanıyor. Temposuz ilk yarısından sonra, Hollywood klişelerinin devreye girdiği, yoğun bir duygusllıkla anlatılan, mutlu sonla biten bir ikinci yarı izliyoruz.

Kocası tarafından terkedilen güzel reklamcı Amy’yi Kate Backinsale, babasının senfonik orkestra şefi bildiği müzisyen Robert’i Sam Rockwell, New York’ta yaşayan eroinman ressam David’i Austin Lysy oynuyor. Dört çocuk arasında en parlak kompozisyonu, Las Vegas’ta yaşayan lezbiyen dansçı Rosie’yi oynayan Drew Baryymore çiziyor.