Sevgililer Günü’nde ne yaptım?

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
17 Şubat 2010 Çarşamba

Korkmayın, bir dolu afrodizyak yüklenip sevgili avına çıktım demiyeceğim. Bu tür saçmalıklar Amerikan komedi filmlerinde olur bir tek... Biliyorsunuz, bu yıl 14 Şubat pazara denk geldi. Pazar günleri de çok önemli bir konuk ağırlamaya alıştık bir süredir. Daha önce de yazmıştım: torunumuz Dere Bey!

Dere Bey artık on yedi aylık. Yani neredeyse bir buçuk yaşında. Yeni nesil çocuklar harika! Daha bebek halleriyle bile etraflarındaki her şeyin farkında oluyorlar. Bizim Dere Bey de öyle hızlı gelişenlerden... Buna güvenerek, torunuma bu önemli günde çok özel aşk öyküleri anlatmaktı niyetim. Örneğin annesiyle babasının maceralı ilk karşılaşmalarını, anneannesiyle dedesinin eğlenceli tanışma öyküsünü, büyük büyükannesinin dillere destan romantik aşk hikayelerini, aile albümümüzdeki fotoğrafları göstererek birer masal havasına sokacaktım. Eminim çok hoşlanacak, anneannesi ağzına lokmaları birbiri peşi sıra tıkıştırırken, ilgiyle beni dinleyecekti.

Ama gelmediler! Bizim Pötibör Ailesi yine yapacağını yaptı bu Pazar. Neymiş? Sevgililer gününün önemi yokmuş çünkü onlar için her gün sevgililer günüymüş! Madem ki bizim için o kadar önemliymiş, o zaman biz baş başa kalmalıymışız bu Pazar! Sanırsınız ceza veriyorlar... Biz de öyle yaptık, karımla baş başa salya sümük vaziyette kutladık sevgililer günümüzü...

Evet yanlış okumadınız, karı koca karşılıklı oturduk, gönlümüzce ağladık!

Yanlış anlaşılmasın, torun bir hafta gelmedi diye ağıt yakacak sulu gözlerden değiliz. Pazar sabahının artık iyice bağımlısı olduğumuz koşuşturması olmayınca, garip bir yalnızlık duygusu çöktü üzerimize. Komşular bile şaşmıştır bizim daireden yankılanan derin sessizliğe... Madem başbaşayız, bari kendimize mükellef bir ziyafet çekelim dedik. Güzel bir sofra kurduk, karı koca geçtik başına. Ama alışmamışız ki, iştah sıfır, lokma geçmiyor, topladık masayı...

“Hadi”, dedim karıma, “gel dışarı çıkalım, bir yerlere gidelim.” Giyindik, tam çıkacağız annemden bir telefon. Bizim hanenin kaynana gelin telefon muhabbeti dillere destandır. Pek çok kez bizi aramak isteyen dostlarımız telefonumuz arızalı diye Türktelekom’a ihbarda bulunmuştur. Annem bu uzun konuşmalara ‘terapi’ diyor, kendisine iyi geliyormuş. Bense telekomünikasyon şirketlerinden ciddi komisyon aldığını düşünüyorum. İnanın, kimi zaman bir saati aşan bu telesohbetlerin ardından, karımın kulağında ısınan telefon ahizesiyle gömleklerimi ütüleyebilirim!

Annemin arama nedenlerinden biri de bu hafta oynayan filmlerden birini övmekmiş. Tam bize göre bir filmmiş, kaçırmamalıymışız falan... Eh, sevgililer gününde biz yaşta yıllanmış sevgililer için yapılabilecek en uygun işlerden biri de sinemaya gitmek olsa gerek... Anne tavsiyesi üzerine, Robert de Niro’nun yeni filmini, günün gerektirdiği gibi el elele seyretmeye kalkıştık. Salon girişindeki afişte Robert de Niro’nun yanı sıra üç genç oyuncunun sırıtan suratları yer alıyor. Belli ki keyifli ve hafif bir Amerikan aile komedisi. Zaten filmin adı da ‘Herkesin Keyfi Yerinde’...

Değerli sinema eleştirmenimiz Viktor Apalaçi’nin alanına girmeye niyetim yok sevgili okurlar. Sadece şu kadarını söyleyeyim, karım özellikle filmin ikinci yarısından itibaren önce burnunu çekmeye, sonra sümkürmeye, en sonunda da hıçkır hıçkır ağlamaya başladı. Peki itiraf ediyorum, filmin sonlarına doğru benim de boğazıma birşeyler düğümlenir gibi oldu...

Bu gibi durumlarda karımı tedavi etmenin tek yolu vardır: Alışveriş! Allahtan bulunduğumuz sinema şık bir alışveriş merkezinin içindeydi de ağlama krizi uzun sürmedi. Ben ise alışverişlerden sonra zaten genellikle ağlarım...

Eve döndük ki, annemden bir telefon daha. Bu kez salya sümük ağlayan valide hanım! Meğer en doğudaki illerimizin birinde, biraz da güç koşullarda askerlik görevini yapmakta olan düşünceli oğlumuz, bu özel günde yine yapacağını yapmış: “Benim biricik sevgilim sensin Anneanneciğim, sevgililer günümüz kutlu olsun!” diye telefon açarak annemi dumura uğratmayı başarmış! Az önce izlediğimiz filmin etkisi henüz geçmemişti ki, kendimi yeni bir ağlama krizinin tam göbeğinde buldum, üstelik bu defaki tele-ağlaşma... Gel de onca alışverişe yanma!

Pencereden dışarıyı seyre daldım, yağmur sicim gibi... Sevgililer el ele, kol kola, şemsiyelerinin altında yağmura aldırmadan ağır ağır yürüyorlar. Belli ki günün bitmesini istemiyorlar. “Nefis bir Pazar”, diye düşündüm, bir şişe şarap açtım, Manisa-Fenerbahçe maçını seyre daldım, bir başıma...