Kelebek gibi uçup, arı gibi sokan köşe yazarı * YILMAZ ÖZDİL

Onu hepiniz tanıyorsunuz, çoğunuz ona hayransınız, kiminiz yazdıklarını okurken gülümsüyorsunuz, kiminizse “aklınızdan geçenleri kâğıda döktüğü” için seviniyorsunuz… O, benim için ise bir kahraman. Bir avuç sözcükle her şeyi anlatan başarılı bir gazeteci ve kesinlikle çok zeki biri… İşte benim gözümden Yılmaz Özdil!

Aylin YENGİN Yaşam
3 Şubat 2010 Çarşamba

Onu hepiniz tanıyorsunuz, çoğunuz ona hayransınız, kiminiz yazdıklarını okurken gülümsüyorsunuz, kiminizse “aklınızdan geçenleri kâğıda döktüğü” için seviniyorsunuz… Bunlar sizinle paylaştığımız ortak noktalar. Oysa bu röportajın benim için ne anlama geldiğini ancak yakın çevrem anlayabilir. Her sabah, saat 09.15’e kadar Yılmaz Özdil’in köşe yazısıyla ilgili bir yorumda bulunmamışsam eğer, yakınlarım endişelenmeye başlarlar… Bu yorumumu, Star TV binasındaki ofisinde kendisiyle paylaştığımda, bana dönüp son derece alçakgönüllü bir tavırla: “Umarım sizi hayal kırıklığına uğratmam!” dediğinde, gözümde daha da yüceldi. O benim kahramanım, o bir avuç sözcükle her şeyi anlatan başarılı bir gazeteci ve o kesinlikle çok zeki biri… İşte benim gözümden Yılmaz Özdil!

 Tesadüfen gazeteci olduğunuzu söylüyorsunuz… Ya gazeteci olmasaydınız?

Valla bilemiyorum, çünkü benim üniversite sınavına girdiğim dönem şimdiki gibi değildi. Yani sınava girmeden önce 18 seçenekten oluşan bir liste hazırlıyordunuz. Ege Üniversitesi Basın Yayın – sonradan İletişim Fakültesi oldu – benim 16. tercihimdi. O dönem babam Yeni Asır Gazetesi’nin sahibinin şoförüydü, hatta dedem de matbaasında çalışırdı – bizim ailede ‘beddua’ var anlayacağınız, Yeni Asır’dan başka yerde çalışamıyoruz! Üniversiteye girince, her Türk genci gibi sigortalı bir işe ihtiyacım oldu, çünkü neticede dar gelirli bir ailenin çocuğuyum. Okurken bir şekilde çalışıp harçlık çıkartmam gerekiyordu, babam da Yeni Asır’da olunca, benim için sigortalı iş bulmak kolay oldu. O sayede, okul bitene kadar hep geceleri gazetede çalıştım. Üniversiteden mezun olunca da orada devam ettim. Ama bu işe başlamam tamamen tesadüftür, yani bir başka fakülteyi kazansaydım ya da hiçbir şey kazanamasaydım başka bir iş yapacaktım. Gazeteci olayım diye bir merakım yoktu. İşin aslı, bundan sonrası için gazeteci kalayım diye bir iddiam yok.

 Pişman mısınız peki?

Buna pişmanlık denemez, çünkü neticede ben ‘mecbur’ insanım. Mecbur insanlar bu dediklerimi anlar. Ama eğer Türkiye gelişmiş bir ülke olsaydı ve benim de seçme şansım olsaydı, mesela hentbol antrenörü ya da yelken hocası olmak isteyebilirdim. Fakat hayatınızı idame ettirebilmek için bir iş yapmak zorundasınız ve bu işi de iyi yapmanız gerekir. Bu konuda bir baba nasihatımız var! Herhangi bir meslek olabilir bu…

 ‘DAMARDAN’ YAZAR

  İş dışında nasıl birisiniz? Yazılarınız gibi mi?

Yazılarım size ne anlatıyor bilemiyorum, ama aslında bir ‘Yılmaz Özdil’ yok, bir tane Yılmaz var. Hayat bizler için biraz farklı; gerek gazete gerekse TV mesai ile yapılan bir iş değil. İşimiz hayatımızın tamamını kapsıyor, dolayısıyla da özel yaşantımıza yansıyor. Aslında bu soruyu eşim ya da arkadaşlarım daha doğru bir şekilde yanıtlayabilirlerdi, ama bence köşemde neysem oyum.

 Böyle ‘damardan’ yazılar yazan biri duygusal olmalı!

Duygusal olduğumu söyleyemem, ama duygulu olduğumu söyleyebilirim…

 Kitap yazmayı ya da şimdiye dek yazdığınız köşe yazılarından bir derleme yayınlamayı düşünüyor musunuz?

Bu konuda çok talep var. Doğrusunu isterseniz, ben her gün yazı yazmaya dahi üşenen biriyim. Kitap yazmaya da çok üşeniyorum. Ama bunca talepten kaçamayacağız sonuçta. Bir derleme ya da birkaç derleme yapacağız, öyle görünüyor.

 Spor yazarlığı da yapıyorsunuz. Spora merakınız nereden geliyor?

Evet, Salı günleri Hürriyet’te röportaj şeklinde yayınlanan yazılarım var, Çarşamba günleri de FANATİK’te köşe yazısı yazıyorum. İlkokuldan beri hep spor yaptım: atletizm, futbol, hentbol, voleybol oynadım. Bütün sporları çok seviyorum. İzmir’de okurken ders notlarım iyi olduğu için, ailemin zoruyla Atatürk Lisesi’ne gitmek ve oradan da üniversiteye devam etmek zorunda kaldım. Aslında burası gelişmiş bir ülke olsaydı, spor akademisinde okumak isterdim, çünkü sporu izlemeyi, yapmayı, ilgilenmeyi çok seviyorum. Spor yazıları da, benim günlük gazetecilik yaşamımın yanında bir sportif aktivite gibi geliyor bana…

GÖZTEPE FANATİĞİ

 Göztepe dışında tuttuğunuz bir takım var mı?

Yok! Fanatik Göztepeli’yim! (Ofisinin duvarına asılı Göztepe flaması da bunun kanıtı zaten…)

 Yazılarınıza sayısız yorum ve eleştiri geliyordur, çok tehdit de alıyor musunuz?

Evet alıyorum! Bazen yazılarımda o tür yorumları görüyorum. Bana her gün ortalama 30.000 ile 40.000 arası mesaj gelir. Tabii hepsini yanıtlayabilmem imkânsız. Gün içinde, vakit bulabildikçe, en az 3-4 saatimi mesaj cevaplamaya ayırıyorum. Ben ilk kez köşe yazılarımı Sabah Gazetesi’nde yazmaya başlamıştım ve oraya bir e-posta adresi koymuştuk. Tabii o zaman insanlar beni tanımadığından, gelen mesajlarla başa çıkabiliyordum. İşin bu hale geleceğini tahmin etmemiştim, biraz çığırından çıktı! Aslında samimi bir şekilde yetişmeye gayret ediyorum, ama mümkün değil!

 Gelen tehditler sizi korkutuyor mu?

Mesajların pek çoğunda hissettiğim ve utandığım bir şey var aslında. İnsanlar çok cesur olduğumu düşünüyorlar! Aslında ben cesur bir insan değilim, tam tersine çocuklarımız ve geleceğimiz için endişelendiğim, korktuğum için yazıyorum. Asıl bence, “her şey çok güzel” diye yazanlar çok cesur.

 Genellikle diğer köşe yazarlarının yaptığı gibi başkalarıyla ‘atışmıyorsunuz’. Her gün sektirmeden takip ettiğiniz köşe yazarları var mı?

Sıradan bir okur olsaydım, mutlaka bazı tercihlerde bulunabilirdim, ama bu benim mesleğim. Dolayısıyla her gün önüme gelen bütün gazeteleri ve mümkün olduğunca çok köşe yazısını okuyorum. İşim bu olmasaydı ne yapardım, hiç düşünmedim…

 BİR GAZETEDE İKİ İZMİRLİ

 Bu soruyu İzmirli bir arkadaşım sormamı istedi. Okuyucularımıza ‘Pak Bahadur’un kim olduğunu anlatabilir misiniz?**

Pak Bahadur’a fil diyorlar, ama gerçekte o bir fil değildi. O öldüğünde yazdığım yazıdaki duygularım benim çocukluk arkadaşımdan ayrılışımı yansıtıyordu. İzmir’de fuarın hemen arkasında oturuyorduk. O dönemlerde sürekli fuara giderdik ve her gün annem ya da babam beni Pak Bahadur’a götürürdü. Çok severdik onu, gerçekten. Ben ve benim gibiler perişan olduk, aramızdan ayrılınca. Çok iyi bir İzmirliydi, ama maalesef onu da öldürmeyi başardık. Hastalığı vardı, ilerledi, ahali organize olana kadar, bir ameliyat aşamasına gelindi. Sağlık ekibi Almanya’dan geldi… Ve ameliyat masasında kaldı! Bir sağlık skandalı neticesinde öldü. Bir bakıma hepimizin kaderini paylaştı.

 Ertuğrul Özkök’ün istifası hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçekten de iki İzmirli aynı gazeteye ‘fazla’ mı geldi?

Ertuğrul Özkök gerek Hürriyet’e, gerekse Türk basınına damgasını vurmuş biri. Çok uzun bir süre bu görevdeydi ve bence çok iyi şeyler yaptı. Yaşadıkları ömründen uzun, ama bu bir devir teslim. Yaşadığımız siyasi atmosferin içinde, haysiyet cellâtlarının gazeteci kabul edildiği bir ortamda bence çok bile kaldı. Neticede gazeteden ayrılmadı, genel yayın yönetmenliğini bıraktı. Bence iyi de yaptı!

 Bir gün Hürriyet’ten ayrılırsanız…

Gerçekten bilmiyorum. Benim Hürriyet’e geleyim diye bir projem de yoktu. Ya da köşe yazarı olayım diye bir projem de yoktu. Samimi olarak, bu işe, sigortalı bir iş sahibi olmak için başladım ve işimi iyi yapmaya gayret ediyorum. Hayat beni nereye götürür bilmiyorum. Belki başkalarına çok cahilce gelebilir, ama ben geleceğe dair bir plan yapmıyorum. Beş yıllık kalkınma planlarım yok, çünkü hakikaten akşamımızın ne olacağını bilmiyoruz. “Biliyorum” diyen de yalan söyler, bence…

 Siyasete atılmayı hiç düşündünüz mü?

Asla! Çok teklif geldi, ama asla düşünmedim. Gazetecilerin siyasete girmesini doğru bulmuyorum, çünkü insanların sevgisini alıp kendi çıkarları için kullanmaları bana ahlâklı bir davranış gibi gelmiyor.

 Son dönemde iyice gerginleşen İsrail – Türkiye ilişkileri sizce nereye varır?

Bence orada hiçbir zaman bir problem olmaz! Beni bu son olayda en çok şaşırtan, İsrail’i küçülten bir davranış olmasıydı. Türkiye’de siyasetçiler, bir taraftan İsrail ile iş tutarken, bir taraftan da İsrail karşıtlığıyla seçimlerde menfaat kazanmak istiyorlar. Aslında bu çok basit bir oyun… Son dönemde olan da buydu bence! İsrail ve Türkiye açısından bakarsak İsrail’in varlığı Türkiye için hayatidir. O bölgede İsrail diye bir devlet olmasa, bana göre Türkiye’nin İsrail diye bir devlet yaratması gerekir, çünkü o topraklarda İsrail diye bir devlet olmasa, bizi zamanında sırtımızdan bıçaklayan Arapların bütün nefreti bize döner. Bu tabii işin tartışılabilir siyasi tarafı, ama beni bu olaylarda en çok rahatsız eden, bu ülkenin çok saygın Musevi vatandaşlarının zarar görmesi. Özellikle İzmir’den, birlikte büyüdüğümüz, liseye, üniversiteye birlikte gittiğimiz çok sayıda Musevi arkadaşım var. Kendini çoğu Müslüman’dan daha Türk hisseden bu insanların, olup biten bu politik olaylar yüzünden rencide olması ya da kendilerini endişede hissetmesi beni çok rahatsız ediyor.

 

Türkiye’yi sizce nasıl  bir gelecek  bekliyor? Bu gelecekte medya, gücünü koruyabilecek  mi?

Medyanın ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorum. Elimde öyle bir veri yok, ama Türkiye ümmetten ulus devlete geçmeye çalışan ve bunun getirdiği doğal sancıları yaşayan bir ülke. On binlerce yıllık insanlık tarihi içinde 80 küsur yıl hiçbir şey değil – olsa olsa emekleme dönemidir. Dolayısıyla bütün yaşadıklarımızın bunların bir süreci olduğunu düşünüyorum. Ama geleceğe dair umudum var, çünkü ben samimi olarak Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu devrimlerin, aslında onun kafasından çıkan düşünceler değil, çağdaş insanın gerekleri olduğunu düşünüyorum. Toplum ne kadar yalpalarsa yalpalasın, neticede bireysel olarak doğruya gideceğimize inanıyorum. Bireysel acılar çekiliyor ve ne yazık ki çekilmeye devam edecek.

 

Kaleminize sağlık Yılmaz Özdil, daha uzun yıllar köşe yazılarınızı okumak dileğiyle…

* Bu başlık Yılmaz Özdil’in FACEBOOK’taki hayran sitesinden alıntıdır!

**http://newsgroups.derkeiler.com/Archive/Soc/soc.culture.turkish/2007-09/msg00005.html