DİYAPAZON/ İstanbul üzerine Barok öncesi bir JORDİ SAVALL düzenlemesi

Bu haftadan itibaren, ‘Diyapazon’da ayda bir kez yeni çıkan dünya müziği albümlerinden örnekler tanıtacağız...

Rina ALTARAS- Rubi ASA
27 Ocak 2010 Çarşamba

Jordi Savall, müzikseverlerin gönlüne Barok öncesi müziğin engin sularını tanıtmasından önce ‘Dünyanın Tüm Sabahları’ adlı filmin unutulmaz müziğiyle adını duyurdu. Son 10 yıl içinde kendisine ait “Aila Vox” kayıt firmasından düzenli çıkarttığı albümlerle de müziğin gündemini doldurdu.

Katalan viyolada gamba üstadı olan Jordi Savall’ın bir süredir ilgisini yoğunlaştırdığı müziğini derinlemesine incelediği ve İstanbul’da bulunarak araştırmalar yaptığı şehir üzerine bir kayıt üretmesi bekleniyordu.

Konsept kayıtlar şeklinde derlediği albümleri büyük ilgi gördü.  2000’li yılların başlarında, Doğu ve Batı medeniyetleri arasında etkileşimi müziğin evrensel yapısı üzerinden değerlendirmek adına İstanbul’ albümünü hazırladı.

 ‘Jerusalem’ ve özellikle ‘Orient-Occident’ albümleri, kapsamlı ve derinlemesine incelemeler sonucu hazırlanmış albümlerdi. Ardından gelen “İstanbul“ albümü, Ortadoğu coğrafyasına üçüncü kapsamlı bakışı Savall’ın. “İstanbul” albümünde Jordi  Savall’ın Hesperion XXI ekibinden üyelerin yanı sıra, Kudsi Erguner (ney), Derya Türkan (kemençe), Yurdal Tokcan (ud), Fahrettin Yarkın (vurmalılar), Murat Salim Tokaç (tambur) ve Hakan Güngör (kanun) gibi seçkin Türk müzisyenler, ‘Edvar’dan seçilen Türk menşeli eserlere, Hesperion grubundan Dimitri Psonis (santur) ve Pedro Estevan (vurmalılar) ile birlikte can veriyorlar. Grubun yöneticisi ve aranjörü ise, beş telli viyola gambasıyla Jordi Savall.

‘İstanbul’ albümünde sadece Türk menşeli eserler yok. Payitahtta o dönemde çalınan birkaç Sefarad ve Ermeni ezgisi de albüme eklenmiş. Bu repertuarın icrasında başta Gaguik Mouradian (kemençe) ve Georgi Minassyan (düdük) olmak üzere Hesperion’dan hayli geniş bir kadroyu görüyoruz.

Türklerin 1453’de İstanbul’u fethetmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olması Avrupa tarihini etkileyen en önemli olaylardan biridir. Müzikteki etkileşim sonucu Osmanlı musikisinde ezgisel veya ilahi olarak söylenen fakat batı normlarıyla uyuşmayan boyutunun zaman içerisinde özgün bir tarz oluşturduğu görülür.

Jordi  Savall, notlarında, Dimitri Kantemiroğlu’nun ‘Osmanlı İmparatorluğu Tarihi’ adlı yapıtına musiki yönüyle baktığında, özgün yapının en az  Avrupa’daki düzeyinde olduğunu belirtir.

Savall CD’sinde, Kantemiroğlu’nun Osmanlı musikisi normlarında bestelediği eserlerine yer verdiği kadar Mevlevi müziğine ve Sefarad geleneğinden kaynaklanan, Endülüs’ün, Doğu etkisinin harmanlandığı müziğe de yer verdi.

İsaac Levy’nin “Los Paxaricos ve Maciço de Rosas”ını, Hesperion’un otantik enstrümanlarının eşliğinde ve çok sesli düzenlemeleriyle dinlemek gerçekten olağanüstü. “Madre de la gracia” ve “El amoryo no savia” da ise Savall, daha geleneksel bir yorum saptamış ve tadı damağımızda müziğin evrensel yolculuğunu paylaşmış bizimle. Ayrıca Yurdal Tokcan’ın ud taksimi ve geleneksel Ermeni müziğinden alınan parçalarla da CD’sini süslemiş.

Bu eşsiz müzik kaydındaki albüm notlarına Savall, şu sözlerine yer vermiş:

“Aralık 1973 yılında Mevlana Celaleddin El-Rumi’yi yedi yüzüncü ölüm yıldönümünde anmak üzere Konya’ya gelmiştim. Girişte Nisan ayında bereket getirdiğine inanılan yağmur suyunun toplanması için konulan büyük bir kabın yanında gördüğüm cümle özellikle dikkatimi çekti.”

Gel, gel, ne olursan ol yine gel, / İster kâfir, ister Mecusi, / İster puta tapan ol yine gel, / Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, / Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...