“Alçak Koltuk Krizi” ve aklıselim…

Türkiye ile İsrail arasında yaşanan 'Alçak koltuk krizi' birçoğumuzu fazlası ile gerdi; gün boyu medya ve internette dakika dakikasına gelişmeleri izledik. Ben kişisel olarak her türlü yorumu okumaya çalıştım, gerilimin daha fazla tırmanmaması için dua ettim.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
20 Ocak 2010 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta yaşanan ‘Diplomatik skandal’ her iki ülke medyasında en ön sırada yer aldı.  İsrail televizyonunun başlangıçta gelişmeleri fazla önemsemez bir yaklaşım içinde yansıtmasına karşın konunun ciddiyeti çabuk kavrandı ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ile yardımcısı Danny Ayalon en sert şekilde eleştirildi. Aynı eleştiriler basında ve bizzat hükümet üyesi bakanlar tarafından da dile getirildi. 

Haaretz Gazetesi’nin Yayın Kurulu Üyesi Gideon Levy, ‘Alacakaranlık Kuşağı’ adlı köşesinde, bakan yardımcısının Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Oğuz Çelikkol karşısındaki tavrını; “ilkel, ülkesinin hariciyesini zekâ yoksunu, İsrail halkının önemli bir bölümünü de mahcup duruma düşürenbir tavır” olarak nitelendirdi.

Kısa bir süre önce bir hariciyeciye iki ülke arasındaki ilişkilerde giderek belirginleşen olumsuzluklara değindiğimde olabildiğince pembe bir tablo çizmiş ve “bizim görevimiz ülkeler arasındaki dostlukları bozmak değil daha da ileriye götürmektir” demişti. Oysa dışişlerinin deneyimli bir bürokratı olan Danny Ayalon, tam tersi bir tutum sergiledi.

Kriz, gazetelerin magazin eklerine bile konu oldu, Cengiz Semercioğlu köşesinde şöyle yazdı: “ Yerli diziler kendilerine garip bir misyon yüklenmeye başladılar (…) Önce TRT’nin Ayrılık dizisi, Gazze saldırıları nedeniyle yüklendi İsrail’e… Sonra Kurtlar Vadisi’nde Polat Alemdar daha da ileri gitti, İsrail Konsolosluğu’nu basıp herkesi öldürdü (…) Yabancı dizilerde Türklük ve Türkiye üzerine olumsuz bir şey gördüğümüzde sesimizi yükseltmiyor muyuz? İsrail’in de yaptığı bu… ” ( 14.Ocak.2010, Hürriyet/ Kelebek ilavesi).

Türkiye Hahambaşısı Rav İsak Haleva ; “O görüntüler Türk milletinin birer bireyi olarak beni ve cemaatimizin tüm üyelerini çok derinden yaraladı. Bunu hissetmemek mümkün değildi” şeklinde bir açıklamada bulundu. Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya ise; ‘Tabii ki Kurtlar Vadisi ve buna benzer dizilerdeki Musevi imajından biz çok rahatsızız. Ama bunu anlatmanın diplomatik yolu böyle bir tavır takınmak değildir. Büyükelçi Çelikkol’a da bunu tasvip etmediğimizi ve üzüntü duyduğumuzu bizzat ilettim” demek suretiyle tüm Yahudi vatandaşların duygularını dile getirdi.

Aklıselim sahibi her kişi bu tespitlere katılır bence. Ancak İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon’un her türlü diplomatik nezaket kuralları ötesinde ölçüsüz ve ilkel tepkisi nerede ise iki ülke arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmeyi başardı.

Çarşamba gecesi geç saatlerde – Türkiye’nin tanıdığı sürenin bitiminden iki saat kadar önce-  İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in de devreye girmesi ile mutlu son yaşandı ve Ayalon’un ‘özür mektubu’ gerginliği sonlandırdı.

Bir diplomasi uzmanı değilim. Yine de bir Türk Yahudisi olarak Türkiye ile İsrail arasında her daim dostane münasebetlerin var olmasını ve her alanda mevcut ilişkilerin daha da ileriye götürülmesini dilememden daha doğal bir düşünce olamaz. Bölgesel ağırlığı artan ve Arap dünyası ile görünür bir şekilde yakınlaşan Türkiye’nin ihtilafların çözümünde daha etkin olması bazı dengeleri gözetmesini de zorunlu kılmaktadır.

Her halükarda İşçi Partisi Lideri ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın, ardından da İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yossi Gal’ın Türkiye ziyaretleri, ülkeler arası köklü ve stratejik işbirliğine dayanan ilişkilerin küçük tökezlemelerden fazla zedelenmediğini gösteriyor.

Ancak ben son krizin yine de Türkiye’de halkın belli bir kesiminde İsrail’e ve dolaylı olarak Yahudiliğe karşı esasen var olan olumsuz bakışı kökleştirebileceğinden endişe duyuyorum.

Skandalın basına yansıdığı aynı gün, liberal olarak tanımladığımız 13 Ocak tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında, işadamı Jak Kamhi’den söz edilirken; “Mösyö Jak’ın telekulak korkusu” gibi bir başlık atılabiliyorsa, Türkiye Yahudilerinin bu ülkede hala yabancı olarak algılanmasına şaşırmamak gerekir.

Biz Türk vatandaşı Yahudilerin, bu durum karşısında  ağzımızla kuş tutsak nafile’ gibi bir izlenime kapılmamızı ve her krizde olduğu gibi ‘yine bizi İsrail ile özdeşleştirecekler’ endişesi ile tedirgin olmamızı doğal karşılıyor ve üzülüyorum.