Hayatın akışı, bir de “doğal akışı” var

<p><span>Yaşama kültüründe bireyselliğin ön plana çıkması, eğitime adanan yılların (yüksek lisans, dil, stajlarla) artması, ekonomik kriz ve gelir kaynaklarının azalması, sevgiye, aşka verilen değerin tükenmesi...</font></span></p>

Köşe Yazısı
13 Ocak 2010 Çarşamba

David Ojalvo


2002 yılında tanıştığım bir dostumla, belirli aralıklarla haberleşiyoruz. Tanışmamıza araç olan, bir dönem üyesi olduğumuz dernekten çok, edebiyata, özellikle de Rus edebiyatına olan merakımızdı. Dostoyevski’nin kitaplarını yeni yeni okumaya başlamıştım; o ise büyük yazarın neredeyse tüm eserlerini okumuştu. Dostoyevski’nin karakterlerini ele alır, insan doğasına ve toplumun yapısına dair sohbetler ederdik. Okuyacağımız kitapların, izlemek istediğimiz filmlerin listesinin ucu hep açıktı, hâlâ da öyle... Aradan geçen sekiz yılı düşünüyorum. Belirli heyecanlarımız hâlâ yerini koruyor mu? Neredeydik, nereye geldik, nereye gidiyoruz? Bu gibi sorular karşısında, dostumun çizdiği yolu takdirle izliyorum.

Tanıştığımız dönemde dostum, ekonomi alanında tamamladığı lisans eğitimini yüksek lisans ile devam ettiriyordu ve bir yandan da mesleği ile ilgili çeşitli sınavlara (müfettişlik, bilgisayar gibi) hazırlanıyordu. 2004 yılında askerlik görevini tamamladı, ardından saygın bir bankada iyi bir pozisyonda işe girdi. Bir dönem, işi gereği birçok ilde kısa sürelerle çalıştı. Kurumundan gelen bir teklif üzerine, iki yıl için yurtdışına gitmeyi kabul etti. Orada yoğun bir tempoyla çalışmaya devam ederken, kolay kolay evlenmeyeceğini varsaydığım dostum, evlendi de. Şu sıralar, 30’lu yaşlarının başında bankada şube müdürü oldu, ev satın aldı ve baba olmaya hazırlanıyor... Yurtdışında olması elbette özlemi ve o, hayatına iyi bir şekilde devam ediyor...

Değinmiş olduğum bu kısa hayat öyküsü, düzenini kurmuş, kariyer ve aile hayatını az çok oturtmuş okurlarım için “sıradan” görünebilir. “Hayatın doğal akışı böyle, bu şekilde olmalı” diye de düşünebilirsiniz. Oysa kendi kuşağımla, günümüz gençliğiyle birlikte düşündüğümde bu akışı, bana dostumun başardıkları, çok daha büyük ve özel görünüyor. Yaşama kültüründe bireyselliğin ön plana çıkması, eğitime adanan yılların (yüksek lisans, dil, stajlarla) artması, ekonomik kriz ve gelir kaynaklarının azalması, sevgiye, aşka verilen değerin tükenmesi... Sıkça duyulur veya kurulur, “Hayat giderek zorlaşıyor” cümlesi. Birçok açıdan bu cümleye hak vermemek elde değil. Bugün, özellikle bir aile desteği olmadan, hayata atılmak zorlaşmıyor mu? İş bulmak, yuva kurmak zorlaşmıyor mu? Mücadele şart ve umutların, inancın içini sıkıca doldurmak gerek...

Son yazışmamızda dostum işlerinin çok yoğun olduğunu, okumaya pek fırsat bulamadığını iletti bana. Kendimi onun yerine koymama gerek yoktu; çünkü günün yorgunluğunun ve yeni sorumlulukların insanı okumaktan alıkoyduğunu biliyordum. Onun entelektüel heyecanının saklı durduğunu da görebiliyorum ve şartlar elverdiğince elinden gelenin en iyisini yaptığını, yapacağını da...

Üniversite yıllarının neden özlemle anıldığını şimdi bir yönden daha iyi anlıyorum. Sorumluluk arttıkça, yaşla paralel çevrenizin beklentileri çoğaldıkça, serbest zaman azalıyor. Yine de, hayatın doğal akışı, insana anlam veren tüm iyi öğeleri içinde barındırıyor olmalı. Buna, insanın ömür boyu kendini geliştirmesi de dahildir, değil mi?... Nerede okudum ve duydum hatırlayamıyorum; ama sonuçta, yolunda giden bir iş, aile ve sosyal hayatın birleşiminde yatıyormuş “mutluluk” denilen kavram da...