Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır/ 44 YILLIK ŞALOMCU

Viktor Apalaçi, Avram Leyon’dan günümüze gazeteye sinema eleştirmeni olarak hizmet veren bir yazarımız. İşini son derece severek, büyük bir ciddiyetle takip eder. Çok önemli bir nedeni olmadıkça, haftalık yazı kurulu toplantılarını asla kaçırmaz. Sadece film festivalleri süresince ‘kaçamak’ yapar. Ve de en önemlisi senelik programı Cannes Film Festivali’ne göre ayarlanır.

Ester YANNİER Toplum
13 Ocak 2010 Çarşamba

Sinema aşkım Avram Leyon’u tanımama vesile oldu. 20’li yaşların başında, askerliğimi yaptıktan sonra, Cannes Film Festivali’ni yerinde takip etmeyi aklıma koymuştum. Festivalin, 60’lı yıllarda Paris’in Faubourg Saint-Honore’de olan irtibat bürosundan, izlemenin tek yolunun basın akreditasyonundan geçtiğini öğrendim. Festival yönetimi, bir basın organı tarafından yapılacak akreditasyon talebinin şart olduğunu söyleyince, aklıma ŞALOM’a başvurmak geldi.

Gad Nassi aracılığıyla gazetenin sahibi, başyazarı ve her şeyi olan Avram Leyon’la tanıştım. Gençlerin önünü açmak ve onlara fırsat tanımayı prensip edinen Avram Leyon talebimi olumlu karşıladı. 1966 Mayıs’ında ilk Cannes Festivalimi izleme olanağını buldum.

Festivali izleyen iki Türkten biriydim

Festivali izleyen  780 gazeteci arasındaki iki Türk’ten biriydim (Diğeri Milliyet’ten, rahmetli Tuncan Okan idi.)

Mayıs ayının son günlerinde biten Cannes Film Festivali ile ilgili intibalarım, haftalık bir yayın organı olan ŞALOM’da Haziran ve Temmuz aylarında yayınlanırdı.

1966 yılından sonra Avram Leyon ile irtibatımı hiç kaybetmedim. Bana karşı hep iyi niyetli ve sevecendi. Paris’te yayınlanan ve Yahudi dünyasından haberlere odaklanan “Agence Télégrafique Juive” adlı bültenlere Şalom’u da abone etmiştim. Avram Leyon o bültendeki haberlerin ilginç bulduklarını tercüme edip gazetesine koyardı.

29 Ekim tarihlerinde, Şalom’un yıldönümlerini muhakkak kutlamayı adet edinmişti. Şalom yazarlarına tek tek (bizzat) telefon ederek, yıldönümü kutlamasının yapılacağı salona davet ederdi. Çok kere Cihangir’deki Club 12’deki bu mütevazi kokteyllere katıldığımı hatırlıyorum. Ancak, arası sürekli açık olduğu için, cemaat yöneticilerini bu kutlamalara pek davet etmezdi. 

1980’li yıllarda Avram Leyon ile daha az görüşmeye başladım. Gazeteye de yılda ancak bir kez Mayıs ya da Haziran ayında gönderdiğim yazıyla katkıda bulundum.

Bir dönem  hiç yazmadım

Yazmaya ara verdiğim dönem gazetemizin Sanat Sayfası Yönetmeni Mary Asayas’ın beni yeniden yazmaya heveslendirmesine kadar devam etti. O yıllarda Şalom’un el değiştirdiğini, yazılan yazılara dışarıdan müdahale edildiği duyumunu almıştım. Asayas, bana bu konuda her türlü desteği vereceğini söyledi. Dönemin yeni Genel Yayın Yönetmeni Silvyo Ovadya’dan da büyük destek gördüm.

17 yıl ara vermeden...

O tarihten bu güne yaklaşık 17 sene her hafta yazmaya devam ediyorum. Yani 50 hafta aralıksız yazan ender yazarlardan biriyim.

En çok mutluluk duyduğum Avram Leyon döneminde yazmaya başlayan ve halen fiilen yazı yazan tek yazar olmam.

Filmi değerlendirmek

Sinema eleştirmeni izlediği filme, daha önceden izlemişçesine donanımlı olarak gider. Normal bir izleyici ile bir eleştirmen aynı bakış açısıyla sinemaya gitmez.  Yaklaşık ne göreceğimi bilirim. Konusunu bile bilmesem, o yapıtın yönetmen ve senaristinden evvelce yaptıkları çalışmalarından nasıl bir yapıt izleyeceğimi bilirim. Düş kırıklığına uğradığım çok az oldu. Çünkü bir yönetmen aslında hep aynı filmi yapar.  Tabii bunu değişik konularda anlatır, ancak bağlı olduğu mesajlara uyar ve her filminde tekrarlar.

Örneğin Yunan sinemasının son elli yılda yetiştirdiği en büyük yönetmen olan Theo Angelopoulos, tüm filmlerinde 2. Dünya Savaşı yıllarında göçe zorlanan Yunanlıları her filminde muhakkak işler. Toprağından koparılan, insanların acısını sinemaya yansıtır.

Cannes Film Festivali

Cannes  Film Festivali’nde ödül alacak film tahmininde hep yanılırım. Genelde favorilerim dereceye girseler de Altın Palmiye’yi almazlar. Yalnız Cannes’ın bir büyüsü vardır. Dünya’nın en büyük film festivali olması dolayısıyla o yılın sinema ürünlerinin yüzde ellisini 13 günlük bir sürede izleme şansını yakalarım. O seneki sinema endüstrisinin eğilimlerini Cannes’deki o süre zarfında hissederim. Orada edindiğim intiba ile vizyona girecek filmlerin genel çerçevesini görmüş olurum.  Cannes dünyanın dört bir yanından gelen dört, beş bin medya mensubunun takip ettiği muazzam bir sinema fuarı. En zorlandığım konu ise günün programını yapmak. Çünkü sabahın sekizinden gece yarısına kadar gösterilen filmler içinde bir seçim yapmak en zor olay. Bu günleri iyi değerlendirmek için herkesin bir B planı vardır, insanlar sıkıldıkları veya keyif almadıkları gösterimlerden çıkarlar. Eleştirmenlerin sık sık salondan çıkmaları hiç ayıplanan bir durum değildir.

Festival ortamında film seyretmenin bir sıkıntısı da, günde 4-5 film izleyince, suaredeki filmin tadına tam olarak varamamak, yorgunluktan benzer filmleri birbirine karıştırmak. Festivallerde bir başyapıt yakalamanın ana kuralı, keşif aşkıyla izlenen sayısız filmde, sayısız kazık yemeden geçer.