Parapsikoloji ve III. Reich

Özellikle internetin son on yıldaki atılımıyla kıtalararası araştırmalar yapmanın ve çeşitli kaynaklara ulaşmanın oldukça sıradan hale gelmesinden sonra geçmişte bastırılan bazı tezler gün ışığına çıkmaya başladı. Bunlardan birisi ise son 20 yılda popüler kültüre ve medyaya damgasını vuran parapsikoloji ve ezoterik bilgiler peşinde koşan Naziler

Melih NAMER Diğer
9 Eylül 2009 Çarşamba

II. Dünya Savaşı’ndan önce, sırasında ve sonrasında III. Reich yönetimindeki Almanya, Büyük Savaşı kazanmak ve dünya hâkimiyeti kurmak için parapsikolojiye başvurmuş mudur?

Yoksa var olan iddialar popüler kültürün bir yansıması mıdır?

Görsel medyanın ve iletişimin gelişmesiyle komplo teorisi olarak addedilen bu iddialar ve tezler zaman zaman gündeme gelerek dünya kamuoyunu meşgul etti. Özellikle internetin gelişimiyle bilgiye ulaşmak ve daha da önemlisi insanlara ulaşmak kolaylaştı ve noktaları birleştirerek tezler sunan araştırmacılar öne çıktı. Popüler kültürün filmler ve bilgisayar oyunlarında sıkça işlediği konulardan biri de budur.

1981 yılında ilki çekilen Indiana Jones filmi “The Raiders of The Lost Ark” filmiyle Holywood Nazilerin peşinden koştuğu antik ve eşsiz güce sahip nesneleri popüler kültüre tanıtmaya başladı. Bu film Harrison Ford’un “Star Wars IV / Yıldız Savaşları IV” ile parlamaya başlayan kariyerinin zirveye doğru çıktığı film oldu. Mizahi yanı kuvvetli, zeki, çevik ve gözü pek arkeolog Indy ile George Lucas ve Harrison Ford sinema seyircisi üzerinde büyük etki bıraktı. 

Arkeologumuz Jones ne olduğunu anlamadan kendini Naziler tarafından kovalanırken bulur. Tüm serilerde görüleceği gibi Jones kaçarken yanına her zaman güzel bir ortağı vardır. 2. Dünya Savaşı’na hazırlık dönemlerinde ve savaş sırasında Naziler kendilerine avantaj sağlayacak, mistik güçlere sahip olduğuna inanılan efsanevi nesnelerin peşine düşer.  Bu nesnelerden biri de Musa’nın ‘10 Emir’i sakladığı söylenen Ahit Sandığı’dır.

Filmde özel bir Nazi arkeoloji-kazı ekibi askerleriyle beraber ‘10 Emir’in içine saklandığı `Ahit Sandığı´nın peşindedir. Rivayete göre Ahit Sandığı’nın içi ve dışı 24 ayar altın kaplamadır. Sandığın büyük bir güce sahip olduğu anlatılır. [Henoteist Yahudilerin ayrılmak zorunda oldukları Mısır’dan çıkışlarını sağlamak için Musa tarafından yaptırıldığı ve Ywhw’nin sandıkla seyahat ettiğini, bu yüzden sandığın açıklanması mümkün olmayan bir güce sahip olduğu söylentileri de konu ile ilgili metinlerde yer alır. Henoteizm: Her bölgenin bir tanrısı olduğuna inanılır. O bölgeden çıkıp başka bir bölgeye geçildiğinde tapınılan tanrının gücünün zayıfladığı ve bulunulan yerin tanrısının kuvvetli olduğuna inanılan din. Çok tanrının varlığını red etmez ama o bölgede tek bir tanrıya inanılır.]  Musa sandığı taşımak ve korumakla yükümlü “Levi” kabilesine sandığı taşırken çeşitli koruma giysilerinin giyilmesini zorunlu kılmıştır.   

Naziler’in peşinde koştuğu tek antik nesne hiç kuşkusuz ‘Ahit Sandığı’ değildir.

Savaşı kazanmak ve diğer güçlere karşı üstünlük kurmak için parapsikolojik nitelikleri bünyelerinde barından birçok mistik ve efsanevi özelliğe sahip nesneyi bulmak Heinrich Himmler ve Hitler’in ana amaçlarından biriydi. Ezoterizm (saklı bilgiler)’e saplantılı şekilde ilgi duyan Heinrich bu uğurda kendisi kadar saplantılı olan Hitler’den özel ekipler kurmak için gerekli kaynağı sağladı.

 

Longinus’un Mızrağı

Nazilerin araştırmalarında geniş yer tutan ve üstüne ciddi eğildikleri nesnelerden biri “Nasıralı İsa”yı çarmıhta öldürdüğü öne sürülen mızraktır. İncil dışı kayıtlarda adı Longinus olarak geçen Romalı asker, İsa’nın çarmıhta öldüğünden emin olmak için kaburgasına mızrağını saplar. Mızrağın saplanmasından evvel İsa’nın ölmüş olduğu anlaşılır.

İsa’nın ölümüyle birlikte mızrakta efsanevi güçler barındırdığı iddialarıyla yıllar geçtikçe efsanevi bir nesne haline gelir.  Öyle ki bu mızrağa sahip olan, dünya da mutlak güç ve hâkimiyete sahip olacaktır.

Hitler, bu mızrağı ele geçirmek uğruna Avusturya’yı işgal etti. 1796’da Nuremberg’te mızrağın da yer aldığı Roma İmparatorluğu hazineleri, güvenlik nedeniyle Viyana’ya gönderildi. İşgalden sonra Hitler’in eline geçti ve müttefiklerin saldırısına kadar altı yıl süreyle Almanya’da St. Catherine Kilisesi’nde tutuldu. 3. Ordu Komutanı General Patton ve müttefiklerle beraber 30 Nisan 1945’te Berlin’i ele geçirdiğinde mızrağı arattı ve buldu. Yapılan testlerden sonra mızrak, Viyana’ya yollandı. O tarihten bu yana Schatzkammer (İmparatorluk Hazinesi) ile beraber tutuluyor. En son 2003 yılında yapılan testlerde mızrağın M.S. 7. yüzyıla ait olduğu, ucunda yer alan çivi şeklindeki uzun parçanın da (İsa’nın gerildiği çarmıhtan alındığı düşünülen Roma Çivisi) M.S 1. yüzyıldan kalma olduğu anlaşıldı. Rivayete göre mızrağın el değiştirdiği gün Hitler’in intihar ederek kendini öldürdüğü gündür.

 

Tibet Kazıları

Himmler, Antik Teuton ve doğu efsanelerine tutku derecesinde inanan biriydi. İnancı ve sapkınlığı SS İmparatorluğu’nun kurulmasına neden olan sebeplerden biriydi. Robin Cross’un da makalesine konu olan Tibet kazıların mimarıydı. Himmler Almanların, Aryan ırkının kökeninin izleri Tibet’te kaybolan üstün bir ırka dayandığına inanıyordu.

Bu ırkın büyük bir felaketten sonra Hiberborea-Tule adı verilen (Alman araştırmacılara göre İzlanda ve Grönland civarlarında olduğunu düşülen Atlantis) efsanevi topraklardan dünyaya yayıldığına inanılıyordu. Tule örgütünün inancına göre psikokinetik güçlerin (vril) koruyucusu bu insanlar M.S 9 yılında Almanya’da üç Roma lejyonunu sıra dışı bir şekilde yenilgiye uğratarak bütünüyle yok etmiştir. (Germen kabilelerinin reisi Arminus gerilla taktikleriyle o tarihte Publius Quintilus Varius tarafından yönetilen üç Roma lejyonunu yok ederek Roma İmparatorluğu’nu Almanya topraklarından uzak tuttu.) Töton ve Arthur’un yuvarlak masa şövalyelerinin reenkarnasyonu olduklarını düşünen Tule örgütü ve SS (Schutzschafel) yönetimi bu sırlara ulaşmak amacıyla Ahnenerbe Forschungs und Lehrgemeinschaft’ı (Ata Mirası Araştırma ve Öğrenim Topluluğu) kurdu. Ahnerbe’nin ana amacı Aryan ırkının kökeni ile ilgili antropolojik, arkeolojik ve bilimsel verilere ulaşmaktı. İsveç’li kâşif ve Nazi sempatizanı Sven Hedin, Aryan ırkının kökeninin Tibet’te olduğuna inanıyordu. Onun da etkisiyle 1938’de Vril gücüne (süper insanın ve psikokinezinin sırlarına) ulaşmak ve köken ile ilgili bilgi toplamak amacıyla biyolog Ernst Schafer yönetiminde Ahnenerbe Tibet’te, Himalayalar’da birçok kazı yaptı.

Tibet ve Sikkim’deki kazılarda Nazi antropologu Bruno Beger, 300’den fazla kafatası üzerinde araştırma yaptı, notlar aldı. Beger, Tibet’in kuzeyden gelen bir ırka ev sahipliği yaptığına inanıyordu.

Topladıkları antik nesneleri onlara göre “Camelot” (Excalibur efsanesinde İngiltere’ye adalet ve refah getiren Kral Arthur’un altın şehri ve kalesi) olan Wewelsburg Kalesi’nde bir araya getirdiler.

 

Holy Grail - Kutsal Kâse

Başrollerini Harrison Ford ve Sean Connery’nin paylaştığı “Indiana Jones and the Last Crusade” filminde Jones ile Nazilerin Kutsal Kâse’yi bulmak için verdikleri amansız mücadele zihinlerde yer etti. Filmde Kutsal Kâse “ölümsüzlük etkisi” ile göz önüne çıkarılıyordu.

Filmin aksine gerçekte Himmler, Richard Wagner’ın “Parcifal” isimli operasından etkilenerek Kutsal Kâse’yi bulmak amacıyla İspanya’da Montserrat’a gitmiş fakat eli boş dönmüştü. Konu ile ilgili yaptığı araştırmayı kitaplaştıran ‘Monserrat Rico Gongora’nın “Desecrated Abbey” isimli kitabında konuya hiç tahmin edemeyeceğimiz bir noktadan yaklaştı:

Hitler ve Himmler, İsa’nın sanılanın aksine Yahudi Kralı değil, Aryan ırkının bir temsilcisi olduğuna inanıyordu.  Bu inanışlarını Avrupa’ya ve dünyaya kanıtlamak amacıyla Kutsal Kâse’yi arıyordu.

Günümüz tarihine göre Himmler veya Ahnenerbe hiçbir zaman bu arayışlarında başarıya ulaşamadı.

 

Parapsikoloji ve ezoterik kaynakların kullanımının gerçek sebepleri

Hitler ve SS’in yönetimindeki III. Reich’in çabaları sadece antik ve ezoterik bilgilere ulaşarak eşsiz güce ulaşmak değildi. Savaşa hazırlanan faşist Almanya’daki halkın dikkatini dağıtacak ve onların tutkulu çalışmasını sağlayacak propaganda malzemelerine ihtiyaç vardı. Ana düşman olarak Yahudileri hedef gösterip ortak bir düşmanda halkı kenetledikten sonra kenetlenmeyi koruyacak propagandalara gereksinim duyuluyordu.

Teuton Şövalyeleri’nden, kayıp kıta Atlantis’e uzanan kök arayışları, tarihi efsaneler ile süslemek ve efsaneler ile ilgili kimi kanıtları sunmak ve sergilemek Faşist propaganda makinesinin ana işlevlerinden biriydi.  II. Dünya Savaşı kaybedilirken hatları tutmak ve psikolojik etkinliği kaybetmemek amacıyla da bu savlar kullanıldı.  Sahip olunan veya olunduğu öne sürülen antik ve mitolojik nesnelerle orduya psikolojik güç verilmeye çalışıldı.

Bu çalışmalar sadece psikolojik değil fiziksel üstünlük sağlamak amacıyla da yapıldı, savaşın seyri Almanya aleyhine dönerken efsanevi güçlere sahip bu antik nesnelerin arayışı hızlandı.

Konu üzerine Reich yönetiminin bilinen araştırma konuları ve sayısı, şüphesiz gerçeğin sadece bir bölümünü oluşturuyor

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, ABD Başkanı Truman, Ağustos 1945’te “Operation Paperclip / Ataç Operasyonu” ile Almanya’daki bilim adamlarını, ailelerine de bakılacağı garantisi vererek, ABD’ye getirdi. Truman bu bilim adamlarından Nazi Partisi’ne üye olanlar veya Nazi milliyetçiliğini savunanların ayrı tutulmasını ve ABD’ye getirilmemesini emretmesine rağmen resmi olarak Nazi partisine üye Werner von Braun, Arthur Rudolph, Hubertus Strughold gibi birçok bilim adamı geçmişleri Amerikan Askeri İstihbaratı tarafından temizlenerek ABD’ye getirildi ve birçok çalışmada kullanıldı.  ABD ve Sovyetler Birliği arasında bu dönemde bilim adamlarını elde etmek için yoğun bir mücadele yaşandı.

Savaş sonrasında hangi çalışmaların, ne tür sonuçlar verdiği ve bu bilgilerin kimin eline geçtiği belirsizliğini korumakta. Rusya ve ABD’nin bu bilgilerin ne kadarını elde ettiği ve kullandığı sadece istihbarat birimlerinin üst tabakaları tarafından ve ülke başkanları tarafından biliniyor.

 

PARAPSİKOLOJİ NEDİR?

 Oesterreich’in tanımına göre parapsikoloji sözcüğü, “para: yanında, ötesinde” ve “pscychische: ruh” kelimeleriyle tanımlanmış bir alandır. Dr. Rhine’ın da aynı dönemlerde telepati, telekinezi ve duru görü üzerinde çalıştı ve bu alana “parapsychologie” adını verdi. Bu,  alışıla gelmiş farklı psikoloji anlamına gelmektedir.

İnsan’ın ‘ruh’ ve ‘madde’ ikilisinden oluştuğu gerçeklerini yüzyıllar boyu göz ardı eden bilim, çeşitli keşiflerden sonra tıkanmaya başladı. İnsanın diğer yarısı olan ‘ruh’a yöneliş bu dönemde başladı. Bu dönemle birlikte biyolojik yapıda ortaya çıkan her türlü sorunun ruhsal yapıdan kaynaklanabileceği düşüncesi yaygınlaştı.

Parapsikoloji bilimi 1923’lü yıllardan sonra bilim camiası tarafından kabul görmeye başlarken ruhu aynı beden gibi, bedeni kontrol altında tutan, bedeni üreten ve bedenin yaşamasını devamlı kılan ayrı bir enerjik faktör olaraktan kabul eder. Ruh kaynaklı algılamalar duyu dışı algılamalar (extrasensory perception) olarak tanımlanıp sınıflandırılır.

Halk arasında tüm (Telepati, Duru görü, Duru işiti – Hipnoz, Psikometri, Psikokinezi / Telekinezi, Derma Optik Algılama, Radyestezi, Beşeri Aura, Medyumluk, Ruhsal Şifa, Obsesyon, Neştersiz ameliyatlar, Ekminezi, Nazar, Poltergeist (eşyaların hareketleri / tekinsizlik) ) duyu dışı algılamalar kabaca altıncı his olarak adlandırılır ve kabul görür.

Sovyet bilim adamları bu alanı incelerken ‘Parapsikoloji’ yerine ‘Psikotronik’ (Yunanca psişe ve elektron sözcüklerinin birleşimi) kelimesini kullandılar. Duyu Dışı Algılamaların oluşuna yol açan parapsişik olaylardaki enerji yapısını keşfetme amacında olduklarını belirtmişlerdi.