Bir din adamına sordum

Yahudi takvimine göre pek çok felâket Av ayının 9. günü gerçekleşir. Bu bir rastlantı mıdır, dinde rastlantılara yer var mı? Değilse algılamamız gereken mesaj nedir? Bu konuda Rav Mendy Chitrik’in de görüşüne başvurmayı doğru buldum.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
29 Temmuz 2009 Çarşamba

Çocuk iken anımsıyorum rahmetli annem Tişa Be Av’da; “Sakına denize girme, yoksa her tarafın leke olur!..” diyeirek beni uyarırdı. Acaba Yahudi takviminin en acılı günü olarak kabul edilen Tişa Be Av’ın anlamını annem biliyor da bir çocuğa bunu anlatmanın en basit yolu olarak bu yaygın söylemi dile getirmeyi mi uygun görüyordu? Yoksa o yıllarda özellikle Yahudiler arasında, daha seküler kesimde, dine verilen önem ve bu konudaki bilinçlenme çok daha yüzeysel miydi bilemiyorum.

Tabi ki, Tişa Be Av’ın getirdiği tek yasak ‘denize girmemek’ değildir. Ancak Av ayının 9. günü yaz aylarına rastladığından ve İstanbul Yahudileri genelde o dönemde adalara gittiklerinden bu matem gününü hatırlarken uyulması gereken oruç tutmak gibi zorunluluklar yerine sadece ‘denize girmekten mahrumiyet’ olgusu üzerine odaklanmışlardı.

Mişna (Taanit 4:6) bu tarihte meydana gelen felaketler zincirini sıralar: Tanrı Av ayının 9. günü Mısır’dan çıkan Yahudileri, esaret görmemiş bir nesil yetişene dek, 40 yıl çölde dolaşmaya terk eder. Birinci Bet Amigdaş (Kutsal Tapınak) Av ayının 9. günü yıkılmıştır. 500 yıl sonra Romalılar İkinci Bet Amigdaş’ı ateşe vermek üzere yaklaşırlarken, Yahudiler İkinci Mabet’lerinin de yine aynı günde yıkılacağını dehşetle anlarlar. Bar Kokhba isyanı sırasında Yahudi direnişinin son kalesi Beitar 9 Av’da düşer. Yakın tarihlerde, Ortaçağda İspanya Sürgünü, Kral I. Edward’ın Yahudileri İngiltere topraklarından kovduğu tarih de 9 Av’dır. (Yahudilikte Kavram ve Değerler).

Rav Felipe Goodman; ‘Tişa Be Av’ın kutsal bir tapınağın imhasından daha fazla bir anlam ifade ettiğini, bir milletin dağılmasını, bir yaşam tarzının yok olmasını’  simgelediğini açıklar.

Peki, tüm bu felaketlerin aynı tarihe rastlamasını sadece bir tesadüf olarak değerlendirebilir miyiz? Genelde septik bir düşünceye sahip olduğumdan bu sorumu Rav Mendy Chitrik’e yöneltmeyi uygun buldum. Yanıtı şöyle idi:

“Rastlantıdan söz etmek zor… Dinimizde her şeyin bir nedeni vardır. Geleneklerimize göre 9 Av’da temkinli olmak için pek çok sebep bulunmakta. Talmud’da; “ Bet Amigdaş neheras biglal sinat hinam” (Bet Amigdaş temelsiz nefret yüzünden yıkıldı) der. Felaketlerin kaynağı kardeşler arasındaki düşmanlık, kavgalar ve nefrete varan duygulardır. ‘Sinat hinam’ın karşıtı nedir? ‘Ahavat hinam’ yani karşılıksız sevgi. Karşılıksız sevgi ise farklı düşüneni, farklı inançlara sahip olanı, farklı giyineni salt Yaratan’ın bir eseri olduğu için sevmeyi gerektirir”.

Evet, din farkı gözetmeksizin barış içinde yaşamak, dindar, laik, sağcı, solcu gibi ayırımlara girmeden, hiç kimseyi ‘öteki’ olarak nitelendirmeden tüm insanları ve insanlığı sevmek sanıyorum geçmişte yaşanan bu felaketlerden alınması gereken en güncel yorum ve mesaj oluyor.

 “Geçmişi hatırlamayanlar onu tekrar yaşamaya mahkûmdur”. (Nedenleri ve niçinleriyle Yahudilik, s.217).

Ben yazımı Nuray Mert’in özel olarak gazetemiz için kaleme aldığı, 15 Temmuz günü ŞALOM’da yayımlanan yazısındaki şu saptaması ve Yahudilerin her daim var olacağına ilişkin inancım ile noktalamak istiyorum: “Romalılar bin yıl zulmettiler de ne oldu? Yahudiler hala var ama Romalılar yeryüzünden silinip gitti.”