Hüseyin Çelik’le tarihi toplantı

Geçtiğimiz hafta Türk Yahudi Cemaati’nde bir ilk yaşandı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, yüz elliyi aşkın Türk Yahudisi ile beraber olduğu yemekli bir toplantıda hem demokratik açılımı anlattı hem de cemaatin sorunlarını dinledi. Toplantı tarihe geçti. Neden mi?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
21 Nisan 2010 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta Türk Yahudi Cemaati’nde bir ilk yaşandı.

Yüz elliyi aşkın Türk Yahudisi yemekli bir toplantıda demokratik açılım projesi kapsamında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’i tam üç saat boyunca aralıksız dinledi ve beklenmedik bir şekilde kendisine zor sorular bile sordu. Zira Çelik, hem vücut diliyle, hem de özgürlükçü tavrıyla kendisine bu toplantıda her türlü sorunun sorulması gerektiğini belirtmiş, söyle demişti: “Sizin sorunlarınızı Putin’e, Merkel’e, Sarkozy’ye değil de bize doğrudan iletebilmeniz kadar doğal ne olabilir ki?” Tabii ki bu söz müthiş alkış alacaktı. Ben cemaatin, sorunlarını dışarıya taşıdığına veya şikâyette bulunduğuna hiç tanık olmadım ama Çelik’in bu doğal saptamasına bu kadar olumlu tepki gelmesinde sanırım, gönül yaralarına tedavi arayan günümüz Türk Yahudisi’nin duyguları rol oynuyordu.

Hüseyin Çelik gerçekten çok iyi bir hatip. Konulara hâkimiyeti, güçlü hafızası, konuşmasını kimi özdeyiş, fıkra, türkü sözleri ve psikoloji ve sosyoloji terminolojisi ile taçlandırması her siyasetçiye nasip olmayan bir özellik. Türkiye’nin her zaman büyük eksikliğini hissettiği muhafazakâr /sağ entelektüel dünyanın önemli bir temsilcisi olarak karışımıza çıkıyordu.

Kendisinin rahatlığından cesaret alarak sorulan soruların tamamına yakını Türkiye’deki özellikle kimi basındaki antisemit yaklaşımlar ve nefret söylemi içeren yazılar ile ilgili olanıydı. Demek ki, Türk Yahudileri bu konudan ciddi olarak muzdaripmiş. Hüseyin Çelik, demokratik yasalar ve kanunlarla bu konuyu halletme yoluna gideceklerini söylerken salonda “artık bu kez olacak” havası esiyordu demokratik açılım anlamında çünkü Çelik çok samimi ve içten konuşuyordu. Ama bu yeterli miydi acaba?

Çelik, antisemitizmin bir hastalık olduğunu basa basa belirtirken Türk basın ve edebiyat tarihindeki kimi antisemit yazarların yazdıklarından alıntılarla antisemitizmin Türkiye’de hep var olduğunun altını çiziyordu.

Hüseyin Çelik’in geçtiğimiz yıl, Gazze olayları esnasında eğitim bakanı olarak, Türkiye’nin tüm okullarında yapılması planlanan kompozisyon yarışmasını antisemitizmi körükleyeceği gerekçesiyle iptal ettiğini de hatırlatmak isterim.

Umarım o gece yaşanan bu ‘ilk’, olumlu sonuçlarını da beraberinde taşır.

***

15 Nisan, Varoluşçuluk akımının babası, ünlü feylozof ve yazar Jean Paul Sartre’ın ölümünün 30. yıldönümüydü. Sartre, aydın olmanın iki önemli şartına hep dikkat çekmişti: vicdan ve sorumluluk. Her iki kavramın da mumla arandığı bir dönemde her daim Sartre’a danışmaya, onu yine ve yeniden doğru okumaya ve düşünmeye ihtiyacımız var.

Günümüz kimi aydınlarının çifte standart hastalığına tutulmuş bir şekilde hayatı ve insanı sözde anlatmaya ve çözmeye çalışırken geride elle tutulur hiçbir değer bırakmamalarının nedeni, işte Sartre’da olan entelektüel dürüstlüğün onlarda kayıp olmasıydı.

Modernitenin insanı nasıl yozlaştırdığını bağıra çağıra söyleyen, varoluşun ‘bulantısını’ ve hayatın ‘saçmasını’ iliklerine kadar hisseden ve “her şeye rağmen insan özgürlüğüne mahkûmdur” diyen bir dürüst aydındır, Jean Paul Sartre.

“Antisemit”, demişti ‘Yahudi sorunu’ eserinde,“dünyanın aslında kötü olduğunun düşüncesini benimsemez, hatta ondan korkar çünkü o takdirde arayıp bulmak, eğilip düzeltmek gerekir. Ademoğlu kaderini, bütün tedirgin edici ve sürekli sorumluluğuyla birlikte kendi eline almak zorunda kalırdı. Ama kötülüğü Yahudi’de bulmak kolaylığı varken, böyle tedirginliklere kapılmak doğru mu?”

Evet, antisemitizmin kaynağına bu denli analitik bir felsefi yaklaşımla inmek sadece dürüst entelektüellerle Sartre gibi korkusuz, tarafsız ve aydınlık kafalı insanlara ait olmalı.

“Antisemit korkaktır” der Sartre. Kendi güçsüzlüğünden korkan antisemitin, yok etmek istediği düşman bulmadıkça korkuları devam edecektir.

Yahudilik varoldukça antisemit, oksijen almaya devam edecek.

Ne yaman bir diyalektik ilişki!

Dünyanın yeni Sartre’lara ihtiyacı var.

Hemen, şimdi!