Türk Yahudi Cemaati Başkanlığından bir Silvyo Ovadya geçti

Siz bu satırları okuduğunuzda Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya  “6 Yılın Ardından” başlıklı konuşmasını yapmış olacak. Ancak biz Şalom olarak hep bir adım önde olmak zorundayız, konuşmasını yapmadan birkaç gün önce kendisiyle bir saat süren bir görüşme gerçekleştirdim. İşte Silvyo Ovadya ve altı yıllık cemaat başkanlığı döneminin kısa bir özeti… 

Ester YANNİER Toplum
24 Mart 2010 Çarşamba

O Türk Musevi Cemaati için zor bir dönemde sorunlara getirdiği çözümlerle, sonuca odaklı çalışmalarıyla, dürüstlüğü ve sonsuz enerjisiyle toplumuna iyi bir başkan oldu. Silvyo Ovadya, içinde bulunduğumuz ayın sonunda altı yıldır sürdürdüğü cemaat başkanlığı görevini devrecek.

20 bin kişinin cemaat başkanı olmak nasıl bir sorumluluk?

Cemaat başkanı olmak öncelikle kişinin işi nasıl algıladığına bağlı. Eğer çok candan bir şekilde bu işi yapmak istiyor iseniz, neredeyse 20 bin kişinin başındaki kişi olarak da görüp de çok ağır bir yükün altına girmeniz mümkündür. Çok daha düzgün ve yatay bir organizasyonla, bu sorumluluğu daha az bir şekilde hissetmek de olasıdır. Ben ise işi biraz daha aşırıya giderek, çalışma arkadaşlarımla beraber her işe yetişmeye çalıştım. Dolayısı ile oldukça zorlu bir 6 yıl oldu.

Türk Yahudi Cemaati için zorlu bir dönemde başkanlık yaptınız. Gazze olayları, Davos krizi vb olaylar…

Son 65-70 yılın en zorlu dönemi olduğunu söyleyebiliriz. 2. Dünya Savaşı yıllarının, çok daha zor geçtiğini tahmin ediyorum. Ancak bu dönemde de -en azından bildiklerime göre,-peş peşe 2006’da Lübnan Savaşı, ardından Gazze olayları ve uzantısında olayın siyasallaşması, Türkiye’de Yahudi karşıtlığını alevlendirmesi bize sorunlu bir dönem yaşattı. Dönem zarfında verdiğimiz demeçler, bildiriler ve tutumumuzla bunu asgariye indirdiğimizi tahmin ediyorum. Billboardlarda asılan ilanlardan, okullarda yapılan saygı duruşuna, düzenlenmesi düşünülen kompozisyon ve resim yarışmasına kadar; giydirilen binalardaki Yahudi karşıtı söylemlere kadar… Bunların birçoğunu, anında müdahalelerle durdurmaya çalıştık. Başarılı olduğumuz kanaatindeyim. Bunun dışında medya ile iletişimde bulunmayı sürdürerek, her konuda görüşlerimizi aksettirmeye çalıştık. Dolaylı yoldan cemaatimizi ilgilendiren Davos krizi yaşanırken, Haber Türk kanalında Teke Tek programında Fatih Altaylı ile görüşme halindeydim. Orada, ne kadar zor bir durum yaşandığını tahmin etmek mümkün. Hemen ertesi gün Milliyet gazetesinde, Türk Yahudilerinin hoşgörü değil eşit vatandaşlık istediklerini vurguladığım röportaj çok ses getirdi. Fikirlerimizi açıkladığım o röportajın bizler açısından bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Nitekim yansımaları da öyle oldu. Aynı hafta içinde başta Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan olmak üzere birçok bakan Türkiye’de yaşayan azınlık dinlerine mensup kişilerin hoşgörüye ihtiyaçları olmadığını eşit vatandaş olduklarını tekrarlayarak dile getirdiler. Bu da arzuladığımız bir noktaydı.

Gerçekten eşit vatandaş mıyız?

Tabii ki, eşit vatandaşız. Ancak bazı konularda da ayrımcılıklar oluyor. En azından bugün devlet memuru olunamaması bunun en basit örneği. Türkiye’de gayrimüslimlerin toplumun geneli ile aynı adları taşımaması bunu ilk anda vurgulayıcı bir şekilde yansıtıyor. Toplumun genelinde de şuur altında Müslüman olmayanı kendinden görmeme gibi bir düşünce var. Bunu yenmek çok zor. Yıllardan beri siz de biliyorsunuz Şalom’un görev aldığı veya almadığı Yahudi toplumunu geniş topluma tanıtmak amacıyla sayısız faaliyetler yapmaya çalışıyoruz. Tüm bunlar denize bir kaşık sıcak su atmak gibi oluyor. Her şey rağmen vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum. Kendimizi geniş topluma tanıtmak için çok çalışmak gerekiyor. Sadece kültürel faaliyetlerle değil, toplum bireylerinin sivil toplum kuruluşları içinde çok daha fazla rol alması gerektiği kanaatindeyim. Rol aldıkları takdirde çok daha fazla bütünleşme olacak ve daha çok takdir edilecekler. Maalesef eşitliği elde etmek için Türkiye’de azınlıkların veya Yahudilerin geniş toplumdan çok daha fazla çalışması ve öne çıkması gerekiyor. Nitekim Salı günü “6 Yılın Ardından” başlığı altında yapacağım sunumda sivil toplum kuruluşlarında öne çıkan İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği Başkanı Viki Özromano ile İZEV İstanbul Zihinsel Engelliler Eğitim ve Dayanışma Vakfı Başkanı Berti Erbeş’i kutlayacağım. Ayrıca Türkiye’nin dış politikasında çok ciddi katkılarda bulunan Jak Kamhi’ye de teşekkür edeceğim. Bu tip örneklerin artması bize fayda getirecek ve geniş toplumun Türk Yahudisini daha yakından tanınması şansını yaratacak.

Altı yıl süresince sizi en çok yoran ve zorlayan olay hangisiydi?

Hiç tartışmasız az önce bahsettiğim Gazze olayları ve ertesinde yaşananlar bizi en çok yoran dönemdi. Aynı dönemlerde ciddi bir ekonomik krizin yaşanmakta oluşu da durumu biraz daha zorlaştırdı. Tüm çalışma arkadaşlarımızın daha ciddi ekonomik ve iş problemlerinin öne çıktığı bir dönem oldu. O açıdan daha fazla zorlandık…

Cemaat bazında ise, Türkiye’de ilk kez matsa ürettiğimiz dönemlerde bazı kişiler neredeyse bundan çıkar elde ettiğimizi düşündüler. Nitekim o mecburi ithalattan sonra, bu kadar eski bir sistemde hamursuz üretmenin gereksiz olduğunu anladık. Bu gün İstanbul’da 2,5- 3 ayda üretilen hamursuzu dünya standartında bir kuruluş bir günde üretiyor. Bir günlük üretim için de tesis kurmanın çok doğru olmadığı görüşündeyiz. Bakanlıkla görüşerek hamursuz ithalatı için kotaları arttırdık, hem şartları kolaylaştırdık, hem de gümrük vergilerini kaldırtırdık. Böylece halkın ihtiyacını karşıladık…

Başkanlık görevinde en başarılı ve en zayıf yönleriniz nelerdi?

Bilindiği gibi son altı yılda cemaat içi faaliyetlerde büyük bir artış yaşandı. Yönetici olarak neredeyse tüm faaliyetlere katıldığımız için, ne denli çok olduğunun da farkındayız. Tüm faaliyetleri kontrol altına almanın çok da kolay olmadığını gözlemledik. Hiçbir yaptırım uygulanmadan, çalışmaya gayret ettik. Bu konularda toplumun demokrasiyi çok da algılamadığını düşünüyoruz. Ayrıca cemaat yönetimini demokratikleştirmek için gösterilen çabalar da bir sonuca ulaşmadı. Bana göre bu da tüm cemaatin ve yönetimin çok güçlü olmadığını gösterir. Önemli unsurlardan biri, cemaate yasal bir hükmü şahsiyet kazandırmaktı. Bu halen devam eden çok uzun bir çalışma. Yasal işlemler çok uzun bir süre alıyor. En basit örneği; 2003 yılında bombalanan sinagoglarımızdan Şişli Beth- İsrael’in arka binası için, ancak bu hafta izni alındı ve yıkıma başlandı. Beş ay gibi bir sürede yıkımı yapılacak ve hizmete girecek hale getirilecek.

Başarılı olduğumuz konulara değinmem gerekirse, 2003’te önemli hasar gören binalarımız ile sonrasında güçlendirilen tüm sinagoglarımız ve diğer binalarımız kısa sürede yeniden yapılandırıldı. Güvenlik ise azami derecede Türk Polisi ile elele verilerek gerçekleştirilmektedir. Özel güvenlikten de destek almaktayız. Bütün bunlar pozitif yönlerimiz. Ayrıca dönem zarfında başta dışişleri olmak üzere, tüm resmi mercilerle, bakanlıklarla, İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleriyle yakın diyalog içinde olduk.

Bir cemaat başkanının ne gibi nitelikleri olması gerekir?

Çok fazla niteliğe sahip olması gerekir. Öncelikle insanlar ve kurumlar arasında ayrım yapmaması şart. En küçüğünden, en büyük meseleye kadar çok fazla eğilmesi - çünkü küçük sorunlar ileri de büyüyebilir- ve sakin bir şekilde ele alması gerekir. Çalışan kişilerle iyi diyalog kurması ve onları motive etmesi lazım. Bütün bunları yaparken cemaati temsilen medya karşısında belirli konuları çok rahat bir şekilde irdelemesi, konuşması ve yorumlaması şart. Ayrıca açık sözlü olması da çok önemli. Cemaatimiz belirli yardımlarla ayakta duruyor. Topluma ve bağış yapan zümreye karşı da açık sözlü olması gerekir. Gerek toplumun gerekse yöneticilerin güven duymaları için de başkanın o şekilde çalışması elzemdir.

Kurum ve derneklerin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa yakasındaki iki gençlik derneğini bir çatı altında toplamaya çalıştık. Bu dönemde gerçekleşmedi. Ancak önümüzdeki dönemde bir dindaşımızın Tarabya’da bağışlamak istediği arazide tümünü bir çatı altında toplayacak, içinde spor tesislerinin de olacağı bir yer oluşturulacak.

 Görevde bulunduğumuz altı yıl zarfında Or-Ahayim Hastanesi çok ilerledi. Aynı zamanda Matan Baseter -Barın Yurt’ta büyük atılımlar yapıldı. Orada İda Kohen binasının içinde bir özürlü pavyonu açıldı. Yaptığımız en önemli çalışmalardan biri tüm kurumların yanı sıra Matan Baseter’in ihtiyaçlılarının arasında SSK’lıların dışında hiçbir geliri olmayanlara yeşil kâğıt tedarik edildi. Günümüzde cemaat yönetimimizin veya kurumlarımızın her hangi birinin ihtiyaçlarının tümünü karşılayabilmesi imkânsızdır. Bu gün sağlık çok ciddi ve ağır bir yüktür. Diğer bir şansımız da, bu yönetimi görevi zamanında AK Parti iktidarının sağlık yönünden getirdiği çok büyük bir rahatlama var. Bunun olanaklarından da azami derecede yararlanmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Bu konularda Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın yardımlarını yadsıyamayız.

Bunların yanı sıra cemaat kurumlarının inşaatları ile ilgili çalışmalarımız oldu. Örneğin, Arnavutköy Sinagogu’nun restorasyon çalışmaları sürüyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Mayor Sinagogu’nun restorasyonu için anlaşma imzalandı. Ortaköy’deki arazimizde bazı inşaat projeleri için çalışılıyor. Bu dönem zarfında satın alınan bazı gayrimenkuller var. Cemaatin geleceğinin gayrimenkul ile sağlanabileceğini düşündük. Çok az dindaşın gittiği Bakırköy Sinagogu’nun yerine en üst katında bir midraşın bulunacağı bir iş merkezine dönüştürülmesinin de ciddi gelir getireceği görüşündeyiz.

Bu dönem zarfında mezarlıklarla ilgili hem bazı sorunlar yaşadık, hem de bazı çözümler oluşturduk. Çok kötü durumda olan İtalyan Mezarlığı’nın midraşı Sevilya ailesi tarafından, Hasköy Mezarlığı’nın midraşı Almozlinos ailesince yaptırıldı. Son olarak da geçtiğimiz yaz Bağlarbaşı Mezarlığı’nın midraşı Alfasa ailesi sayesinde hizmete girdi. Ulus Mezarlığı’nın yanında geniş bir parsel mezarlık arazisine dahil edildi. 2009 yılının son günlerinden itibaren Kİlyos Mezarlığı gömüye açıldı. Hasköy Mezarlığı’nın önemli bir kısmı rehabilite edildi. Bu arada Ortaköy ve Kuzguncuk mezarlıkları dışarıdan gelen din adamlarının görüşleri doğrultusunda gömüye uygun olmadıkları şeklinde söylentiler oluştu. Ancak geçtiğimiz hafta İsrail Hahambaşılığından gelen bir uzman bu konuda çok daha pozitif görüşlerini ortaya koydu. Tamamen Halaha’ya uygun olarak gömü yapılması konusunda hem Bet- Din hem de sivil idaremiz çalışıyor.

Bet-Din ve cemaat yönetiminin görevleri hangi noktalarda ayrılır?

Türk Musevi cemaatinde her zaman dini işlerden sorumlu bir komisyon, ayrıca da sivil bir komisyon olmuştur. Tabii ki bunların arasında çok ince çizgide giden bir ilişki var. Dönem dönem fikir ayrılıkları veya yetki karmaşası yaşanır. Ancak bu dengeyi sağlamak önemli. Hahambaşı ve Bet-Din’in sorumluluk alanına giren konular dini işlerin yerine getirilmesidir. Dini işler derken de, sinagoglarda ibadet, dini kişilerin yetiştirilmesi, kaşer etin kesimi, brit-mila’nın yapılması ve bunlarla ilgili dini yönlerin topluma yansıtılması.

Sivil yönetim ise Türk Musevi Cemaati’nin menfaatlerini korumakla görevli komisyondur. Türk Musevi toplumunu, geniş topluma, resmi mercilere içte ve dışta diğer mercilere tanıtmaya çalışan ve tüm cemaat kurumlarını oradaki yönetimlere yön vermeye çalışır.

İkisi yan yana çalışır. Türk Musevi Cemaati’nin resmi bir hükmü şahsiyeti olması en büyük temennimizdir.

Hem aile babası olmak, hem cemaat başkanlığı zor bir görev miydi?

Başkanlık görevine başladığımda oğlum üç yaşındaydı, bu gün dokuz yaşında. 6 yıl süresince mutlaka ihmal etmişimdir. Bu boşluğu da eşim Lika doldurdu. Kızım ise bu tempoma alışık. Ayrıca yoğunluğumu olgunlukla karşılayabilecek yaşta…

Özellikle ikinci dönemde icraatları beraber gerçekleştirdiğim, 30 kişilik bir yürütme kurulu görev başındaydı. İtiraf etmem gerekir ki, son güne kadar kimse ilgisini kaybetmedi. İlk toplantıdan son toplantıya kadar neredeyse yüzde yüz katılım gösterdiler. Bu konuda bana yardımcı olan tüm arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca da önümüzdeki dönemde görevi üstlenecek olan,ki bunların büyük bir kısmı bu gün görevde olan arkadaşlarımdır, hepsine başarılar diliyorum.