FİLMEKİMİ’nde izleyici rekoru

Seyircilerin gösterdiği yoğun ilgi üzerine süresini ve salon sayısını artıran sonbaharın mini film festivali Filmekimi’ni bu yıl 43.000 kişi izledi. Filmekimi defterini kapattığımız bu yazımızda, şenliğin en iyi filmi olarak alkışladığımız “Cennette Beş Dakika”dan, modern Bulgar filmi “Şark Oyunları”ndan, Soderberg ile Michael Moore’un son filmlerinden bahsedeceğiz

Viktor APALAÇİ
4 Kasım 2009 Çarşamba

Sinemaseverlerin her yıl olduğu gibi coşku ve heyecanla karşıladığı Filmekimi sekizinci yılında yine izleyici rekoru kırdı. Geçen yıllarda seyircilerin gösterdiği yoğun ilgi üzerine bu yıl 1 haftadan 10 güne uzatılan, Emek sinemasının yanı sıra Maçka G-Mall sinemasında film gösterimleri yapan mini festivali 43.000 sinemasever izledi.

Seyirci rekorunun her yıl yenilendiği Filmekimi’nin geçen yılki izleyici sayısı 35.000 olmuştu. 63 seansta 23 filmin gösterildiği Filmekimi’nin en çok ilgi çeken ismi “Kim Kiminle Nerede” adlı son filmiyle Woody Allen oldu. Biletleri satışa çıktıktan kısa bir süre sonra tükenen filmin, yoğun ilgi üzerine yapılan ek seansının biletleri de tamamen bitti.

Bu yazımızla Filmekimi defterini kapayacağız.

 

İNSANLARIN GEÇMİŞİYLE HESAPLAŞMASI

Filmekimi’nde izlediğim filmler arasında beni en çok etkileyeni (festivalin en iyisi olan) “Cennette Beş Dakika / Five Minutes of Heaven” oldu.

“Deney”, “Çöküş” ve “İstila” filmiyleriyle çıkış yapan genç Alman yönetmen Olivier Hirchbiegel, kariyerinin bu en iyi yapıtında, yaşanmış olaylara dayanan çarpıcı ve düşündürücü bir dram yapmış.

“Cennette Beş Dakika” ile Kuzey İrlanda’nın çalkantılarla dolu yakın tarihine ayna tutan baş yapıtlara bir yenisi eklenmiş oldu. 2. Dünya Savaşı sonrasının en kanlı iç savaşı, siyasal sinemada ustalığını kanıtlamış İngiliz sinemasında “Babam İçin”, “Kanlı Pazar”, “Michael Collins”, “O da bir Ana”, “Nothing Personal” ve “Özgürlük Rüzgarı” gibi seviyeli filmlerde işlendi.

Yakın tarihin bu acılı sayfalarını, son olarak, 40 yaşındaki siyahi İngiliz yönetmen Steve McQueen (kendisine Cannes’da Altın Kamera Ödülü kazandıran) “Açlık”ta İRA’nın eylem ve fikir bazındaki aktif üyesi Bobby Sands’ın hapishanedeki ölüm orucunu anlatarak işledi.

Geleceğe doğru uzanan yolun, kendi geçmişiyle yüzleşmekten geçtiğini anlatan “Cennete Beş Dakika” 1975 yılındaki bir cinayetle başlıyor ve 33 yıl sonrasında cinayete karışan tarafları karşı karşıya getiriyor.

İnsanların geçmişiyle hesaplaşması, savaşın açtığı yaralar, bağışlama, intikam duygusu gibi temaların hakkını veren filmi, Hirschbiegel mükemmel bir sinematografi eşliğinde, yüreklere hitap eden bir uslupla anlatıyor.

Kardeşin kardeşi vurduğu iç savaş ortamında, İngiltere ile birleşme yanlısı Ulter Gönüllüleri’nden 17 yaşındaki Alistair Little, 19 yaşındaki Katolik Jim Griffin’i öldürür. İki hafta sonra Alistair tutuklanarak cezaevine gönderilir.

Jim’in 11 yaşındaki kardeşi Joe, cinayetin tanığıdır. Cinayetten 33 yıl sonra film, katil Alistair (Liam Neeson) ile kurbanını kardeşi Joe’yu (James Nesbitt) bir televizyon programı için karşı karşıya getiriyor.

Bir yuva kurup çoluk çocuğa kavuşmasına rağmen gözleri önünde işlenen bir cinayeti aklından silemeyen, öç alma duygusunu içinden atamayan Joe ile gençlik heyecanıyla işlediği cinayetin pişmanlığa altında ezilen, bu travmayı atlatamayan Alistair’in karşılaşmalarını, yönetmen Hirchebiegel temposu hiç düşmeyen, mükemmel bir mizansenle anlatıyor.

Liam Neeson gibi dev bir oyuncu yanında ezilmeyen James Nesbitt filmin sürpriz yıldızı. Altın Palmiye ödüllü “4 Ay, 3 Hafta...” başyapıtının Rumen yıldızı Anamaria Marinca filmin kadın oyuncusu.

 

ŞİZOFREN İSPİYONCU

Oscarlı yönetmen Steven Soderbergh’in, “Che”den sonra Filmekimi’ndeki 2. filmi “İspiyoncu / The Informant”da, Amerika tarihinde şirket sırlaırın sızdıran en üst düzey yöneticisi, şizofreni hastası Marc Whitacre’in hayatını anlatıyor.

Eski New York Times muhabiri Kurt Eichwald’ını aynı adlı kitabından yuralanan, kara komedi ögeleri içeren bu gerilim filminde, yıldız oyuncu Matt Damon, yürütcü yapımcı George Clooney ile bir araya geldiler. ABD’de geçen ay vizyona giren film Matt Damon’un olağanüstü oyunculuğunun yanısıra usta senaryo yazarlığını da ortaya koyuyor.

Şizofreni hastası Whitacre, başkan yardımcılığını yürüttüğü tarımcılık devi ADM şirketinin uluslararası alanda fiyat sabitlediğini kanıtlamak için FBI ile anlaşır ve bunun için üzerinde gizli bir mikrofon taşımayı kabul eder. Mark her ne kadar kendini bir kahraman kabul etse de, FBI ile anlaşır ve bunun için üzerinde gizli bir mikrofon taşımayı kabul eder. Mark her ne kadar kendini bir kahraman kabul etse de, FBI ona yine de tam anlamıyla güvenmez. Mark tam üç yıl boyunca yüzlerce saatlik konuşmayı kaydeder, ama kayıtlarda  gerçek ile hayal birbirine karışmaya başlamıştır.

 

MUHALİF BESTECİNİN SON HEDEFİ

“Benim Cici Silahım”, “Fahrenheit 9/11” ve “Hasta” gibi olağanüstü belgeselleriyle, muhalif sinemacı Michael Moore Amerikalı politikacıların korkulu rüyası haline geldi. Ünlü araştırmacı – sinema adamı, “Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi – Capitalism: A Love Story” adlı son filminde, meslek yaşamı boyunca izini sürdüğü “kapitalizm”ı kendine has mizahi bir dille mercek altına alıyor. Dünya promiyeri eylül ayında Venedik Film Festivali’nde yapılan film bu şenlikten, Gençlik Jürisi’nin seçimiyle Altın Aslancık ödülünün sahibi oldu.

“Altın Aslan” ödülünü de, hatırlayacağımız gibi, İsrailli Samuel Maoz’un “Lübnan”ı, kazanmıştı. Filmekimi programına girmeyen bu filmi Mart 2010’da İstanbul Film Festivali’nde izlemeyi ümit ediyoruz.

Öfkeyle yoğrulmuş mizahıyla “Kapitalizm” belgeseli, Wall Street kurtarma planıyla (ya da Moore’un tabiriyle “finansal darbeyle”) sonuçlanan mali krizin ardından şu soruyu soruyor: Kapitalizm aşkının bedeli nedir? Batık bankalardan birine elinde boş bir torbayla giren Moore “Amerikan halkının parasını geri istiyor”, Wall Street bankacılarına mali terimlerin anlamlarını soruyor ve bu çarpık aşkın kötücül sonuçlarını araştırıyor.

Moore, bol sıfırlı maaşlı, basiretsiz ekonomistlerin dünyanın başına bela ettiği ekonomik krizin hesabını ulaşabildiği yetkililere sorarken, hepimizin hislerine tercüman oluyor. Bizlere de eline sağlık demek kalıyor.

 

MODERN BİR “İLK FİLM”

Cannes’da Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde dünya prömiyeri yapılan “Şark Oyunları / Eastern Plays” genç Bulgar yönetmen Kamen Kalev’in şaşırtıcı olgunluğunu yansıtan, modern sinema kalıplarına uygun, ilk yönetmenlik denemesi.

Günümüzün toplumsal huzursuzluğuna ayna tutan, yabancılaşma ve ırkçılık temelarının hakkını veren “Şark Oyunları”nın çıkış noktası, yönetmen Kalev’in çocukluk arkadaşı Christo Christov’un huzursuzluğu ve hayata karşı umutsuzluğu. Filmin başrolünü oynadıktan kısa bir süre sonra Christov üzücü bir kazada hayatını kaybetmesi olayı büsbütün dramatikleştiriyor.

Gerçek hayattan ve yaşanmış olaylardan izler taşıyan film, yabancılaşmayı, Bulgaristan’daki ırkçılığı, politikacıların anarşist ruhlu başıboş gençleri kendi emelleri uğrunda kullanmalarını işliyor.

İlk filmini yapan bir yönetmenden beklenmedik bir olgunlukla, günümüz sorunlarını cesaretle yaklaşan yönetmen Kalev, teknik yönden becerisi ve yakın sinema dili ile övgüyü hak ediyor.

Film Tokya Film Festivalinde geçen hafta En İyi Film Ödülü’nü kazandı. Saadet Işıl Aksoy, Hatice Aslan gibi türk oyuncuların da yer aldığı kadrosuyla dikkati çeken filmde, birbirlerinden kopan iki kardeşin öyküsünü izledik. Bir Türk aileye yapılan ırkçı bir baskında iki kardeşin kaderi birleşir. Saldırıya uğrayan Işıl’ın hayatını Itso kutarırken, Neo Nazi kardeşi Georgi saldırganlardan biridir.

Georgi yaptıklarını sorgularken İtso, kurtardığı güzel Türk kızınının yaşamına dahil olmaya çalışır.