Oyun teorisi

Taş-makas- kağıt basit bir oyundur. 3 hareketten birini rastgele yaparak karşınızdakini yenmeye çalışırsınız. Ancak iki kişi karşılıklı geçip bir oyunu belli bir süre oynayınca artık basit diye bir şey yoktur.

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
4 Kasım 2009 Çarşamba

Taş-makas- kağıt basit bir oyundur. 3 hareketten birini rastgele yaparak karşınızdakini yenmeye çalışırsınız. Ancak iki kişi karşılıklı geçip bir oyunu belli bir süre oynayınca artık basit diye bir şey yoktur. Rastgele yaptığınız hareketler bir örüntü oluşturmaya başlar. Karşınızdakinin bir sonraki hareketini tahmin ederek onu yenecek hamleyi öne sürersiniz. Ancak rakibiniz de kendi kafasındakinin karşılığını sizden hamle olarak göreceğini tahmin edip hareketini  değiştirebilir. Artık, hamleler, dışardan bakan bir göze rastgele görünse de, oyuncular için tamamen bilinçli olarak sıralanmaktadır.

Briç ise basit bir oyun bile değildir. Buna bir de yukarıda bahsettiğim faktörü ekleyin. Orada da, şablona uygun olarak oynayıp haneye sayı yazabilecekken, pek çok eli, diğer rakiplerin ne oynayacağını düşünerek ve fazlasını kazanmayı hedefleyerek oynamanız gerekiyor. Tırnağınızla kazıyarak aldığınız neticenin orada sadece ortalama bir skor olması işten bile değil.. Tabi ki bu oyunda da algıları açık olanlar, masa gerçeğini özümseyip hamleye çevirebilenler daha başarılı oluyor.

Bu yukarıdaki örneklere isterseniz ‘oyun teorisi’ diyelim. Üniversitede aldığımız ‘Oyun teorisi’ dersini tam değilse de hafifçe çağırıştırıyor. Hani iki tutukludan biri itiraf ederse, ikisi itiraf ederse, ve hiçbiri itiraf etmezse durumlarında başlarına ne geleceği ile ilgili hesap-kitap yapardık. ‘Diğer tutuklunun ne diyeceğini bilsem canım kurban, tabi ki ben de ona ayak uydururum, ama malesef ayrı odalardayız’ durumu… Yani işin içine insan faktörü girince standart bir davranıştan veya huydan bahsetmek bana pek de mümkün gelmiyor.

Kadın erkek  davranışları söz konusu olduğunda da standartlardan bahsedilmesi bana tuhaf geliyor. Geçen hafta BKM’de Caveman (Mağara Adamı) adlı tiyatro oyununu izledim. Pek çok huy sanki standart gibi tanıtılırken oyun teorisi aklımdan geçiverdi. 1991’den beri Broadway’de sahnelenen oyun şimdi Türk insanına özgü uyarlamalarla Türkçe olarak sahneleniyor. Alper Kul, kadınlarla erkeklerin farklılıklarını iki saat boyunca müthiş benzetmelerle ve iki tarafı da kızdırmadan seyirciyle paylaşıyor. Gözlemlerin tamamını erkeklerin avcı, kadınların ise toplayıcı olduğu gerçeğine dayandırıyor. Durum kısaca şunları içeriyor: Erkekler az kelime ile konuşur. Erkekler hedefe kilitlendiklerinde etrafta olup biteni duymaz görmez hale gelirler. Erkekler ilişkilerde belli bir yakınlık kurulunca mutlaka kendi içlerine dönme arzusu yaşarlar. Erkekler yatakta sarılarak uyumaktan hazzetmezler. Erkeklerin beyni tek konuda yoğunlaşabilirken, kadınlar aynı anda pek çok konuya hakim olabilir, konudan konuya atlayabilir gibi, gibi..

Bana kalırsa bunlar hoş şablonlar.. Oyuna yeni başlayanların eline verilen el kitabı. Ancak gerçek hayatta iki kişi karşılıklı geçip bir ilişkiyi belli bir süre sürdürünce oyun teorisi devreye giriyor. Misal, kadın sırtını dönüp uyusa, erkek soru işaretleri ile gözlerini tavana diker. (Eddie Murphy’nin Boomerang filminde sevgilisi çekip gidince yorganı titreyen ellerle üzerine çektiği sahne ne komikti) Kadın televizyon karşısında kumandayla hedefe kilitlense erkek onu mühim bir konu tartışmaya davet eder. Kadın ilişki ciddileşince mesafe koyarsa erkek endişelenip üstüne gider..

Ve her oyunda olduğu gibi kadın- erkek oyununda da algıları daha açık olanlar kendilerine biçilen şablonlara tutuklu yaşamazlar. Kuralları el altında tutarlar ama karşılarındakini el kitapçığına göre değerlendirmezler… Kendi ansiklopedilerini yazarlar…