Dr. Milton Erickson’un azmi...

Köşe Yazısı
4 Kasım 2009 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Delilik aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemektir.

Albert Einstein

Evren hareketi alkışlar. Bu ayki yazımı denemek, çabalamak ve azmetmek ile ilgili yazmak istiyorum.  Konu seçimim her zamanki gibi bir dolu tesadüflerden oluşuyor. Her şey arkadaşımın bana Richard Bach’ın Hipnozcu adlı kitabından bahsetmesiyle başladı. Gittim, aldım ve okumaya başladım.

Arada geçtiğimiz haftalarda hayatımda ilk defa rahatlıkla 120 kişinin önünde konuştum. Topluluk önünde konuşmak benim en çok zorlandığım şeylerden biriydi!

Üniversiteden sonra iş hayatına atıldığımda en çok korktuğum şey birinin bana ‘şunu bize bir okusana’ demesiydi. Bir türlü yüksek sesle doğru dürüst okuyamıyordum. Korkmak yerine ne yapabilirim diye düşündüm ve bir etkili ifade eğitimine gittim. Orada, nefesimi ayarlamayı, konuşmaktan korkmamayı, çoğu şeyin heyecandan kaynaklandığını öğrendim. Daha sonra ‘Dışa Vurumcu Sanat Terapisi’ eğitiminde kendimi, hayatımı, inançlarımı, sıkıntılarımı iyice elekten geçirdim, yine o seneler vücut ve sesle çalışırken tiyatro çalışmalarına katıldım.  Hayat’ın da beni oraya itmesiyle tekrar bir topluluk önünde konuşma seminerine 2. kere gittim ve çabalarım ve azmim sonunda başarıyla profesyonel olarak eğitim vermeyi de başardım.

Bu çok kalabalık seminere gelince, bu iki koçluk okulunun yaklaşımlarının paylaşıldığı bir seminerdi. Okullardan biri benim mezun olduğum ve bölgesel liderliğini yaptığım Coaches Training Institute’un diğeri ise Dr. Milton Erickson’dan esinlenen Erickson koçluk okulunun yaklaşımları idi. İşte Dr. Milton Erickson’ı ilk orada duydum. Peki, o kim, niye ondan esinlenmişler diye araştırma yaptığımda şunu öğrendim. Bu kişi ünlü psikiyatr ve Amerika’nın en ünlü hipnozcusuymuş. Gördünüz değil mi? Temalar yavaş yavaş beni konuya yaklaştırıyor. Hipnozcu, çabalamak ve üstesinden gelmek ve ikisini birleştiren Dr. Milton Erickson’un hikâyesi:

Dr. Milton Erickson’un yaşam hikâyesi azmetmekle ilgili müthiş bir örnek temsil ediyor. Amerika’nın en büyük hipnozcusu olarak bilinen Dr Erickson çocuk felci geçirerek uzun yıllar yataktan kalkamamış.  Vücudunda tek işleyen yeri gözleriymiş ve o da gözlem yaparak hayatına renk katacağını düşünmüş. Gerçekten de bu ona çok zevk veriyormuş. O senelerce insanları gözleyerek sözsüz iletişim ve beden dili konusunda keşifler yapmaya başlamış. Öğrenme süreçlerinde bilinçaltının önemini keşfetmiş. En küçük kardeşini emekleme aşamasından yürüme aşamasına gelinceye kadar çok merakla gözlemlemiş. Üç günlük komayı atlatıp,  felçli olarak geçirdiği zamanda zarfında insanların kelimeleri nasıl kullandığını, jest ve mimiklerin iletişimdeki rolünü gözlemlemiş. Ona en çok acı veren şey yalnız kalmakmış ve bu yüzden hep dışarıda oynayan çocukların sesini dinlermiş. Bir gün o çocuklarla çok oynamak istediğini düşünürken tekerlekli sandalyesinin hareket ettiğini fark etmiş. Ve böylece kendisine, vücuduna ve ayaklarına emirler yağdırmaya başlamış. Böylece endirekt telkin yöntemini keşfetmiş. İleriki denemelerini hep hayal kurarken yapmış ve bu olaydan sonra iki yıl içinde kendine yürümeyi öğretmiş.

Erickson’un beni etkileyen bir diğer hikâyesi ise kısmen iyileştiğinde tamamen iyileşmeyi sağlayabilmek için bir arkadaşı ile kano seyahati planlamış. Ancak arkadaşı gelemeyince 5 dolar alarak kanoya tek başına binen Erickson Wisconsin Irmağı boyunca kano ile gezip kamp yapmaya karar vermiş. Amacı seyahati boyunca kaslarını geliştirerek hastalığını yenmek ve daha sonra üniversiteye gitmekmiş. Tüm cesaretini toplayarak yolculuğa çıkmış ve altı hafta sonra evine döndüğünde yine cebinde 5 dolar ve yürür halde evine dönmüş. Daha sonra da hayalini gerçekleştirerek hem psikoloji hem de psikiyatri bölümlerini bitirmiş.

Anlayacağınız; istemek hayal kurmak ve durmadan, yılmadan denemek istediğiniz yere doğru gitmenin ilk adımıdır.

Steven Covey’nin “Etkili insanların yedi alışkanlığı” kitabında Bernard Shaw’dan şöyle bir alıntı yapıyor. Shaw, yaşamdaki gerçek hedefin, dev bir hedef saydığınız şey için kullanılmak olduğunu söylüyor. Hastalıklar, kuyruk acıları ve dünyanın bizi neden mutlu etmediği yönünde şikâyet etmek yerine, elinden geleni yapmak ve doğanın bir gücü olmak istediğini ekliyor. Öldüğü zaman iyice kullanılmış ve tüketilmiş olmayı istiyor. Yaşamın onun için, gelecek kuşaklara devredilmeden önce mümkün olduğu kadar parlak yanmasını istediği bir meşale olduğunu belirtiyor.

Bernard Shaw’a katılıyorum, onun söylemini sadece önemli birisi olmak, tanınmış olmak anlamında düşünmeyin. Çaba sarf etmek, yapabileceğimizin en iyisi için yılmadan çalışmak olarak düşünün. Kim bilir nasıl görülür ve görülmez başarılar elde ederiz! Makine olalım veya insan üstü bir varlık olup şikayet etmeyelim de, demiyorum size. Canımız acıyınca tabii ki üzüleceğiz. Kaybettiğimiz şeyler için tabii ki yas tutacağız ancak zaman içinde kedimize gelip de yenilendiğimizde, kendimiz için, çocuklarımız için, çevremiz için, içinde yaşadığımız toplum için bir dolu ulaşacak yeni hedefler bulacağız kendimize.

Çocuklarımızı düşünün; bizi zorlayan bir şeylerin üstesinden gelmek için çaba sarf ettiğimizi gördüklerinde neler hissediyorlardır sizce? En azından çaba sarf etmeyi, cesaret etmeyi öğreniyorlardır öyle değil mi? Hiçbir şey olmasa onlara örnek olmak en önemli görevimiz. Hayat yenilenme, büyüme, değişme ve sürekli gelişme yönünde yükselen bir sarmal. Yapabileceğimizin en iyisi için yılmadan çalışırsak kim bilir neleri başarırız. Sizce de öyle değil mi?