Yeryüzünde cennet bir köy: SELİMİYE

Selimiye, Marmaris’e bir saat mesafede, dağların arasında saklı kalmış bakir bir balıkçı köyü. Yatların uğramadan geçemediği bu cennet köşede kara turizmi ancak son bir kaç yıldır başlamış. İsmi kulaktan kulağa fısıldanıyor, sanki keşfeden başkaları bilmesin, kendine kalsın istiyor. Sıcaklık yıl boyu 18°nin altına düşmüyor. Köylü kömür yakmak, palto giymek nedir bilmiyor.

Sibel Cuniman PİNTO Yaşam
21 Ekim 2009 Çarşamba

Selimiye Köyü’nün ilk adını duyuşum altı ay öncesine dayanıyor. Eşim internette gezinirken bu isme rast geliyor. Yorumlardan çok hoşlanıyor ve tutturuyor: “Burayı mutlaka görmemiz lazım.” Anlattıkları benim de hoşuma gidiyor, tam bizim sevdiğimiz tatil türüne cuk oturuyor. Gün içinde defalarca bikinileriyle defile yapan, marka kıyafet ve gözlüklerle etrafta salınan insanların, ‘beach club’ların, gürültülü müziğin, fahiş fiatların hiç uğramadığı bir yer olsa gerek diyoruz ve ağustos sonu bir kaçamak yapıyoruz.

Onbeş saat süren uzun bir yolculuk, yapılan altı aktarmadan sonra Paris’ten Selimiye’ye ulaşıyoruz. Saat 20:30. Yine de şanslıyız çünkü Marmaris Otogarı’ndan Bozburun yönüne giden ve Selimiye’den geçen son dolmuş 19:30’da kalkıyor. Vardığımızda karanlık basmış, etraf pek bir sessiz. Yer ayırttığımız butik otelin nerede olduğunu bilmiyoruz, şöför ‘aa, Fransızın yeri... onlar daha yükseklerde’ diyor ve bizi köyün merkezinde bırakıveriyor. ‘taksi tutalım’ diyoruz ama köyde sadece bir taksi olduğunu onun da o gece çalışmadığını öğreniyoruz. Elimizde bavullar otele telefon ediyoruz. Otel sahibi sempatik Fransız hanım (buna gülmemek elde değil, sen git Fransa’dan Türkiye’ye yaz tatiline ve Fransız’ın otelini bul!!) on dakika içinde geleceğini söylüyor. Bu arada önünde indiğimiz market sahibi yanımıza gelip bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor, iki arada bir derede muhabbeti koyulaştırıyoruz. Otel sahibi birazdan geliyor, karanlıklar içinde ve feci bozuk, neredeyse patika yoldan otele varıyoruz. Biraz suratım mı asılıyor ne? Ya da günün yorgunluğu mu? Güzel bir duş, hafif bir akşam yemeği ve rahat bir yatak hayali kurarken dünya üstünde bir cennete vardığımızı gösteriyor eşim: ‘Şu manzaraya bak!’ Gerçekten dağın tepesine kondurulmuş otelin hem gece hem de ertesi sabah göreceğimiz manzarası mükemmel. On bir odası var. Kahvaltı fiata dahil, akşam için de çıkan günün menüsünden yiyebiliyorsunuz. Yemek konusunda iyi niyetli olmalarına rağmen, henüz çok amatörler.

Ertesi sabah peynirli, yumurtalı, reçelli, ballı kahvaltının ardından köyü keşfe çıkıyoruz. Tepelerden aşağıya inerken sağlı sollu minnacık evler, bahçelerde inekler, koyunlar, keçiler ve tavuklar derken köy halkının hayvancılığın yanısıra balıkçılık, arıcılık, zeytincilik, bademcilik ve ahşap tekne yapımıyla geçimlerini sağladıklarını öğreniyoruz. Halk çok güler yüzlü, konuşkan, kibar, yardımsever ve misafirperver. Yeni yeni pansiyonculuk yapmaya başlamışlar. Sanki biraz da bu ani ünden rahatsız olmuşlar, köyleri bozulsun istemiyorlar. Oksijen deposu bu köyde 90 hatta 100 yaşını aşmış halen dinç nineler ve dedelerle muhabbet muhteşem. Deniz kıyısında güneşlenirken yerel kıyafetleriyle önümden geçen nine ‘Kızım su sıcak mı bugün?’ diye sordu. Başlayan muhabbet ilerledikçe nineye nerede yaşadığını sordum. Bozburun yolunda evi olduğunu, her gün sahile inip şöyle bir yürüdüğünü söyledi. Dikkatiniz çekerim; bahsettiği mesafe tek yön en az 6 kilometre! Gül yüzlü ninemle vedalaşırken ‘Bana da uğrayın, çay koyarım size’ diye evine davet de aldık.

Köy incir, nar, badem ağaçlarıyla, begonvillerle dopdolu. Koy ise denizden çok bir gölü andırıyor, akvaryum da denebilir. Dalgasız, berrak, kah zümrüt yeşili, kah saks mavisi, içilesi temizlikte... içinde rengarenk balıklarla birlikte yüzüyorsunuz. Sabahın erken saatlerinde balıktan dönen küçücük tekneler neredeyse reperimiz oluyor. En güzeli de ağustosun son günleri artık sezon sonu sayıldığından turistler azalmış. Balıkçı tekneleriyle gelen günün mahsülü içinden seçin istediğinizi... Pansiyonlarda bir güzel öğle yemeği için hazırlıyorlar; yanına enfes bir roka salatası... Ya da yine köydeki bir çok restoranda deniz çuprası, levreği, lagosu yiyebilirsiniz. Bahçelerin biber ve domatesinin, gerçek zeytinyağıyla yapılan patlıcan ezme, kabak çiçeği dolması ve börülce salatasının tadı hafızamdan asla çıkmayacak. Ceri’nin Cafe’sinde ev yapımı naneli limonata ve cappuccino içmeyi de unutmayın.

Günübirlik tekne turları çok hoş, özellikle küçük az sayıda insanla çıkılanlar: Önce Sığ Liman’da yüzme molası, ardından Kamelya Adası gezintisi. Adadaki manastır kalıntısı ve bahçesindeki hoş motifli mozaikler ve kocaman dilek ağacı! Bir sonraki durak Dişlice Adası: adanın volkanik yapısı nedeni ile zemini bir alt çeneyi, dikey kayalar da dişleri andırdığından bu adı almış. Kayaların arasındaki dar geçitlerden adanın bir tarafından diğerine geçilebilir, berrak lacivert sularda yüzebilir, dalış yapılabilir. Muhteşem Bencik Limanı’nda öğle molası verilir ve taptaze ızgara balık salata eşliğinde buz gibi bir birayla bir güzel mideye indirilir. Yemek sonunda uzaktan hızla gelen bir motor sessizliği böler. İşte dondurmacı! Arkadaş aslen öğretmenmiş ve yaz aylarında bu işi ek olarak yapmaktaymış. Dondurmalar normal fiatın üç katına da satılsa kimsenin itiraz etme niyeti yok; o zamanlama ve servis yeter! Bir sonraki durak olan Tavşan Adası’nda tavşanları rahatsız etmemek gerek, usulca basıyoruz deklanşörlere... Denizin içinde soğuk karpuz ve içecek molasının ardından yeşil ve mavinin kucak kucağa buluştuğu doğa cennetinde denizden çıkmak istemiyoruz. Ama artık yavaş yavaş dönüş vakti gelmekte, çaylarımızı yudumlayarak karaya doğru yol alıyoruz. Neredeyse bir sandviç fiatına yapılan bu gezinin tadı damaklarımıza, görüntüleri fotoğraf makinelerimize takılı kalıyor.

Çevreye ayıracak bir kaç gününüz daha varsa Bozburun’u, Kızkumu’nu (denizin ortasında yürüyen insancıkları görüntülemek inanılmaz), gözleme va yayık ayranıyla meşhur Turgut Şelalesi’ni, Bayır Koyu’nu, antik kalıntılar için Karyalılar’ı, Hisarönü ve Datça’yı mutlaka ziyaret edin.

Çam balı, badem, adaçayı ve kekik almadan geri dönmeyin. İsteseniz de kaçıramazsınız, öyle mis gibi kokuyorlar ki!

Güneş, deniz, kekik kokulu hava, bol oksijen, huzur, sessizlik, rakı, balık, yeni dostluklar... Mütevazi bir tatil arayanlar için ideal. Biz gittik, gördük, hayran kaldık. Hem ninemize sözümüz var, evine gidip çayını içeceğiz mutlaka... Anlayacağınız biz gelecek yaz yine oradayız, sizi de bekleriz!

NEREDE KALINIR?

Les Terraces de Selimiye: www.selimiyepension.com

Mavi Deniz: www.mavidenizselimiye.com

Kırmızı Balık:  www.kirmizibalikpansiyon.com

NEREDE YENIR?

Sardunya: 252- 4464003

Aurora: 252- 4464097

Kaptan: 252- 4464033

Falcon: Balık ve meze dışında canınız

pide (kuşbaşılısı süper)

 ya da odun ateşinde güveç çekerse

mükemmel: 252- 4464105