Nancy Azarbad’ın fırçasından kadınlar ve çiçekler…

Bir dönem yazılarıyla gazetemize katkıda bulunan iç mimar Nancy Azarbad, mesleğinin tamamlayıcı öğelerinden olan “resme” gönül verdi! 12 -23 Haziran tarihleri arasında kadınları ve çiçekleriyle Five Boutique Hotel Sanat Galerisi’nde düzenlenen “Rouge” karma resim sergisine katılan sanatçı, faklı tarzıyla etkinliğin dikkat çeken isimlerindendi

Tuna SAYLAĞ
1 Temmuz 2009 Çarşamba

Selin Aktan, Halime Aykon, Meliha Babalık, Canan Berber, Semin Karasu, Sevinç Sürer ve Cihan Şat’ın da yer aldığı sergiden elde edilecek gelirin bir kısmı, Mardin Mazıdağı İlköğretim Okulu’nda eğitim gören çocuklara bağışlanması hedeflendi.

Uzun süre mekân (Erenköy Midpoint, Kuruçeşme New Yorker gibi) dekorasyonuyla uğraşan Nancy Azarbad, resim yapmaya ve tanınmış sanatçıların eserlerini resim severlerle buluşturmaya başlayınca, işini daha da geliştirmek üzere kendi atölyesini kurdu. Yapıtlarını tuval yerine kilim, deri gibi farkı malzemeler üzerine yapmayı tercih eden Nancy’yi röportaj yapmak üzere İstanbul’da ararken Meksika’da bulduk.

İç mimar olarak mekânların dekorasyonuyla uğraşırken, resim yaşamına nasıl girdi?

Yaptığım dekorasyonlarda doğru finişlerin olması kanun gibidir. İyi bir mimarinin üzerine kurulan evler her zaman kendini daha iyi gösterir. Mekânlarda mobilya seçimlerimde genelde İtalyan mobilyalarını kullanırım. Sebebi; olabildiğince sade ve kaliteli olmaları. Mobilyanın çok fazla ön planda olmasından hoşlanmıyorum.

Mekânın etkileyici olması; mekân sahiplerinin bu konuda iyi bir eğitime sahip oldukları antika ve resim koleksiyonlarıyla doğru orantılı.  Üniversiteyi bitirdikten sonra okulda aldığım antika ve sanat tarihi eğitimime bu yüzden Galatasaray Üniversitesi’nde devam ettim. İşten bunaldığım zamanlarda heykel ve seramik dersleri alıyordum tarzını beğendiğim sanatçılardan. Sonra Kazakistan’da bir siteye teklif verirken beraber çalıştığımız şirketin sahibinin tatlı eşi beni ressam Erkan Özdilek ile tanıştırdı. Onun atölyesinde bir süre kumaş üzerine akrilik çalıştım. Sonra yine tarzına hayran kaldığım, benim için fırça darbeleri büyülü olan ressam Seyfi Arıkan ile yağlıboya çalıştım. Artık akriliği resimlerimde sadece baz olarak kullanıyorum. Yağlıboyanın tadı bana göre bir başka. Başlangıçta kokusu rahatsız eder diye kullanmadığım yağlıboya, resimlerimin vazgeçilmezi.

Genelde kilim ve kumaş üzerine resim yapıyorsun; tarzını nasıl oluşturdun?

Sanat tarihinde sevdiğim dönemler var. Bunların başında soğukluğuyla Rönesans geliyor. Rönesans Avrupası’nda Doğu halılarını yerlerde kullanmaya kıyamazlar.

Duvarlara asılır kıymetli halılar. Benim de halılarımı duvarlara asma isteğim buradan geliyor. Halılarımdaki kadınlar dönemin soğukluğunu yansıtıyorlar. Kumaş fikri de bununla bağlantılı. Tuvali uzun süre kullanamadım. Nedense atölyede duvara zımbaladığım kumaşlarla çalışmak bana daha çok keyif veriyor. Özellikle büyük boyutlar kullanıyordum ilk başlarda. Şimdi şimdi ufak çalışmalarım olmaya başladı. İpek, özellikle çok sevdiğim bir malzeme. Halılar oldukça zor. Kumaşlara özellikle bir tutkum var. Uzun süre ne olacakları belli olmayan bu kumaşları topladım. Ve her şey bir anda başladı; butterfly effect (kelebek etkisi) gibi. Kıyafet seçimlerim de aynı. Bir kazak alıyorsam ilk dokunuşta içinde akrilik olup olmadığını anlarım. Dokunuşu çok önemli benim için. Herhalde babamdan geliyor bu huyum.

Tablolarından, daha çok kadınları çizmeyi sevdiğin belli oluyor, bunun belli bir nedeni var mı?

Aslında çiçekler benim için daha önemli. Çiçekleri çok seviyorum. Mutlaka bulunduğum mekânda canlı çiçek mesela güllerim olmalı. Resim tarihindeki ressamların hayatlarını çok inceledim. Psikolojileri, resimlerine yansıyan hayatları benim için önemli. Egon Schiele’nin herkesin bilmediği kontur resimleri çok beğendiklerim arasında. Bunu çalıştığım ilk ressamla paylaştığımda beni aşırı figür çizmeye yönlendirdi. Bu da benim kendi atölyeme geçmeme sebep oldu. Çünkü resimde etkilenmemek, kendi tarzını bulmak çok önemli. Başlarda yaptığım çalışmalar, benim bu tarza yakın olduğumun sanılmasına sebep oluyor. Aslında tam olarak figür ağırlıklı çalıştığım doğru değil.

Ne gibi malzemeler kullanıyorsun?

Genellikle bir kaç malzemeyi birlikte kullanmayı seviyorum; metal, deri, kumaş. İç mimarideki malzemeler beni sanatta da takip ediyor.

Resim yaparken ne gibi duygular yaşıyorsun?

Çok düşünmüyorum. Hayat gibi, spontane firma darbeleriyle ortaya çıkıyor. Tabii bunun daha öncesi seçilen kumaş; boyutu ki boyut çok önemli, mekânda kendini iyi gösterecek ölçüler kullanıyorum. Mutlaka yapılacak, çizilecek resim daha önceden seçilmiş oluyor. Fotoğrafladığım anların resimlerini yapıyorum. Geri gelmeyecek anların, bir anlık karelere sıkıştırılmış hali benim için çok değerli. Zaten o anın verdiği mutluluk ile resmediyorum. Müzik ve mutlu bir ruh hali yeterli. Her şey çok çabuk bitiyor. Sonra tekrar demleniyor resimlerim ve son hallerini alıyorlar.

Sergi fikri nasıl doğdu ve diğer arkadaşlarla nasıl bir araya geldiniz?

Tarzına hayran olduğum iki arkadaşımla sohbet esnasında bu sergi ortaya çıktı.

Serginin adı olan “rouge/ kırmızı” adına nasıl karar verdin, neden?

Sergide herkesin ortak buluştuğu nokta, feminen bir tarz; adı da bu yüzden “Rouge”.

Biraz da projelerinden söz eder misin?

Yurtdışında sergi hazırlığı içerisindeyim. Çok sevdiğim iç mimariyi bu sebeple, ancak çok özel projeler olduğunda yapacağım. Sanat beni oldukça büyülüyor, sürekli yenilenmeme sebep oluyor. Hayat boyu antikacı, resim galerisi, müze gezebilirim. Görsellik çok önemli. Özel hayatımda ise tam tersi, görünüşün ötesini çözmeyi seviyorum. Eski değerleri korumak, başlı başına her şeyin ötesinde.