80’lerde genç olanlara...

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
24 Haziran 2009 Çarşamba

Ben 80’lerde gençtim. Şu an yaşı 38-44 arası olan herkes gibi. Bu yazı o insanlarla ilgili. 80’ler benlik arayışı açısından çok parlak bir dönem değildi. Önce size ortamı biraz hatırlatayım.

Alphaville, Boy George, Depeche Mode, Duran Duran dinlerdik. Modern Talking, Kim Wilde, Rick Astley de revaçtaydı maalesef... (bir kitap alıp okumak yerine Communards hakkında çıkan yazıları hafızlardım) İri kemerler, iri kazaklar, streç blue-jeanler giyerdik. Saçlarımız kat kat kesimli, ultra kabarık ve aslan yelesi gibi sırta doğru dökümlüydü. Kötü dans etmek diye bir şey yoktu, zira bütün danslar felaketti ve hepsi normal görünürdü. Eğlence olarak kapımıza gelen videoculardan videokaset kiralayıp izlerdik. Stan Smith sahibi olmalıydık. Parlak renkleri tercih ederdik. Telefon kartımız vardı. Çoğumuzun en militan deneyimi belki yemekhanedeki yemeği protesto etmekten ileri gitmedi.

Dünya çapında, gençliği bir tehlike olmaktan çıkarma amacıyla depolitizasyon politikasının uygulandığı bir on yıldan bahsediyoruz. Müzikte sözlerde ve biçimde, diğer sanat eserlerinde de içerikte sığlık hâkimdi.

Şimdi o gençlik büyüdü. Hayatının o döneminde hiçbir kahramanlık gösteremeyen o gençler, hiç gösteremeyecekleri anlamına gelmez gibi bir umutla bugün olgunluk dönemlerini yaşıyorlar. Çoğu, okuldan sonra seçtikleri mesleğe ve kuruma bağlı kalarak ve yükselerek kariyer yaptılar. Belki de genel resme bakınca onların da kahramanca sayılabilecek bir profilleri oluşuyordur. Konformist olmak o neslin genel özelliği olduğu için öncekiler ve sonrakiler tarafından hep küçümsenirler. Haklı olarak...

Büyüdük. Gençlikte başarılarımızı abartmayı severken şimdi başarısızlıklarımızla da uzlaşmayı öğreniyoruz. Çocuklarımızın ve dostlarımızın başarılarından neşe duyuyoruz. Ve kendimizi farklılaştırmak istiyoruz. Yaptığımız işin dışında da anılmak istiyoruz. Örneğin yazı yazmaya başlıyoruz. Daha çok kitap okuyoruz, filmleri aksiyon kategorisine girmeyen durağan yapıtlardan seçiyoruz. (Örneğin, iki salondan birinde “21 Gram”, diğerinde “Zor Ölüm” oynuyorsa “21 Gram”a giriyoruz) O yılların boşluğunu büyük yudumlarla içimize almaya çalışıyoruz. Ara verdiğimiz hobileri geri kazanmaya gayret ediyoruz. Karşımıza çıkanların zekâsını ve duygusal zekâsını baştan çıkarmayı hedefliyoruz. Hala pörsümemiş bedenin olanaklarını da yanımıza almayı tercih ediyoruz.  Ayşe Arman gibi. Madonna gibi.

Erkeklerin ise fit, becerikli, çok yönlü ve duyarlı oldukları bir dönem. Politize olmadan suya sabuna dokunmadan geçirilen 30’lu yaşlar doğal olarak bir birikim sahibi olmalarını sağlıyor. Bunu iki şekilde yaşamayı seçiyorlar; ya mutlu bir beraberlikte sorumlulukları paylaşarak, ya da yaşı küçük karşı cinsle vakit geçirerek. Tabi ki ikinci seçenekte bazen ‘Dire Straits kim? Commodore 64 mü, o da ne?’ gibi bir kopukluk olması ihtimali oluyor.

Geçmiş yılların sancılarının yerini vurdumduymazlığa, pişkinliğe ve her şeyin eninde sonunda geçeceğine dair mutlak bir inanışa bıraktığı şimdiki yaş dönemini hiç bir şeye değişmem. İnsan kendini dünyayı fethedecek kadar güçlü, her şeyi yorumlayacak kadar bilge ve 20’lerinden daha ilginç görüyor...