Beni ben yapan nedir?

Köşe Yazısı
10 Haziran 2009 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


‘Ben kimim?’, sorusu çok kıymetli bir sorudur. Sorulduğunda söylenecek o kadar çok şey var ki… Ancak bu soruyu çok sormayız kendimize. Hele hayatın akışında krizler ve özel anlar olmasa, kendimizi otomatiğe kaptırıp gideceğiz.

Krizler ve özel anlarda ne oluyor? Duygularımız bizi uyarıyor. ‘Beni dinle’ diyor bize. ‘Heyecandan veya korkudan veya üzüntüden yerimde duramıyorum, ya da şaşkınlık içindeyim.’

Duygular, insanlığın başından beri bizi harekete geçiren araçlardır. (İlgilenenlerinize duygu sözcüğünün kökü Latince motere’den – hareket etmekten gelir, bu fiile ‘e’ ön eki getirildiğine uzaklaşmak olur ki bu her duygunun harekete geçirdiği fikrini verir.) Kriz ve özel anlarda duygularımız bizi uyararak;‘Dur! Burada bir şey var, içine bak!’ der. Günlük akışın içinde ‘Şimdi sus seninle ilgilenemem’ diye cevap veririz, duygularımıza. Böylece bize verilmek istenen mesajı almayız. Bizim gerçekten ne istediğimizi, içimizin bildiğini unuturuz.

Medeniyet hayatımızı kolaylaştırır. Bize birçok teknolojik avantajlar, zaman kazandırma, birlikte yaşamak gibi birçok olanak sağlar. Ancak medeniyetler yerleştikçe, bizler birey olarak kendimizi dinlemeyi unuttuk. Medeniyetler boyunca nasıl daha mutlu oluruz, daha iyi işler, yaparız diye kendimize yollar koyduk ve bu yolların mantığından yola çıkarak kısa yollar oluşturduk. Bunlar, bizim kalıplarımız oldu. Yaşadığımız toplulukta çoğumuz bu yolları otomatikleştirdik. ‘Böyle yapılmalı, böyle olmalı’, gibi genellemeler oluşturduk.

Ancak şunu unuttuk; her insan çok farklı. Herkesin sistemi, makinesi başka şekillerde işliyor. Herkesin farklı değerleri ve öncelikleri var. Ancak büyütülme ve eğitilme kalıplarımız çoğu zaman tek tip olduğu için bu farklılıklar yüzünden kendimizi yargılanmış hissettik ve hissediyoruz. Bu yargılar yalnız diğer insanlardan gelmiyor, kendimiz de oluşturuyoruz. Peki, ne oluyor? Kendimizi dinlemiyoruz, bilmiyoruz. Bizden istenen, beklenen bir yol var gibi hareket ediyoruz, otantikliğimizden özveride bulunduğumuzda da enerjimiz düşüyor.

Bir’den on’a kadar hayatımızdan ne kadar memnunuz, tatminiz? Kendimize kendimizi yaşatmaya ne kadar izin veriyoruz? Kalıplarımız bizi nasıl engelliyor?  Hayatımızdan memnun olmak, tatminkâr bir hayat yaşamak ne demek?

I. Öncelikle kendi sistemimizi kabul ederek yaşamak ve bundan memnun olmak.

II. Kendimizi, kendi değerlerimizle yaşamak. Değerlerimiz bizim parmak izlerimiz gibidir. Bize ait olan özelliklerimizdir. Bu özelliklerimizi yaşarken kendimizden memnun oluruz. Örneğin birimiz için dürüst olmak, diğerimiz için güç, bir diğerimiz için farklı olmak, bir başkası için yaratmak önemlidir. Herkesin bir dolu özelliği vardır. Öncelikler herkese göre değişir. Değerlerimiz doğuştan gelir, değiştiremeyiz. Ancak zaman içinde bunların bizim için taşıdıkları anlam değişebilir.

III. Hayatı doyasıya yaşamak, her zaman mutlu ve neşeli olmak değildir. İnsan olma tecrübemizi yaşamaktır. Mutluluğu, yas tutmayı, tutkuyu, başarısızlığı, heyecanı, üzüntüyü, kızgınlığı yaşamamıza izin vermektir. Kendi var oluşumuzu şereflendirmektir. 

IV. Hayatı doyasıya yaşamak sonu olmayan bir yolculuktur. Bu yolculukta her an istediğimiz yolda ilerlediğimiz için tatmin olma hissini hissetme fırsatımız olur. Bu his geriye veya ileriye baktığımızda, ‘iyi ki yapmışım, iyi ki yapıyorum, tamamdır’, hissini verir.

Bu yolculuk ilham vericidir. Bize önemli kararlar aldırır. Bizi cesur kılar. Olasılıkların farkında olarak yaşarız ve zorlukların üstesinden gelmek için bize istek verir. Varmak istediğiniz yere ulaşmak için bilgi açlığımız olur. Bu da bizde canlılık yaratır. Bu bizim kim olduğumuzun kaynağıdır. Dolayısıyla duygularımız bizi kaynağımıza bağlar.

Bir tarafta,  hayatımızı değerlerimizle yaşamak var, diğer tarafta kendimize uyguladığımız kalıplarımızla yaşamak var. Bunlar esasında ‘ego yapıyoruz’ dediğimiz şeydir.  İçimizdeki yargılardır. Kendimizi bir yere koyarız. Bunu büyütürüz. Bu koyduğumuz kalıbı yaşamak için bazen kendimiz olmaktan çıkarız.

Bir örnek verecek olursam; Beni ele alın.  Geçtiğimiz senelerde güzel olarak algıladığım bir sitede yaşıyordum. Şartlarım değişti aynı sitede başka bir eve geçtim. Gerçekten çok üzülmüştüm. O ilk ev benim hayalimdi. Bu bazen bir ev, bazen bir araba, bazen giyim gibi değişir.

Bazen değişiklikler ağır gelir. Çünkü bizi üzen onlara verdiğimiz anlamdır. Belki evi bir statü göstergesi olarak anlamlandırırız.  O kalıbı korumak uğruna kendi canımızı acıtırız. Kalıplarımız anlamlandırmalarımız, kestirme yollarımızla ilgilidir. Gerçekten yaşadığım yer bu kadar önemli mi? Yaşadığım yer benim kim olduğumu tanımlamaya yeterli midir?  

Zaman değişiyor, şartlar değişiyor. Benim değerim; hayata, kendime, aileme ve etrafımdakilere değer katabilmek. Buna tutkunum. ‘Saygınlık’ bunun sonucunda gelecek bir olgu. Ev ise güzel hoş bir yer ancak hayatımın amacı veya göstergesi değildir. Hangisi ile saygınlık kazanmam beni daha fazla doyuracak, dersiniz?

İçimizde bilen bir taraf var. Sorarsak cevabımız gelecek.  Esnek olursak yolumuzu daha kolay bulabileceğiz. Lütfen kendimize bu soruları soralım. Gerçekten hayattan ne istiyorum? Bu istediğim yere doğru nasıl bir adım atıyorum? Bu yola kendimi ne kadar adıyorum? Bu dünyada neyi yaratmak istiyorum?

Her gün bu isteğinize bağlanın içinizi dinlemek için zaman ayırın, çaba gösterin. Değerlerinizle yaşamak kalbinizin enerjisini arttıracaktır.