Selanik’ten esen sanat rüzgârı: Unlocked Skies…

MaviKum Kitap, 5 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında Selanikli ressam Samis Taboh’un “Unlocked Skies-Düğümü Çözülen Gökyüzü” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Açılışa katılmak üzere İstanbul’a gelen Taboh ile tanışma ve resim dünyasını konuşma fırsatı bulduk

Tuna SAYLAĞ
20 Mayıs 2009 Çarşamba

Samis Taboh İstanbul’a aşık bir sanatçı; sadece şehrin taşına toprağına değil müziğine de sevdalı. “İstanbul’a her geldiğimde en az 30-40 CD ile dönüyorum evime Türk Sanat ve Türk Halk müziğini çok seviyorum, içlerindeki hüzün beni çok etkiliyor” diyor. Aynı zamanda çevirmen de olan Taboh, 1952 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Selanik’te dünyaya geldi. İsrail Hayfa ve Fransa Strasburg’da kimya mühendisliği eğitimi aldı.

Uzun süre amatör olarak resim yapan sanatçı 1977 yılında resme daha sıkı sarılmaya başladı. İlk çıkışını 1980’de Selanik Diagonios Sanat Galerisi’nde katıldığı karma bir sergiyle yaptı. İlk kişisel sergisini ise 1985’de Strasburg’da Adeas Sanat Galerisi’nde açtı. Atina, Strasburg, Selanik, Paris, Brüksel, Tel Aviv ve ABD-Arizona’da pek çok sergi açtı. Eserleri Avrupa, Amerika ve Ortadoğu’daki koleksiyonlarda yer almaktadır.

Hangi rüzgâr İstanbul’da sergi açmanızı sağladı?

Herşey tesadüfen gerçekleşti. Geçen sene Ağustos ayında Bjork’un konserini izlemek üzere İstanbul’a gelmiştim. Buradaki bir arkadaşım sayesinde Mavikum’un sahibi Funda Öncel ile tanıştım. Sohbet ederken resim yaptığımı öğrenince beni gelecek yaz kendi mekanında  sergi açmak üzere davet etti; teklifini mutlulukla kabul ettim.

Hayatta iyi tesadüflere çok inanır ve güvenirim; sanatımı düşünerek ve zaman harcayarak gerçekleştiriyorum ama tesadüflere de çok şey borçluyum.

Türkiye’de akrabalarınız var mı?

Bildiğim kadarıyla yok! Ailemin büyük bir kısmını ne yazık ki, Holokost sırasında kaybettiğim için bunları sorabileceğim büyüklerim kalmadı. Taboh soyadı Selanik’teki Katalonya ve Aragon sinagoglarının arşivinde sıkça geçiyor. Büyük ihtimalle Taboh’lar, asırlar evvel İspanya’dan Selanik’e göç etmiş, zamanında Judeo Espanyol konuşan Yahudi bir aile. Samis ise Samuel’den geliyor, onun kısaltılmış ve Yunanlaştırılmış şekli.

Yunanistan’daki Yahudiler hala Ladino konuşuyorlar mı?

Ben ve benim yaşımdakiler artık  neslimizin son örnekleriyiz, ama bu konuda ümitsiz değilim; Selanik’te Ladino’yu yaşatmak için çalışan, toplantılar düzenleyen merkezler var. İnsanlar ayın belirli günlerinde burada toplanıp sohbet ediyorlar, böylece Judeo Espanyol’u kullanma imkanı buluyorlar.

Resimlerinizi soyut bir tarzda gerçekleştiriyorsunuz; modern sanat diyebilir miyiz bunlar için?

Modern sanat mı, değil mi bilemiyorum ama bana ait bir tarz ve umarım izleyenlere bir şeyler ifade ediyor, onları heyecanlandırıyordur. Şayet çalışmalarım seyredenleri etkilemiyorsa, bu benim sanatçı olarak başarısızlığımı gösterir. O halde resmi bırakıp “tenekeciliği” (Türkçe kullanıyor) tam gün yapmalıyım. Evet, şaka yapmıyorum; günün ilk yarısında abimle, babadan kalma mesleğimiz olan tenekecilik ile uğraşırken öğleden sonraları resim yapıyorum. Kova, musluk (bunları da Türkçe söylüyor) satıyorum. Aslında mühendisim ama mesleğimi hiç yapmadım. Selanik’te, Fransız Kültür Merkezi’ndeki sergim sırasında oranın yöneticisi olan bir arkadaşım CV’im için güzel bir formül bulmuştu: “Samis Taboh Selanikli Sefarad bir Yahudi; aileden tenekeci; yetenekli bir resim sanatçısı ve çevirmen; Ladino dilinin ne yazık ki, son konuşanlarındandır.” diye yazmıştı.

Neler sizi resim yapmaya çağırır?

Her şey, hayatın kendisi… Bilir misiniz, Yunancada ressam yani “joografos”, “hayatı yazan” anlamına gelir ve bu meslek, başka hiç bir dilde bu şekilde tanımlanmaz. Ben de zaten resim sanatına yazı aracılığıyla ulaştım. İbranice harfleri, kelimeleri deforme ederek estetik ve ruhumu ifade edebilecek  bir bütünlüğe ulaşmaya çalıştım. İlk önceleri kağıtla çalışmaya başladım çünkü kağıt hafızası olan bir malzeme, herşeyin izi kalır üstünde. Daha sonra kolaja geçtim. Resim sanatında benim için önemli olan ilk önce bellek, sonra renk, en son da her şekilde yorumlanması ve insanları olumlu/olumsuz bir şekilde içine çekecek açıklıkta olmasıdır.

Serginizin adı olan “unlocked skies”  ile ne anlatmak istiyorsunuz?

Bilirsiniz “İmminalu” adında çok güzel bir dua vardır, İbranice “gökler kilitlenirse” anlamına gelir. 15. yy’da bu dua Yemen Yahudileri tarafından müziğe döküldü ve 80’li yıllarda Yemen asıllı İsrailli şarkıcı Ofra Haza tarafından seslendirilince çok popüler oldu. İstanbul’u ilk gördüğümde yıldırım aşkına tutuldum, büyülendim tıpkı Kudüs’ü ilk gördüğümde olduğum gibi. İlk hisettiğim müthiş bir aidiyet duygusu oldu. 17 yıl Fransa’da yaşamış biri olarak bir tarafım Avrupalı ama burada ailemin geçmişini hissettim. Bu aidiyet duygusu bana, İstanbul’da ya çok yakın olan Selanik’te yaşayarak göklerin hiç bir zaman üstüme kapanmayacağı garantisini hissettirdi. Artık ellerimi uzatıp Tanrı’nın verdiği tüm zenginliklere ulaşabilirdim.

“Kaleidoscope of Memory” adlı Holokost ile ilgili bir koleksiyonunuz da var…

Söylediğim gibi ailemin önemli bir kısmı Holokost kurbanı; anneannemi, teyze ve dayılarımı kaybettim. Auschwitz’i ziyaret ettim. 1996’da Belçika’da gerçekleşen “Modern Sanat ve Şoa” konulu bir seminere katıldım. Bir Yunanlı için Şoa’nın en önemli özelliği asla unutulamamasıdır. Hiç bir zaman unutulmayan, yüzde yüz gerçektir. Atina’daki Yahudi Müzesi konuyla ilgili bir sergi açmamı teklif etti. Ben de 17 parçadan oluşan bir seri hazırladım (2002). Giriş çalışmasında 1939 ile 1945 yılları arasında, duman ve alevler altında kalan Avrupa  var. Sondakine de “hatırlama görevi” ni resmettim. İkisinin arasında ise; üstlerinde tek tek, belirsiz bir şekilde çizilmiş harfler olan ve bir araya geldiklerinde, bir çok temerküz kampının girişinde yazılı olan “Arbeit Macht Frei”(Çalışmak Özgürleştirir) cümlesini okuyabildiğimiz 15 tablo bulunuyor.

Ara sıra figüratif de çalışıyor musunuz?

Hayır; doğa o kadar mükemmel ve o kadar olağanüstü şeyler yaratıyor ki, bir resim sanatçısı olarak onu taklit etmek, ondan daha  iyi yapmaya çalışmak bana göre çok kibirli bir davranış. Figüratif çalışanların amacı doğayı aşmak ya da onun gizlediklerini ortaya çıkarmak. Ben farklı bir istikameti olan, 20.yy sanatçılarının yolunu seçtim. Biz hayal ettiklerimizi ya da edemediklerimizi çiziyoruz. Çalışmalarımı tanımlamak gerekirse; gerçekte var olamayan, sadece tuval üstünde görebileceğimiz desenlerden oluşur diyebilirim. Aslında bu tanım da oldukça iddialı; daha basit bir anlatımla kağıt, renk ve üzerine düşen gün ışığının yarattığı çalışmalar benimkiler…

Yunanistan’da da asimilasyon sorunu yaşanıyor mu?

Tabii ki… Mesela benim ilk kız arkadaşım Yahudiydi  ama şimdiki bir goy; ne yapalım, hayat bu…

Şalom okurlarına ne söylemek istersiniz ? Ama lütfen Ladino dilinde…

Kon salud ke moz reveremos, mersi muncho,  todo el plazer era por mi.