Akıllı kanser hücrelerine karşı yılmaz bir savaşçı: Prof. Dr. Nil Molinas Mandel

Onkoloji alanında uzman Prof. Dr. Nil Molinas Mandel ile kariyeri, kanserin yaygınlığı, nedenleri ve korunma yöntemleri üzerine bir söyleşi geliştirdim. Son dönemde medyada bir kirliliğe varan bilgi çokluğuna karşın, Prof. Mandel birtakım temel prensipleri ortaya koyuyor, geleceğe yönelik umutlar taşıyor. Tamamlayıcı tıbbın kanser tedavisindeki yerini irdelerken de, en önemli destek tedavileri arasında da şefkat ve sevgiyi sayıyor David OJALVO

Perspektif
15 Nisan 2009 Çarşamba

David Ojalvo


Temmuz 2008’den itibaren Amerikan Hastanesi’nde Medikal Onkoloji Bölüm şefi olarak çalışmaya başladınız; aynı zamanda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesisiniz. Onkolog olmaya nasıl karar verdiniz? Böylesi zor bir alanda, kariyerinizi nasıl inşa ettiniz?

 

Ben 1978’de tıbbiyeyi bitirdim. 1983’te de iç hastalıkları uzmanı oldum. Genel dahiliye ihtisasını tamamlarken, ihtisas tezimi onkolojiden “meme tümörleri” üzerine hazırlamıştım . O zamanlar onkoloji, çok yeni bir bilim dalı idi... Yine o dönemde kanser çok daha nadir görülmekteydi. Ama gittikçe artan bir sıklıkta görülmeye başlanmıştı. Tez hocam olan ve her zaman rahmetle andığım Prof. Dr. Uğur Derman, onkolojinin gelişmelere çok açık olduğunu söylemişti. Gelişmekte olan bir bölümdü onkoloji ve hakikaten birçok bilinmeyenle uğraşmak gerekecekti.. Şimdiki kadar etkin tedavi yöntemleri ve ayrıca destekleyici tedaviler yoktu. Onkoloji servisine girdiğim zaman, ağrı çeken hastalarla karşılaşmıştım; enfeksiyonlarla uğraşmak çok daha zordu. Bu grup hastalara maddi ve manevi destek gerekliydi. İç hastalıkları uzmanı olduktan sonra, 1983-1985 yılları arasında Malatya Devlet Hastanesinde mecburi hizmet yaptım. Tekrar üniversiteye dönmek istediğimde bir ara kardiyoloji yüksek ihtisası yapmaya heves etmiştim; ama ihtisasıma onkolojiyle devam ettim. Tabii ki çok zor bir bölüm... Üniversitede çalışmaları sürdürmek için birlikte çalışacağınız kişi çok önemliydi. Tez hocam olan Prof. Dr.Uğur Derman rehber kişiliği güçlü olan bir hocaydı. Bölüm başkanımız Prof. Dr. Bülent Berkarda, o zamanlar dekandı. O da çok yenilikçi bir kişi olarak, İstanbul Üniversitesinde Onkoloji Bilim Dalını kurup, geliştiren hocamızdı. Uğur Hocanın,  beni de bölüme alma ve birlikte çalışma teklifini onaylayınca, Malatya’dan mecburi hizmet dönüşü, onkolojiye kabul edildim. Onkolojide çalışmak için birtakım özellikler aranıyordu; her zaman çalışmak, insanlarla iyi iletişim, sağlıklı düşünebilmek ve yabancı dil bilmek gibi ... Böylece, 1985 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Onkoloji Bilim Dalında çalışmaya başladım.

 

1987 yılında doçent, 1994 yılında da profesör oldum. 1997’den beri üniversitede yarım gün çalışıyorum ve muayenehanem var. Bu tarihten beri yatması gereken hastalarımın takibini Amerikan Hastanesi’nde yapmaktayım. Temmuz 2008’den beri de aynı hastanede onkoloji bölüm şefi olarak görevimi  sürdürüyorum. Amerikan Hastanesi’nin oldukça iyi bir altyapısı var. Çeşitli yönleriyle de iyi idare edildiğini düşünüyorum. Onkolojide ise, hematoloji ile birlikte daha yüksek standartlara ulaşmaya çalışıyoruz. Modern bir radyasyon onkolojisi bölümü kuruluyor. Onkoloji, iyi bir ekip çalışması gerektirir. Onkolojide daha verimli çalışabilmek için kan hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları, göğüs ve kalp hastalıkları, nöroloji, gastroenteroloji, farklı cerrahi bölümler gibi birimlerle işbirliği yapmak ve modern bir görüntüleme merkezi ve laboratuar donanımının bulunması çok önemlidir. Bu özelliklerin buluştuğu böyle bir hastanede daha etkin biçimde çalışmaya başlamış olmaktan keyif duyuyorum.

 

Peki ‘’bana ne kadar zaman kalıyor?’’ sorusuna gelince, doğal olarak kendime çok az zaman kalıyor. Çocuklarım var, eşim... Onun için hakikaten birtakım sıkıntıları ailece yaşıyoruz... Konferanslarım, kongrelerim, derslerim oluyor. Yoğun bir tempoda çalışıyorum...

 

Oldukça ağır ve ciddi vakalarla da karşılaşıyorsunuz. Her zaman idealist olabiliyor musunuz? Hastalıklarla mücadelede enerjinizin kökeni nereden geliyor?

 

Onkoloji gerçekten çok yorucu bir alan. Fark edilen bedensel bir yorgunluk değildir bu; gerçekten insanı çok yoran ve üzen olaylar yaşamaktayım. Tıpta en iyi sonla çözülen sorunlara örnek olarak diyabet komasını, menenjit komasını verebilirim. Hastalar genellikle komada gelirler ve iyileşerek hastaneden ayrılırlar. Onkolojide durum biraz farklıdır. Kanserde erken teşhis gerçekten çok önemlidir. Hastalığın klinik gidişi ve yaşama şansı, tanı anındaki döneme bağlı olarak değişmektedir. Kanser tanısı konulduğunda, hasta ve hasta yakınları kadar, doktorlar da etkileniyor; ama bence duygusallığı bir yana bırakmak, bazı kararları verirken mantıklı ve bilimsel olmak gerekir. Tabii ki hastalarla ilgilenirken duygusal oluyorum; neticede insanım. Ama mümkün olduğu kadar duygusallığı ve mantığı ayırt etmeye çalışıyorum. “Neyi bilmediğimi” biliyorum. Onu da oturup öğrenmeye çalışıyorum. Bu da benim için  çok önemli. Hastalıkla mücadeledeki enerjim, herhalde ailemden aldığım destek ve anne-babadan gelen genetik bir özellik olsa gerek.

 

İhtisasa başlarken kanser vakaları daha az görülüyordu, diye ifade ettiniz. Günümüzde kanser vakalarında bir artış söz konusu… Teknolojik gelişmelerin (cep telefonu vb), hormonla yetiştirilen besinlerin, küresel iklim değişikliklerinin kanser üzerine etkisi olduğu söyleniyor. Siz durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Kanser sayısındaki artışı gerçekten yakından izliyoruz. Eskiden, göreve başladığım yıllarda, üniversitede polikliniğimize yılda 300-500 hasta gelirdi. Şimdi yılda 3,500 hasta geliyor. Aynı yatak kapasitesiyle çalışıyoruz yıllardır; ama poliklinikte gördüğümüz hasta sayısı çok arttı. Referans merkezi olmanın dışında da, hasta sayısında artış olduğunu gözlüyoruz. Günümüzde, hemen her ailede bir iki kanser vakası çıkıyor. Kanser, en sık görülen hastalıklar arasında, kalp-damar hastalıklarından sonra, ikinci sıraya yükseldi. Erkeklerde en sık rastlanan kanser prostat, kadınlarda da meme kanseridir. Ne yazık ki, 20 yıl önce kadınlarda nadir görülen bir kanser olan akciğer kanseri sayısında da oldukça önemli bir artış oldu. Kansere bağlı ölüm nedenlerine göz atarsak, akciğer kanseri, her iki cinste de ilk sırada yer almaktadır. Akciğer kanseri, çevresel faktörlerle ve özellikle sigara içimiyle çok yakından bağlantılıdır. Eskisi kadar olmasa da (şimdi filtreler var) arabaların egzozlarından çıkan dumanlar, kalitesiz kömür kullanımıyla havaya karışan baca dumanları, kullanılan deterjanlar, sanayi artıkları... bunların hepsi birer risk faktörü. Kanser oluşmasında,  önemli faktörlerden biri de beslenme şekli. Özellikle bu konuda çok spekülasyon var. “Hormonlu gıda” dedin. Hormonlu gıda, farklı mevsimlerde ilaçlar eklenerek, gıda maddelerinin doğal mevsimi dışında üretilmesiyle elde edilmektedir. Oysa, doğal beslenmenin en kolay yolu, mevsiminde taze sebze ve meyveleri tüketmek. Gıdaların saklanma koşulları da çok önemlidir. Bir dönem salamuralar, konserveler çok yaygın olarak kullanılırdı. Bunlarda kullanılan bazı katkı maddelerinin, kanserojen olduğu gösterildi. Şimdi bu tür katkı maddeleriyle hazırlanan gıdalar daha az tüketiliyor ve saklama koşulları çok daha geliştirilmiştir. Yine de en önemlisi iyi yıkayıp, taze sebze ve meyveyi bol miktarda tüketmektir. Beslenmeyle ilgili olduğu kanıtlanan kanserlerden biri mide kanseridir. Mide kanseri Japonya’da en sık görülen kanser türüdür. Araştırmalar bunun, tüketilen konserveli, tütsülenmiş, aşırı tuzda saklanmış gıdalardan kaynaklandığını göstermiştir. Bu alışkanlıklarını düzeltmeye başladıkları için Japonya’da mide kanseri görülme sıklığı azalmaya başlamıştır; ama Batı toplumlarında hâlâ bir sorun olarak mide kanseri sıklığı artmaktadır.

 

Bildiğimiz gibi, öğlen saatlerinde güneş ışınları daha dik olarak gelir ve ultraviyole ışınlarının zararlı etkileri bu saatlerde daha belirgindir. Ozon tabakasındaki yıpranmaya bağlı güneş ışınlarının daha zararlı olduğu ortaya konmuştur. Özellikle açık tenlilerin ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerine  karşı, koruma faktörleri içeren kremler kullanmaları, özellikle yaz aylarında ve öğlen saatlerinde gölgede kalmaya çalışmaları uygundur.

 

Şişmanlık, özellikle meme kanserinin gelişmesinde de rol  oynayan önemli bir risk faktörüdür. Kilo vermeyi ve düzenli spor yapmayı hararetle öneriyorum. Belli bir beslenme anlayışı içinde, her tür gıdayı belli ölçüde tüketmek, yani dengeli beslenmek gerekmektedir.

 

Bazı kanser türleri için, genetik faktörlerin önemli olduğu anlaşılmıştır. Örneğin polipozis koli (barsakta yaygın ve çok sayıda poliplerin bulunduğu) sendromunda, barsak kanseri oranı artmaktadır.  Ailesinde meme kanseri olanlarda, meme ve yumurtalık kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Bu nedenle, ailesinde meme ve kolon kanseri bulunanların, daha bilinçli olmaları, tarama testlerini aksatmadan yaptırmaları çok önemlidir.

 

Bir önceki soruma bağlı olarak, günümüzde “kanserden korunma” ve “sağlıklı yaşam” üzerine bir “bilgi kirliliği” olduğunu düşünüyorum. Kanserden koruma için önerileriniz nelerdir?

 

Bazı kanser türlerinden korunmaya yönelik olarak aşılar geliştirilmiştir. Bunlar arasında, rahim ağzı kanserine yol açtığı gösterilen Human Papilloma Virüs’e (HPV) karşı ve karaciğer kanserine yol açan hepatit virüsüne karşı geliştirilen aşılar sayılabilir. Tabii ki tüm kanser türleri enfeksiyonlara bağlı olarak gelişmemektedir. Bu nedenle, her kanser için aşı geliştirilmesi mümkün değildir. Hepatit, gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sağlık sorunudur, karaciğer kanserine yol açtığı bilinmektedir. Hepatit aşısı, bebekken uygulanmakta ve karaciğer kanserine karşı koruma sağlanmaktadır.  Rahim ağzı kanseri aşısı ile, yaklaşık 20 yıl süreyle ve %80-85 oranında koruma sağlanabilmektedir. 9-55 yaş arası bayanlara uygulanabilmektedir..

 

Kansere yönelik tarama testlerine gelince, özellikle şifa şansı olan kanser türlerinde, erken teşhis için kullanılmaktadır. Bunlar can kurtarıcı nitelikte testlerdir. Meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kalın barsak kanseri ve prostat kanserine yönelik olarak tarama önerilmektedir. Japonya’da mide kanseri çok yaygın olduğu için, orada erken yaşta mide kanseri için de hastalar endoskopik olarak tarama testlerine tabi tutulmaktadır. Meme kanserinin erken tanısı için, 40 yaşından itibaren, yıllık mamografi önerilmektedir. Birinci derecede yakınlarında meme kanseri öyküsü olan kadınların, 10 yıl daha erken yaşta, mamografilerini çektirmeleri uygundur. Tarama açısından ilk kolonoskopinin 50 yaşından itibaren yaptırılması, normalse 10 yılda bir tekrarlanması gerekir. Erkeklerin 50 yaşından itibaren, yılda bir kez olmak üzere, kanda prostat spesik antijen (PSA) baktırmaları gerekmektedir. Hanımların da, cinsel yaşam başladığı andan itibaren, jinekolojik muayene ve rahim ağzından sürüntü testi yaptırmaları önerilmektedir. Tarama testlerinin önemini, çeşitli yöntemlerle duyurmaya çalışmaktayız. Bu anlamda medyaya çok önemli görevler düşmektedir. Bilinçli bir toplumda, kanserin erken tanısı kadar, koruyucu yaklaşımlara önem verilmektedir. 

 

Alternatif/tamamlayıcı tıbbın (complementary medicine), kanser tedavisindeki yeri nedir?

 

Kanser tedavisinde, prostat ve meme kanseri dışında genellikle, sitostatik tedavi dediğimiz, hücre öldürücü ilaçlar kullanıyoruz. Hormon tedavisinden yararlandığımız kanserler arasında, rahim kanseri de yer almaktadır. Yani, kanser tedavisinde ağırlıklı olarak kanserli hücrelerle beraber, sağlıklı hücreler de hasar görmektedir. Tamamlayıcı tıbbın amacı, zarar gören sağlıklı hücrelerin, daha çabuk düzelmesini ve sitotoksik tedaviden daha az zarar görmelerini sağlamaktır. Ama ne yazık ki bu, bazen amacından saptırılarak, ticari amaçla kullanılmaya başlanmıştır. Çeşitli otlar, farklı şekillerde pazarlanmakta ve bunlarla kanserin tedavi edildiği duyurulmaktadır.

 

Deteryumla oksijeni alınmış suyun kanser tedavisinde kullanılmasını, çeşitli sıvıları, ne olduğunu bilmediğimiz kaynatılmış otları hiç bir şekilde önermiyorum. Kanser tedavisi gören hastaların, ne olduğu bilinmeyen otları, değişik vitaminleri ve katkı maddelerini kullanmalarını doğru bulmuyorum. Açık hava, spor, hatta şefkat ve sevgi; bunlar en önemli destek tedavilerdir. Bunlara bütün hastalara yanıt verdiğini, ağrılarının geçtiğini görüyoruz. Destek tedavilerde alternatif tıbbı kullanırken temkinli olmak lazımdır.

 

Tıp ve onkoloji dünyasındaki gelişmeler, artacağı öngörülen sağlıklı sorunlarıyla ne oranda baş edebilecek? Bu noktada geleceğe yönelik beklentileriniz, hedefleriniz nelerdir?

 

Her gün onkoloji alanında yeni  gelişmelere tanık olmaktayız. Bu gelişmelere ayak uydurabilmek çok zor ve heyecan verici. Kanserli hücrenin molekül düzeyindeki bozuklukları ortaya konmakta, DNA yapısındaki değişiklikler açıklanmaktadır. Ortaya konan genetik farklılıklar, hücresel-moleküler yapılardaki bozuklukların tespit edilmesi, kanser tedavisinde çok önemli değişikliklere yol açmaktadır. Hücrenin yüzeyinde bulunduğu saptanan reseptörler vardır. Bu reseptörlerin uyarılması ile hücre nüvesinde bulunan DNA’ya çoğalma emri gitmektedir. Bu çoğalma emrini tetikleyen ve emri nüveye ulaştıran çeşitli yolaklar bulunduğu gösterilmiştir. Bu yolakların her biri açıklandıkça, bunların işlevini engelleyecek yeni ilaçlar geliştirilmektedir. Verilen tedavilere karşı direnç gelişmesini açıklayan çeşitli mekanizmalar aydınlatılmıştır. Bu direnci kıracak ilaçlar oluşturulmaktadır. Artık “konfeksiyon malı” gibi tedavi yapılmaktansa, “bireyselleştirilmiş” butik ilaçlarla, butik tedaviler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla 5-10 yıl içinde kanser tedavisi, çok daha farklı olacak diye düşünüyorum.

 

Kanser hücreleri ne yazık ki çok akıllıdır. Çeşitli mekanizmaları bloke etsek de kanser hücresi, çoğalacak farklı bir kapı açıyor. İnanıyorum ki yakın gelecekte, bu farklı kapıları kapatacak, sadece kanserli hücreyi öldürecek, sağlıklı hücreyi koruyacak yeni ilaçlar, yeni mekanizmalar ortaya konacak... Böylece, tıpkı tüberküloza çare bulunduğu gibi, kanser de tedavisi mümkün hastalıklar arasına katılacaktır.