“Milyoner” klişelerle dolu, yarı belgesel bir başarı öyküsü > Bollywood’a saygı duruşu

Kesinlikle bir başyapıt olmayan “Milyoner”in sekiz Oscar alması, sinema endüstrisinin üretim açısından kısır bir yıl geçirdiğinin göstergesi. Ancak Danny Boyle’un gerçekçi ve yenilikçi sinema anlatımıyla, çeşitli türleri bir potada birleştirip kaynaştırmayı başarması, filmi ilgisiz kalınamayan özgün bir yapıta dönüştürüyor. Zekice yazılmış senaryosu, başdöndürücü kurgusu, egzotik tadlar içeren, doğuyla batıyı birleştiren canlı müzikleri ve sinematografisiyle “Milyoner” Akademi üyelerini etkiledi

Viktor APALAÇİ
4 Mart 2009 Çarşamba

Aday olduğu on daldan sekiz Oscar ödülü çıkarması “Milyoner / Slumdog Millionaire”in bir başyapıt olduğu anlamına mı geliyor? Filmi izledikten sonra bu kanıya varmak güç.

“Milyoner”in yılın tüm yarışmalarından birincilikle ayrılması, sinema endüstrisinin üretim açısından kısır bir yıl geçirdiğinin göstergesi. Danny Boyle, akıcı ve dinamik bir anlatımla, egzotik tadlar içeren, ama klişelerle dolu ve fakirlik edebiyatından beslenen bir senaryoyu, bir “kendini iyi hisset filmi” formatında sinemaya uyarladı

Çeşitli renkleri, ırkları, kültürleri barındıran çok renkli bir mozaik olan Hindistan üzerine bir yarı-belgesel olan “Milyoner” ülkenin sefalet ve ihtişamı üzerine önemli çağdaş mesajlar veriyor.

Enerjik ve dinamik filmlerinden tanıdığımız Danny Boyle, gerçekçi ve yenilikçi bir sinema anlatımıyla, çeşitli türleri bir potada birleştirip kaynaştırmayı başarıyor. Bu erdemiyle film kesinlikle ilgisiz kalınamayan özgün bir yapıta dönüşüyor.

Bir yarışma programı arka fonunda, günümüz Hindistan’ının panoramısını çizen film, bu ülkenin sosyal sorunlarını, işkence, adaletsizlik, çocuk sömürüsü gibi yaralarını gözler önüne seriyor. Açlık, yoksulluk, yozlaşma, fanatizm, din çatışmaları, organize suçlar, vahşet gibi temalar ustalıkla işleniyor. Hintli, yazar ve diplomat Vikas Swarup’un öyküsünü senaryolaştıran Simon Beaufoy, aşk, sevgi, tutku, umut, insane yazgısı, yetimler gibi temaları, insanın yüreğini ısıtan bir tonla filmin hikayesine yerleştiriyor.

“Anadan Doğma / Full Monty” senaryosundaki başarısından tanıdığımız, “Milyoner” ile En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar kazanan Beafoy’un zekice yazılmış, Charles Dickens tadı taşıyan metnini, Danny Boyle, konunun sonundan başlayarak geriye dönüşlerle anlatıyor.

Şova ara verildiğinde yarışma sunucusunun, hile yaptığı gerekçesiyle polise ihbar ettiği Jamal, kendini temize çıkarmak için hayatını ve çocukluk anılarını anlatır. Çaycı Jamal’a yarışmada sorulan her soruda, çocukluk yıllarının acı dolu, ama insanın içini ısıtan öyküsünü, sefil Hindistan manzaraları eşliğinde izliyoruz.

 

GÖRKEMLİ FİNAL VE

KAPANIŞ JENERİĞİ

Bu arabesk öyküyü, Hintlerin bir Amerikan rüyası gibi anlatan senaryo, dünyanın en büyük getosu, iki milyon insanını yaşadığı Dharavi’de oturan, yoksul, eğitimsiz bir varoş delikanlısının hikayesini sevimli kılıyor.

İşkenceci polisler, çocuklukları dilenciliğe zorlayan mafya çeteleri, din çatışmalarında öldürülen masum insanlar, onca yoksulluk, adaletsizlik ve şiddete rağmen, hayata tutunma savaşı veren gençlerin öyküsü filmde, dram, komedi, aksiyon, gerilim ve aşk türlerini harmanlayan bir sinema diliyle anlatılıyor.

Annesi Müslüman karşıtı çatışmada öldürülen, hayat mücadelesini Mumbai’nin gecekondu mahallesinde sürdüren zorlukla içindeki büyüme sürecini, katıldığı bir yarışma programı çerçevesinde anlatan, öksüz bir gencin öyküsünü, film melodram kalıpları içinde anlatıyor.

İlk çıkışını “Mezarını Derin Kaz” ve “Trainspotting” gibi filmlerle yapan, “Kumsal”, “28 Gün Sonra” ve “Gün Işığı” gibi marjinal filmlerle İngiliz sinemasının iddialı yönetmenleri arasına giren Danny Boyle “Milyoner” ile “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” Oscar ödüllerini kazandı.

İlginç anlatımı, akıcı ve baş döndürücü kurgusu, egzotik tadlar içeren batıyla doğuyu birleştiren müzikleri, enerji dolu temposu, renkli karakterleri ve sinematografisi ile “Milyoner” Akademi üyelerini etkileyerek, Görüntü Yönetmenliği, Kurgu, Film Müziği, Orijinal Şarkı, Ses Miksajı dallarında Oscar kazandı.

“Milyoner Varoş Köpeği” olarak çevirebileceğimiz “Slumdog Millionaire” adını, Mumbai’nin 19 milyon nüfusunun üçte ikisini barındıran ve tam bir “sokak köpeği” hayatı yaşayan gecekondu halkından alıyor. 1.2 milyar Hintli’nin en az 100 milyonun yaşadığı sefalet hayatını bir “peri masalı” formatında anlatan “Milyoner” Hintlilerin ulusal onurlarını incitti. Filmdeki Hintlilerin acımasız, ilkesiz, paragöz insanlar olarak gösterilmesi “yoksulluğun pornografisi” olarak nitelendirildi.

Duvarların arkasındaki Filistinli kadın

Üç yıl önce, İstanbul Film Festivali aracılğıyla, “Suriyeli Gelin” filmiyle tanıdığımız İsrailli yönetmen Eran Riklis’in, dört yıllık bir suskunluk döneminden sonra yaptığı “Limon Ağacı / Etz Limon”, Filmekimi’ndeki prömiyerinden sonra ticari sinemalarda vizyon şansı buldu.

Sınırların ve savaşların anlamsızlığını anlatan bu kara komedide, yönetmen Eran Riklis barışçı mesajlar veriyor. Sınırlar arasına takılıp kalmış kadınların öykülerini anlatmaya pek meraklı olduğunu gördüğümüz, 54 yaşındaki İsrailli yönetmen, bu kez Batı Şeria’da yaşayan dul bir Filistinli kadının şansında Ortadoğu sorununa değiniyor.

Bir önceki filmi, “Suriyeli Gelin / Hacala Hasurit”te olduğu gibi, Riklis, sınırın iki tarafını da iyi bilen, İsrail vatandaşı Filistinli gazeteci ve belgeselci Suha Arraf ile senaryoyu birlikte yazmış. Ortadoğu sorununa insancıl bir bakış açısıyla yaklaşan film, cesur tutumuyla barış mesajları veriyor. Bu iyimser ve ironik dramın kahramanı, limon ağaçlarını korumak için İsrail Devleti’yle mücadeleden sakınmayan, 50’li yaşlarda, Selma adlı Filistinli bir kadın (Hiam Abbas).  İsrail Savunma Bakanı, Filistin sınırında, tam Selma’nın bahçesinin yanına bir villa inşa ettirince dul kadının huzuru bozulur. İsrail Güvenlik Güçleri, Selma’nın ağaçlarının, Bakan’ın güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle kesilmesi için karar çıkartır.

Babasından kalan, on yıl önce ölen kocasıyla birlikte üç çocuğunu büyüttüğü, tek geçim kaynağı olan bu limon bahçesini korumak için, Selma İsrail Devleti’ne adeta savaş açar. Genç Filistinli avukatı Ziad Daud (Ali Suliman) ile İsrail Yüksek Mahkemesi’ne başvurur. Limon bahçesiyle ilgili kavga uluslararası boyutlara taşınır; bu arada İsrailli Bakan ile eşinin de aralarının bozulmasına yol açar. Bakan’ın eşi, Filistinli komşusuna hak verir. Selma’nın genç avukata aşık olmasıyla işler büsbütün karışır.Özgürlük sevgisini vurgulayan bu insancıl öykü dünyada kendi yerlerini korumak için savaşan kadınlara sevgi ve sempatiyle yaklaşıyor. Sınırın iki tarafında yaşayan Selma ile ona empati kurmayı başaran Bakan karısı, barış ümidini sürdüren insanlara sıcak bir mesaj veriyor. Evini, toprağını, (filmde olduğu gibi) ağaçlarını korumaya çalışan Filistinlilerin, gazete haberlerine konu olan dramlarından yola çıkarak senaryosunu yazan Eran Riklis, “duvar” konusundaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Duygusal ve zihinsel pek çok sınıra ya da duvara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Özellikle Ortadoğu’da geleneğin, dinin ve geçmişten gelen kemikleşmiş düşmanlığın meydana getirdiği öyle çok duvar var ki…”

Taraflarda eşit mesafede durmaya özen gösteren Riklis, bir yandan da ona hak veren İsrailli bakan karısı karakterlerini dengede tutmaya çalışmış.