Mutluluğun resmini çizmek

Kendisine sıkça sorulan “Neden bekarsın?” sorusuna cevap vermek için, senaryosunun yazdığı filmde, Zoe Cassavetes’in kendini keşfetme çabalarını izliyoruz. Bir genç kadının ikili ilişkilerde yaşadığı sorunlar, aşkı ve hayatının erkeğini arayışı, arada kalmışlık, toplum ve ailenin baskıları, içtenlikle ve samimi bir dilde ele alınmış.

Viktor APALAÇİ
17 Eylül 2008 Çarşamba

John Cassavetes’in kızı Zoe “Aşkın İngilizcesi”nde kadın-erkek ilişkilerine eğiliyor

Çizilen karakterler inandırıcı, diyaloglar esprili, ancak Amerikalı-Fransız aşk ilişkileri üzerine öylesine başarılı filmler yapıldı ki, “Aşkın İngilizcesi” özgün olmadığı gibi, konuya bir yenilik de getirmiyor

Mutluluğun resmini çizmek gayesiyle, kadın-erkek ilişkilerine eğilen filmlerin sonuncusu, Zoe Cassavetes’in “Aşkın İngilizcesi / Broken English”i.

Amerikan bağımsız sinemasının öncüsü, 1960’ta unutulmaz siyah-beyaz başyapıtı “Gölgeler / Shadows” ile New York Okulu’nun öncüsü olmuş, Yunan asıllı yazar-yönetmen-oyuncu John Cassavetes’in, baba mesleğini seçen ağabeyi Nick’in izinden giden kızı Zoe Cassavetes, ikinci filmine imzasını atıyor.

Annesi, deneyimli aktris Gena Rowlands’ı oyuncu kadrosuna alıp yola çıkan Zoe, özel hayatında kendisine sıkça sorulan “Neden bakarsın?” sorusuna cevap vermek için filmin senaryosunu yazdığını söylüyor.

Belli bir içtenlikle yazılmış bu yarı-otobiyografik senaryoda yazarın kendini keşfetme çabaları var.

Bir genç kadının ikili ilişkilerde yaşadığı sorunlar,  aşkı ve hayatının erkeğini arayışı, kendisiyle barışık olmak, arada kalmışlık ele alınmış.

Aşka bir türlü kavuşamayan, mutluluk arayışında başarısız olduğunu gördüğümüz filmin kahramanı Nora (Parker Rosey), yalnız olmanın ve bu duygunun baskısı altında yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu anlatmaya çalışıyor.

New York cıngılında yaşayan, “Sex in the City” kadınlarının çektikleri aşk acılarının paylaşan Nora, en yakın arkadaşı Audrey’nin (Drea de Matteo) mükemmel evliliği gibi, düzgün bir ilişki peşindedir.

KENDİMİZLE BARIŞIK OLMAK

Sivri dilli ve otoriter annesinin (Gena Rowlands) kendisine her fırsatta yalnız olduğunu hatırlatması ek bir üzüntü kaynağıdır. Lüks bir otelde, başarılı bir halkla ilişkiler uzmanı olan Nora, kendisine kur yapan otel müşterilerinden, aktör Nick Gable ile mutluluğu bulduğunu zannederken, bunun “tek gecelik bir / ilişki” olduğunu görüp yıkılır.

Huzursuz olarak katıldığı bir partiden ayrılmak üzereyken, deli dolu, yakışıklı, tutkulu, bıçkın bir Fransız olan Julien (Melvil Poupaud) ile tanışır. Daha önceki ilişkilerindeki hataları tekrarlamamak için bu gence soğuk davranır.

Bu samimi ve dürüst yabancı Nora’ya gerçek aşkı sunar. Kendini yeni bir düş kırıklığından korumak isteyen genç kadın, etrafına bir duvar örerek, Julien’in kendisiyle Paris’e gelip, yeni bir hayata başlama teklifini reddeder. Yanıldığını anlayınca, can dostu Audrey ile Paris’in yolunu tutar.

“BAĞIMSIZLAR KRALİÇESİ” POSEY

Yönetmen Zoe Cassavetes, yaşamını, ilişkilerini, kariyerini sorgulayan kahramanının iç hesaplaşmasını, son derece akıcı bir uslupla anlatıyor. Yazdığı diyaloglar esprili, yarattığı karakterler inandırıcı.

Ancak (Julie Delpy’nin “Paris’te 2 Gün”ü gibi) Amerikalı-Fransız aşk ilişkisi üzerine son yıllarda öylesine başarılı filmler yapıldı ki, “Aşkın İngilizcesi” özgün olmadığı gibi, konuya bir yenilik getirmiyor.

Bağımsız fimlerin demirbaş  oyuncusu olarak tanıdığımız “Bağımsızlar Kraliçesi” Parkey Posey, kırıkgan, mutsuz, yalnız Nora’yı mükemmel bir performans ile inandırıcı kılıyor.

Yine bağımsızlardan Drea De Matteo oyuncu kadrosu içinde sivrilirken, kafasından çıkarmadığı şapkası ve üstünden atamadığı tutukluluğuyla Melvil Poupaud düş kırıklığı yaratıyor.