Sizin mutsuzluğunuz hangisi?

Köşe Yazısı
10 Eylül 2008 Çarşamba

Bir yaz dönemini daha geride bırakırken, yeni bir sonbahar-kış dönemine “merhaba” diyoruz. Gazetemizin yeniden 16 sayfalık düzene geçmesiyle, yeniden köşeme kavuşmanın sevinci içindeyim. Zira, yazmak gibisi yok... Kaleme almak istediğim birçok konu var; ama bu dönem zaman, her zamankinden daha değerli benim için... Aslında zamanı değerli kılan bir yanıyla yazdıklarımız, yaptıklarımız değil midir? Önceliklerimizi takip ederek, kendimizi en iyi şekilde ifade etmeye çalışmak değil midir?

Yazmak benim için bir hobi değil çoktandır. İlk metinlerimi kaleme almaya başladığımdan bu yana süregelen “daha iyiyi yazabilmek” arzusu ve önceliklerim arasında yerini alacak “üç nokta”larım bu dönem...

Ağustos içinde çalıştığım bir yazı projesi üzerine düşünürken, yeniden “mutluluk” kavramı üzerine odaklandım. Daha doğrusu “mutsuzluk”. Özel hayatı bir kenara alırsak, toplumsal olarak mutluluğun belirleyicisi nedir?

Kanaatimce duyarlı olmak veya olmamak.

Bugün, “tüketim” ve “popüler olan” bir kültür olarak sunuluyor. Gün geçmiyor ki piyasaya yeni bir teknolojik oyuncak çıkmasın... İletişim kurmak, çok hızlı, ucuz ve kolay... İstanbul’da alışveriş merkezleri ardı ardına yükselirken, cebimizdeki paranın akabileceği çok adres var... “Eskiden bir tek televizyon vardı” derlerdi büyüklerim, şimdi birçok seçenek var. Küresel dünya denilen bir parça da bunlar olsa gerek... Büyülü, ışıklı, göz acılı bir küre ve günübirlik bir hayatı yaşamak isteyen kiracıları sürekli içine alan bir küre. Bunun yanı sıra bir de depresyonun, çağımızın en önemli hastalıklarından biri olduğu söyleniyor! Uyuşturucu kullanımı artıyor, tatminsizlik artıyor, tüketimden geriye bir değer kalmıyor... Bu bir mutsuzluk değil midir?

Gelelim öteki mutsuzluğa, duyarlı adamın mutsuzluğuna...

Ortadoğu coğrafyasındaki sorunlar gündemdeki önemini yitirmiş değil; sadece Kafkaslar’daki gelişmeler ön plana geçti. Kimileri “Soğuk Savaş” kelimelerini telaffuz ediyor, kimileri “Çok kutuplu bir dünyaya geçişin sancıları”nı... Ülkemizde daha fazla sayıda dava manşetlere taşınmaya başladı, sınırları Almanya’ya kadar uzanıyor. Ankara Keçiören’de içki satan bir esnaf dövülüyor, Moda sahilinde çantalar aranıyor... Persepolis filminden bir sahne mi bu izlediklerimiz? Amerika’yla beraber Avrupa’da da ekonomik dengeler negatif ibrede ilerlerken, bu yılın üçüncü elektrik zammı da yapıldı... Tükenen su kaynaklarına bir de tüketilmemesi gereken ağır metal içeren sular eklendi... (Mahalle baskısının katkılarıyla) Küresel dünya  denilen bir parça da bunlar olsa gerek... Soğuk, ümitsizlik uyandıran, tepki vermeye sevk eden bir küre. Bu bir mutsuzluk değil midir?

Sizin dünyanız hangisi?

Sizin mutsuzluğunuz hangisi?

“Hiçbiri” deme lüksünüz var; ama kanaatimce duyarsız olmak küresel dünyanın işine gelecektir. Küresel dünyanın bir hedefi de bu: duyarsız adam yaratmak!

Dünyamızda, ülkemizde yaşanan sorunlara duyarlı olmak ve bu doğrultuda mutsuz olmayı göze almak tercihim. Duyarsızsanız, üzerinde düşünebileceğiniz pek bir değer de kalmayacaktır. Oysa duyarlı adamın bir görevi de tüm olumsuzluklara karşı mevcut değerleri koruyabilmek, mümkünse de değer yaratabilmek. Hem ülkesine, böylelikle de dünyaya...

Tabi ki duyarlı olayım derken, kimliğinizi de göz ardı etme şansınız yok... Belirli suiistimallere karşı koymak, ona gelecek saldırılara da göğüs germeniz gerekecektir... Biliyorum: tarih, yaklaşmakta olan tehlikeleri göremeyen insanların/toplumların başına gelen ibret verici örneklerle dolu.

Sonuçta duyarlı adam, “öteki”ni de düşünen; değer yaratma sancısıyla kıvranırken, yarının ve toplumunun iyiliği için endişelen adamdır.

Şimdi yeniden soralım: sizin mutsuzluğunuz hangisi?