Son konuşma

5 yıl önce kliniğinde öldürülen Yasef Yahya’nın son anma töreninde, anne Yahya’nın gözyaşlarındaki sessiz isyanı duyumsamak yeteri kadar üzüyordu insanı. O güzel insan anılarımızda her daim yer alacak. Bugünlerde bir başka güzel insanın hüzün hikayesiyle karşılaştım. Ve anladım ki, hayatta mucizelere yer yok...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
3 Eylül 2008 Çarşamba

Anne Yahya’yı bir kez daha gördüm bir sene sonra yine ve yeniden. Oğlu Yasef’i, 5 yıl önce kaybetmişti ansızın bir sabah vakti. Birileri gelip kıymışlardı hayatına oğlunun acımasızca, insanlıktan çıkmışcasına, kahpece.

Oğlunun anma duasında dimdik ayaktaydı ama yüreğinin benzersiz acısı güzel gözlerine yansıyordu. Bir insanın yaşayabileceği en büyük adaletsizliğe uğramanın sessiz isyanını ancak gözyaşlarıyla anlatmaya çalışıyordu. Evlat acısının, acıların en büyük olduğunu ancak o anlayabilirdi. Bizler ise, ‘ateş düştüğü yeri yakar’ın evrensel doğruluğuna inat, anne Yahya’ya arada bir de olsa ‘seninle beraberiz’ diyebiliyorduk ancak. Lakin, anne Yahya oğlunu hep özlüyor, hep arıyor ve en önemlisi her sabah uyandığında Yasefsiz hayata başlıyor...

Yasef Yahya dünya iyisi bir insandı. Gülmeyi, iyimser olmayı kural etmişti hayatı boyunca. Evliydi ve iki küçük çocuk sahibiydi. 2003’ün bir kahpe yaz sabahı ne olduğunu anlamadan hayatı elinden alınmıştı katiller tarafından. Çok sevdiği annesine, babasına, eşine ve iki çocuğuna ne bir veda edebilmişti ne bir ‘son konuşma’ yapabilmişti.

Hayalleri vardı herkes gibi. Yapacakları vardı ailesiyle çocukları ile. Böylesi bir terk olur muydu? Acının doruk noktasıdır bu soru! Söz biter, anılar kalır geriye, sadece.

Sevenlerine ve özellikle anne babasına ‘kolaylıklar gelsin’ demekten başka bir teslimiyet sözü yok...

***

Bir başka hüzün hikayesi var karşımda bugünlerde. Yine bir ‘güzel’ insanın hikayesi... Adaletsizliğe isyan ettirecek ama yine de kendi içinde teselli kırıntıları bulunan bir ayrıksı hikaye.

47 yaşındaki bir bilgisayar profesörünün post modern hüzün öyküsünü okuyorum. ABD’nin en ayrıksı üniversitesi Carnegie Mellon’un en ayrıksı hocası Randly Pausch’ın öyküsü.

Randy, çoğu çocukluk hayallerini gerçekleştirmiş, kendiyle barışık ve mutlu bir insan. En büyüğü 6 yaşında olan üç çocuk babası ve öğrencilerinin taptığı özel bir hoca.

Ama hayat öyle gitmiyor işte. Geçtiğimiz sene tam bugünlerde, pankreas kanserine yakalandığını öğrenir. Kanserin tıpça kabul edilmiş en tehlikeli türünün artık kendisiyle olduğunu gördüğünde dünya başına yıkılır. Ve en önemlisi, doktorlar en fazla 6 ay yaşama süresi verir Randy’e.

O ayrıksı, o çocuksu, hep iyimserlik içinde nefes alan, etrafına herdaim moral kaynağı olan, erdemden başka bir davranış biçimini tanımayan, “hayallerimin aşkı” dediği eşinin eşsiz aşkı, 3 küçük çocuğun mükemmel babası Randy Pausch günlerce ağlar eşiyle birlikte. Ama o bir bilimadamıydı. Mucizelere yer yoktu düşünce yapısında. Başına gelen bir gerçekti ve bununla yaşayabildiği kadar yaşayacaktı.

Kendini çabuk toparlar. Bir yandan onu bitkin ve yorgun kılan kemoterapi tedavisi alırken, diğer yandan çocuklarına bir yol haritası çizmek için çalışmaya başlar.

En büyük üzüntüsü iki çocuğunun onunla anılarının olamayacak kadar küçük olmalarıydı. Bu nedenle, ileride kendisini onlara tanıtacak, onu hatırlatacak konuşmalar yapıp, video kaydına geçirir. Saatlerce süren kayıtlarda hayatını, başarılarını, başarısızlıklarını, hayallerini, gerçekleştirdiklerini ve gerçekleştiremediklerini uzun uzun anlatır. Kendi deyimiyle, kendini “bir gün çocukları için sahile vuracak bir şişenin içine koymaya” çalışır...

Ve bir gün kendisinden, çalıştığı üniversiteden, emekli olan profesörlere geleneksel olarak yaptırılan ‘son konuşma’ istenir. Biraz farklı bir ‘son konuşma’ olacaktır. Zira diğerleri ne zaman öleceklerini bilmeden, sanki öleceklermişcesine tasarlarlar konuşmalarını. Oysa o öleceği tarihi biliyordu ve hastalık tedaviye rağmen ilerliyordu. Konuşması da kendisi gibi ayrıksı olacaktı. Üstelik eşinin doğum gününe denk gelen konuşma tarihi, eşini üzmüş ama Randy, 400 kişinin konuşmasına yapacağı anlık tepkilerle çocuklarına daha iyi ulaşacağına ikna eder eşini.

Carnegie Mellon’daki ‘son konuşması’ tarihe geçer. İyimserliğinden hiç bir şey kaybetmeden, mizah eşliğinde hayat hikayesini anlatır ve sonra da kendi önerilerini anlatır dinleyicilere hayatın kodlarını çözmeye çalışmak adına.

“Bırakın, çocuklarınız küçükken odalarının duvarlarını istedikleri gibi çizsinler, boyasınlar” der. Üstü açık araba almak için benim gibi ölüm tarihinizin haberini beklemeyin” der. Hayat sigortasının dışında, sizi sevenlerinize hatırlatacak duygusal sigorta ödemelerinizi aksatmayın” der. İçinizdeki güzelliği dışarı çıkaracak insanla dans etmeyi ihmal etmeyin” der. Çocuklarınıza suya atlayan ilk penguen olmayı öğretin ki, başarısızlık korkusunu yenmek başarının yolunu açsın” der.

Ve sonra doktorların 3 ay ömür biçtiklerini söyler. Ayakta dakikalarca alkışlanır. Son sürprizini de yapar. Eşini sahneye davet eder, bir doğum günü pastası getirir ve hep beraber “Happy birthday Jai” söylenir.

Karısı Jai,  ağlayarak sarılır Randy’e. “N’olur ölme Randy” der salonun tamamının gözyaşlarıyla beraber...

Randy Pausch, bu sene Temmuz ayının 25’inde hayata veda eder. Bizim gazeteler bile haberi verir...

Mucizelere yer yoktur hayatta genelde...

“Ne kadar sert vurduğun önemli değil, ne kadar sert yediğin önemlidir” demişti ‘son konuşma’sında.

Evet, çok sert yediğinden doğrulamadı yattığı yerden. Lakin örnek ve en önemlisi ayrıksı hayatıyla milyonların sevgilisi oldu... Güzel insanlar eksildikçe biz de eksiliyoruz çünkü.

Yasef Yahya ve Randy Pausch mutlaka bir yerlerde buluşmuşlardır...