Hayata dönüş partisi

Siz hiç ‘hayata dönüş’ partisi nasıl olur gördünüz mü? Ben gördüm, hem de gerçeğini. Ölümle yaşam arasındaki o ipince çizginin öte tarafında kalınca insan ne yapar?... Ama asıl büyük kutlama galibiyetten sonra!

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
20 Ağustos 2008 Çarşamba

Washington’daki Holokost Müzesi’nin dünyada ve İsrail’de gördüğüm benzerleri arasında en ayrıksı olduğunu söylersem, inanın derim.

Bir kez, ilk şoku müzeye girişin ücretsiz olmasıyla yaşıyorsunuz. Müzeyi yönetenlerin mesajı açık. Burada gördüklerinizden etkilenmişseniz bağışta bulunun yoksa tanık olduklarınız için zorunlu paranıza ihtiyacımız yok... Zaten müzenin çıkışındaki kocaman tabela her şeyi özetliyor: “Think about what you saw” – “Gördüğünüzü bir düşünün”...

Amerikalıların dünyaya hediye ettiği pragmatizm bu müzeye de yansımış. Müzeye tam bir gün bile ayırsanız, ertesi güne kalacak çok detaylı bölümler olacak. Örneğin Nüremberg Mahkemeleri’ne ait, gerek iddianamelerin gerekse de savunmaların saatlerce süren mahkeme video kayıtlarının tamamını izlemeniz mümkün. Buna karşın ‘fast food’ gibi ‘fast look’ bir bölümü var ki eleştirseniz de pragmatizme hayran kalmamak elde değil. Şöyle ki, eğer Holokost konusunda hiç bir bilginiz yoksa, size öncesi ve sonrası dahil Holokost’ta neler yaşandığını, küçük bir binanın içine kurdukları enstalasyonlar ve görsel malzeme ile en fazla 30 dakikada hap gibi veriyorlar! Savaş öncesi Polonyalı Yahudi bir ailenin sevimli ve huzur dolu ev hayatından başlayıp aynı ailenin zaman içinde gaz odasına, daha doğrusu fırınlara kadar uzanan kısa tarihini sizi oda oda gezdirerek anlatıyorlar. Şoke olmuş bir durumda binadan çıkarken, “bu bana yeter ben Washington caddelerini tercih ediyorum” demeniz işten bile değil, müzenin devasa diğer bölümlerini görmeden...

İşte Amerikan eğitim sistemindeki “başarının’ sırrı. İnsanı sıkmadan, detaya boğmadan mümkün olduğunca görsel bir formatta esası verip hedefi tutturuyor. Lakin, isteyene de son derece ayrıntılı ve kapsamlı uzun inceleme ve çalışma imkânı da sunuyor. Zira Amerikalı, insan doğasını, kodunu çözmüş belki de. Genel’in basit, istisnanın karmaşık yapılara eğilimli olduğunu çok iyi biliyor Amerikan sistemi.

2. Dünya Savaşı boyunca, Avrupalı yahudilerin binlerce hatta tabii ki milyonlarca kişisel hikâyesi, daha doğrusu trajedisi var. Ve üstelik kimileri de insanın, ruhunu şeytana satmış türevlerinin ihanetine de uğramış. Örneğin Yahudilerin yoğun yaşadığı Polonya’da kimi antisemit Polonya halkının kötülüğüne uğramış Nazilerden önce. Elleriyle yahudileri, hatta çocuklarını Nazilere teslim eden veya onları ihbar eden çok sayıda Polonyalı olduğunu tarih yazıyor. Ama ilginçtir, bunun tersi de yaşanmış Polonya’da, hem de azımsanmayacak kadar çoklukla. Müzenin bir bölümünde Nazilerin ezip geçtiği, yahudileri topladığı ülkelerdeki yaşayan kimi insanların yahudileri kurtarmak için neler yaptıklarının anlatıldığı hikâyeler var. Ve yine ilginçtir, en büyük yardım da, en fazla kötülük yapan Polonya halkından gelmiş. İyi ve kötünün diyalektik birliği burada da ortaya çıkmış. Tanrı’nın yarattığı iki aynı insan. Biri çocukları bile Nazilere teslim ediyor, diğeri ölümle cezalandırma tehdidine karşın yahudi çocukları hatta ailelerini evlerinde, kiliselerinde saklıyor.

Bu karşıtlığı çözmek mümkün değil. İki aynı insandan biri şeytana, diğeri erdeme hizmet veriyor!... Bir başka ilginç not: Polonyalılardan sonra Yahudilere en fazla yardım yapanlar Hollandalılar...

Müzenin en ilginç ve çarpıcı bölümü yine görsel bir bölüm. Ve özellikle ölüm kamplarının İngilizler, Amerikalılar ve Ruslar tarafından kurtarıldığı gün çekilen video görüntüleri.

Auschwitz’e giren Rus askeri, gördükleri karşısında sersem sersem etrafa bakarken -etraf: yerde yatan ölüler, son anlarını yaşayan bitkin mahkûmlar, yığılmış cesetler ve az da olsa kurtulduklarını anlayıp gülmeye çalışan bir deri bir kemik kalmış olanlar –yaşayanlara ekmek vermeye çalışıyor. Yerde yatanlar ise neye uğradıklarına şaşırıyorlar. Zira uzun zamandır kendilerine dipçikle ve tekmeyle vuran asker yerine ekmek uzatan bir asker görüyorlar yarı bilinçli haldeyken. Bu sahne film sahnesi değil. Gerçeğin ta kendisi! Ve bunlardan biri – bilinci yerinde olanı- olup biteni anlamış bir halde göğe bakıp haykırmaya çalışırken ekmek uzatan Rus askerine, “n’olur bir sigara” deyiveriyor oracıkta! Hayata dönüşün simgesi oluyor çünkü sigara. Belki o Rus askeri bir gün geç gelse ölüme doğru yolculuk yapacak iken, kötülük yenilince hayat ikinci kez mucizesini yapıp onu tekrar doğuruyordu. Ve bu ikinci doğumu sigara ile kutlamak istiyordu.

Bundan daha görkemli bir‘hayata dönüş’ partisine ben tanık olmadım bugüne kadar...

Velhasıl, Holokost müzelerini gezerken yumruğunuzu sıkıyorsunuz, boğazınız düğümleniyor, ağlamak istiyorsunuz. İnsanlık katilleri artık hayatta değiller, bir iki istisna dışında. Zaten onlar da gizlendikleri inlerinde yakalanma korkusuyla son günlerini yaşıyorlar.

Lakin Holokost inkârcılarını gördüğümde yumruğum yine sıkılıyor. Hele hele, Anne Frank’la Hitler’i aynı yatakta gösterip, Hitler’e “bakalım bunu da anı defterine yazacak mısın Anne Frank?” dedirten karikatürü çizebilen hastalıklı kafayı görünce yine ümitsizlik salgılıyor her yerim.

Lakin, kötülüğe yenilmemeyi kafaya koymak gerek.

Tanrı, insanı iyiliğe hizmet etmesi için yarattığına göre her zaman her yerde mücadeleye devam...

İnsanlığın hayata dönüş partisi ise galibiyetten sonra...