Arkadaşımın adını unutursam...

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
14 Ocak 2009 Çarşamba

Yayın hayatında çizgiler en az yazılar kadar etkili oluyor. Nitekim 12 Ocak Pazartesi günü Piyale Madra’nın Radikal’deki karikatürü beni hayli düşündürdü. Oysa, öylesine yumuşak  çizgilere sahiptir Madra…

Karikatürün içeriği şöyleydi: Genç anne/baba beşikte yatan bebeklerini seyrederken Anne: ‘Baksana ne güzel uyuyor’der. Ardından baba, ‘Nasıl bir dünyaya geldiğinden habersiz uyuyor zavallı’ diye ekler. Sonra ikisi birden:’Uyu canım uyu…’derler.

Hangimiz, hayatımızın bir döneminde,’bu kaosta çocuk yapılır mı’ikilemini yaşamadık. Kimi kez siyasi karmaşalar, kimi kez savaşlar, bazen de radyasyon neden oldu karamsarlığa. Sonuçta çiftler nadiren bu nedenlerden ötürü çocuk büyütmeme kararı alırken, çoğunluk egolarını ön planda tutarak, anne baba oldular. Bu kısır döngü de yıllardır sürüp gidiyor.

* * *

Okulda başlayan arkadaşlıklar en güzelidir. Çıkara dayalı değildir, saftır, iyilik doludur. Erken yaşlarda başladığı için zincirin halkaları sağlamdır. Zaman içinde birbirinizden ayrı düşseniz de, tekrar bir araya geldiğinizde, kaldığınız yerden devam edersiniz.

Çoğu insan gibi, ben de okul arkadaşlarımla hala görüşüyorum. Bunun da harika bir terapi olduğu kanısındayım.Günlük yaşamın sıkıntıları arasında atılan kahkahalar her derde devadır. Sözkonusu arkadaş grubu ile okul sonrasında da büyümeğe ve paylaşmağa devam ettik. Önce evlendik, ardından çocuklarımız oldu.Okul sorunları, çocuk sorunları doktor adresleri vs. gibi birçok ayrıntıyı paylaştık.Ve zaman uçup gitti. Birden kendimizi tümüyle farklı bir konunun içinde bulduk. Her ne kadar geleneksel aile yapımızda anne/babaya sahip çıkmak varsa da, günümüz koşulları gözle görünür şekilde değişim gösteriyor. Gençlerin çalışma saatleri çok daha uzun ve yorucu. Bu şartlarda yaşlanan ebeveynlerin sorumluluğunu onlara bırakmak ne denli olası? Bu konuda herkesin ortak düşüncesi, ileri dönemde, henüz sağlıklı iken kendi istegimizle bir huzurevine gitmek. Bu sohbet, konusu açıldığından beri, her yıl tekrarlanıyor. Hatta belli arayışlara bile gidildi. İstanbul bu açıdan çok gelişmiş bir kent değil henüz. Gerçi ‘huzurevi’ sözcüğü çok alışılmış bir terim değil, ancak, sosyal tesisleriyle, çarşısıyla istediğiniz zaman kendi eviniz gibi girip çıkacağınız,yeşillikler içinde bir mekan düşününce, kulağa kötü gelmiyor.

Tabi böyle bir mekanda arkadaşlarımızla birlikte olacağımızı varsayıyoruz. Birimiz diğerinin adını unutursa, bir diğeri hatırlatacak!

Mantık böyle istiyor. Zaman yaklaştığında yürek aynısını söyler mi, doğrusu bilmiyorum.

* * *

Sabah evden ofise doğru giderken, rengarenk sıralanmış çiçekçi tezgahlarının önünden geçtim. Mis gibi kokular yayılmıştı çevreye. Kenarda duran iki vazoda baharın müjdecileri arasında olan sümbüller duruyordu. Zamanından çok önce ortaya çıkmışlar.

Mor, pembe… Kimbilir, belki bu bahar erken güzelliklerin müjdecisi olacak.