Devrimciler yalnız insanlardır

Atatürk’ün, hayattayken yalnızlığına dair tartışmalar yapılıyor bugün. Devrimciler hep bir adım önde oldukları için yalnızdırlar bir bakıma herdaim. Bu yalnızlık, devrimcilerin vizyonunu anlamayanların devrimcilerin sayısından kat kat fazla olduğu içindir. Bakın Mustafa Kemal 1924’te nasıl yaşamış bu yalnızlığı...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
5 Kasım 2008 Çarşamba

Devrimciler yalnız insanlardır. Devrimciler vasatların çok önünde yürüdüklerinden dolayı yolları hep yalnız yürürler.

Ben Gurion’un sözüydü galiba. “Tarihin geçmişindeki hadiseleri yorumlayacak tonlarca insan vardır ama gelecekte olacakları yorumlayacak sadece devrimciler vardır.” İşte budur devrimcinin yalnızlığı, budur devrimcinin yalnız yol macerası.

İnsan yalnız doğar, yalnız ölür; devrimciler ise yalnız da yaşar, etrafında tonlarca insan olmasına rağmen.

Nietzsche, “üst insan”ı, “batarken bile başka dünyaların sırtında doğan güneş” olarak tanımlar. Zira güneş yalnızdır ama sonsuza değin ışık saçar etrafına. Devrimcilerin yalnızlığı yeryüzü doruklarının yalnızlığı gibidir. Hem yeryüzüne hakimidirler hem de yeryüzü adına gökyüzüyle en büyük mücadeleyi onlardır veren. Devrimciler için önemli olan idealleridir. Yalnız kalsalar da, onlar uğruna yürümeyi sürdürürler, yürüdükçe büyürler.

Mitolojideki Zeus gibi, doruklarda yaşayıp orada kalmak zorundadırlar.

Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi...

* * *

Tarihçi eğitimci, Lozan Anlaşması görüşmelerinde heyette bulunan Ahmet Hidayet Reel’in anısına kulak verelim:

“1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler’de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için bölgeye gelen Atatürk, halkın içinde ihtiyar bir köylüyü çağırdı: ‘Depremden çok zarar gördün mü baba?’ diye sordu. Atatürk, ihtiyarın şüphesini görünce tekrar sordu: ‘Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?’ İhtiyar, Kürt şivesiyle: ‘Valla Padişah bilir’ dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle: ‘Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?’ İhtiyar tekrar etti: “Padişah bilir!”

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam’a döndü: “Siz daha devrimi yaymamışsınız” dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahribat kâtibi: “Köylere genelge yolladık, Paşam” dedi. Atatürk’ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:

“Oğlum”, dedi “genelgeyle devrim olamaz!...”

İşte bu; bir devrimcinin, hayata geçirmek istedikleri noktasında yaşayabileceği en çarpıcı yalnızlık hikayesidir belki de.

Mustafa Kemal, 1910’ların başında Anadolu’ya asker üniformasıyla yola çıkarken bile kafasına koyar. Ulusunun makus talihini değiştireceğine, onun hayatını aydınlık yolun ışığında değiştireceğine söz verir kaleme aldığı anılarında. Ve bir şey daha yazar akabinde: “Ben o kadar çalışayım, okuyayım, mücadele edeyim, savaşlara gireyim ama cahiller karşı çıksın bana! Hayır, onlara benzeyeceğime onlar bana benzesin.” Tipik bir devrimcinin isyan sözleridir aslında bunlar. Ve bugüne baktığımızda herşeye rağmen tartışmasız bir şekilde olumlu sonuçlanan bir sürecin doğum öncesi parıltılı sancılarıdır aynı zamanda.

Lakin O, herkesin önünde olduğu için, yukarıdaki hikâyede de anlaşılacağı gibi 1924’te, 1930’da, ölümüne yakın zamana kadar bile yalnız kalmıştır fikriyat dünyasında. Çoğu yakın arkadaşı bile onunla hemfikir değlidi. Buna rağmen onun kurtuluş mücadelesinin ve devrimlerinin, bir ulusun en güçlü şekliyle yeniden doğmasına neden olduğunu O’nu sevmeyenler bile görmekte artık.

“Dinlenmeyi, sevmeyi ölümden sonraya bıraktım!” diyecek kadar, gecelerini bile bu büyük projenin gerçekleştirmesine adayan büyük bir devrimci beyindir O.

Tarihçi Erik Jan Zürcher’in deyimiyle, Cumhuriyet “tepeden inmeci ama dünyanın en başarılı ülke kurma projesidir.” İşte bu projenin sahibidir Mustafa Kemal...

 * * *

Gazeteci Can Dündar’ın “Mustafa” filmi; lise tarih kitabı kronolojik anlatım kıvamında da olsa, “Atatürk küçükken din öğretmeninden yediği dayağın intikamını medreseleri kapatarak almıştır” denli bir hayli absürd bir yorumu içeriyor olsa da, ‘devrim çocuklarını yedi’ gibi beylik ama o döneme ait külliyen geçersiz bir söylemi tuttursa da, Mustafa Kemal’in gece karanlığında uyuyamamasına veya içtiği sigara ve kahve sayısına gereğinden fazla odaklansa da, özellikle yeni nesile bu büyük ama yalnız devrimciyi her yönüyle tanıtmak için önemli bir kaynak özelliğini taşıyor.

Bu neslin, gerek bireysel gerek ulusal özgürlüğünün, sürekli düşünen ve düşündüklerini cesaretle uygulamaya koyan bir devrimci beynin eseri olduğunu anlamaları için bir hazine niteliğini de taşıyor.

Belgeselde Atatürk’ün yalnızlığına dair verilen izlenimin kamuoyunda bu kadar tepki almasına anlam veremiyorum. Söyledik, bir kez daha söyleyelim:

Devrimciler, yalnız insanlardır...

Varsın, hayatta olduğu zamanlarda Atatürk fikriyatında yalnız kalmış olsun.

Büyük eseri ortada!..

Bugün O’nu yalnız bırakıyor muyuz, bırakmıyor muyuz?

İşte asıl soru burada...