Aşkın tuvallerdeki yolculuğu...

İnsanlık varoldukça ne şair aşkı dizelere dökmekten, ne heykeltraş aşkı taşa yontmaktan, ne de ressam tuvalini aşka boyamaktan vazgeçecek. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi’nde Sanat Tarihi okutmanı olarak görev yapan eski yazarlarımızdan Sibel Almelek İşman, resimlerle bezediği “20. Yüzyıl Batı Resim Sanatında Aşk” adlı kitabında geçen asra damgasını vurmuş, farklı akımlara ait ressamların aşka dair eserlerini inceliyor

Tuna SAYLAĞ
25 Haziran 2008 Çarşamba

Sibel’in kitabı adeta bir aşk müzesi… Tablolar arasında gezinirken Dali, Magritte, Miro, Munch gibi ressamların sadece aşk ve sanat anlayışlarına değil, roman tadındaki maceralı yaşamları ve ahlak normlarına da şahit oluyorsunuz. “20. Yüzyıl Batı Resim Sanatında Aşk” kitabını yazarının ağzından dinledik. 

Resim sanatı sayısız temaya konu olmuştur; aşk temasını seçip araştırmaya nasıl karar verdin?

“20.Yüzyıl Batı Resim Sanatında Aşk Olgusu”, yüksek lisans tezim için seçtiğim konuydu. Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat yüksek lisans programında bir sene ders aşaması var. Bu sırada aldığımız derslerden biri Yunan mitolojisi idi. Her birimizin bir araştırma konusu seçmesi gerekiyordu. Ben Yunan mitolojisindeki aşk öykülerini çalışmak istedim. Tanrı, tanrıça, peri, kahraman ve ölümlüler arasında yaşanan aşkları izlemek çok keyifliydi. Tez için konu seçerken, pek çok seçeneği değerlendirdim. Bir sanatçı ya da bir akım üzerinde çalışılabilirdim. Ancak, bir kavramı alıp onun izlerini sürmek bana daha heyecan verici göründü.

20.yy resim sanatı akımları arasında aşkı ifade etme tarzında ne gibi benzerlikler/zıtlıklar keşfettin?

Çalışmamın bir bölümünü, 20. yüzyıl öncesine ayırdım. Burada, Rönesans’tan başlayarak 19. yüzyılın sonuna kadar uzanan zaman dilimindeki aşk konulu resimleri inceledim. Bu yüzyılların tanık olduğu Rönesans, Barok ve Rokoko gibi dönemlerde, aşkı anlatan resimlerin belli birtakım başlıklar altında toplanması mümkün: Yunan mitolojisiden, Eski ve Yeni Ahit’ten, edebi eserlerden esinlenen resimler ağırlıkta. Dönemlere ya da ülkelere özgü konu seçimleri de var. Örneğin, 17. yüzyıl’da Hollanda’da aşk mektupları teması sık sık yansımış tuvallere. 20. yüzyıla geldiğimizde ise, sanatçıların daha kişisel resimler yaptıklarını ve kendi aşk öykülerini ya da aşka bakış açılarını resimlerine taşıdıklarını görebiliyoruz. Doğaldır ki, üslup olarak, akımların kendi aralarında farklar var, ama genelde aşkı ifade etme tarzı daha özgür.

Resimler ve ressamlar arasında aşkın yolculuğunu izlerken seni en çok ne şaşırttı ya da hayran bıraktı?

İncelediğim resimler arasında, bir seçim yapmam, birisine daha çok hayranlık duyduğumu söylemem zor. Çünkü, o kadar farklı yollardan, kendi dünyalarını bize açmış ki sanatçılar, her birinin başka bir tadı var. Chagall’ın resimlerinde çocuksu ve mutlu bir aşk var. Höch’ün kolajlarında, acı veren bir aşkın ve birbirini anlayamayan bir çiftin varlığını hissetmek mümkün. Lichtenstein, aşkı, çizgi roman havasında yorumlamış. Picabia, bir makine resmi çizmiş ve altına “Aşk dolu yürüyüş” diye bir not düşmüş.

20.yy Batı ressamları, aşkı tuvale dökerken en çok nelerden etkilendiler?

20. yüzyıldan önceki dönemlerde, bir sanat anlayışının uzun bir zaman dilimini etkilediğini görüyoruz. Rokoko, aşağı yukarı 75 yıl sürdü. Barok, Romantizm ve Yeni Klasikçiliğe birer yüzyıl verelim. 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, neredeyse her on yılda bir yeni bir anlayışın ortaya çıktığını görebiliyoruz. Bu da müthiş bir dinamizm demek. 20. yüzyıl, pek çok alanda yeniliklerin birbirini izlediği bir dönem. İki tane dünya savaşı, teknoloji ve bilimde ilerlemeler, medyanın gelişmesi… Sanatçılar, yaşamı izleyerek, gözlemleyerek ve ona ekleyerek ürettikleri için, çağlarının deneyimlerini eserlerine taşırlar.

Örneğin, makineleşme önemli bir gelişmedir, dolayısıyla Picabia’nın aşkı iyi işleyen bir makine gibi göstermesine şaşırmamak gerekir.

Sanatın edebiyat ve felsefeyle olan dirsek temasından söz eder misin?

Görsel sanatların, yaşamın içinde olan her şey ile yakın bir teması vardır. Müzik, dans, tiyatro, edebiyat, felsefe, bilim, din, psikoloji, sosyoloji, siyaset, antropoloji, arkeoloji, tarih, coğrafya…20. yüzyılın başındaki Dışavurumculuk akımı, Nietzsche’nin fikirlerinden etkilenmiştir. Freud’un rüyalarla ve bilinçaltımızla ilgili yorumları, Sürrealizm akımına esin kaynağı olmuştur. Romantik dönemde, şiir ile resim arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. Optik bilimin ilerlemesi, 20. yüzyılın ikinci yarısında optik etkileri araştıran resimlere yönlendirmiştir sanatçıları.

Şairin -Atilla İlhan- “Ayrılık da sevdaya dahil” sözünden yola çıkarak söz konusu eserlerde, aşkın en çok hangi hali (dargınlık, nefret, tutku vs.) resme dönüşmüş?

Resimlere baktığımızda, aşkın her halini görebiliyoruz. Sanatçıların özel yaşamlarındaki deneyimleri, eserlerini anlamamıza yardımcı oluyor. Aşk hayatında mutluluğu yakalayan sanatçı, resminde de mutluluğu anlatıyor gibi bir genellemeye varabiliriz belki. Ancak, tüm resimlerde, sanatçının şahsi yorumları olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin, Miro, kendine özgü renkli, küçük organik figürler çiziyor. Resmin adını öğrendiğimizde, aşk ile ilgili olduğunu anlıyoruz. Aslında, Miro’nun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ama hem resim hem de ismi, neşeli ve muzip bir havada.

20.yy’da her konuda yaşadığımız inanılmaz ilerleme ve hız sana göre günümüz sanatını nasıl etkiledi?

Sanatın çeşitli dalları arasında inanılmaz bir iletişim var şu anda. Sanatçı, her türlü malzemeyi kullanabilir, kendi bedeni dahil. Doğayı değerlendirir “Çevre Sanatı” olur. Performans yapabilir, bir anlamda tiyatroya yaklaşmış olur. “Video Sanatı” üretebilir, sinemaya göz kırpar. Günümüz sanatının iyi örnekleri, insanı şaşırtıyor, etkiliyor, bilgilendiriyor, eğlendiriyor… 20. yüzyılı geride bıraktık. Ancak, onu her yönüyle değerlendirmek için henüz erken. Sanatın ve hayatın üzerinde bıraktığı etkileri, zamanla daha iyi göreceğimizi düşünüyorum.

Türk resim sanatında da aynı araştırmayı yapmayı düşünür müsün?

Neden olmasın…