Türk Sineması 61. Cannes Film Festivali’nde ödüllendirildi / Ceylan Cannes’ın En iyi Yönetmeni

Festivalin başından beri favoriler arasında gösterilen, “3 Maymun” ile Nuri Bilge Ceylan “En İyi Yönetmen” ödülünü kazanırken, İsrailli Ari Folman’ın “Beşir ile Vals”ı Cannes’dan eli boş ayrıldı. Altın Palmiye ödülünü festivalin son gününde gösterilen, Fransız Laurent Cantet’nin “Duvarlar Arasında” filmi, jürinin oybirliği kararıyla kazandı.

Viktor APALAÇİ
28 Mayıs 2008 Çarşamba

İtalyan sineması adına yarışan iki film de ödül listesinde yer aldı. Brezilyalı Sandra Corveloni En İyi Aktris, “Che” rolüyle Benicio del Toro ‘En İyi Aktör” seçildiler

61. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü, yarışmanın başından beri favori gösterilen, Nuri Bilge Ceylan’ın “3 Maymun”, Ari Folman’ın “Basir ile Vals” filmlerinden birine değil de, yarışmanın son günü gösterilen, sürpriz bir Fransız filmine gitti.

Festival boyunca Screen İnternational’in uluslararası eleştirmenlerin değerlendirmesiyle hep üst sırada gözüken, belgesel türünün ilk canlandırma sineması ürünü olan Ari Folman’ın Waltz With Bachir / Başir ile Vals”ı ödül listesinde kendine bir yer bulamazken, yine favori filmlerden “3 Maymun”, yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’a verilen En İyi Yönetmen ödülüyle teselli buluyordu.

Ceylan’ın başarısı hiç kimseyi şaşırtmadı. Evvelce 2003’te “Uzak” ile Jüri Büyük Ödülüü”nü, 2006’da “İklimler” ile sinema yazarlarının verdiği FİBRESCİ ödülünü kazanan Nuri Bilge Ceylan, jüri tarafından yarışmaya katılan (içlerinde Clint Eastwood, Steven Soderberg ve Dardenne Kardeşlerin de bulunduğu) 22 yönetmenin en iyisi ilan ediliyordu.

İnsan ruhununu derinliklerinde dolaşmayı seven Ceylan, bilinen durgun ve sakin uslubunu yinelerken, “3 Maymun”da sinemasını yenilediğini, farklı bir yolda cesur bir adım attığım gösterdi.

Film, 3 kişiden oluşan orta sınıf bir ailenin, parçalanmaması adına, gerçeklerin görmezden gelinmesiyle ortaya çıkan açmazları anlatıyor. Şoför baba (Yavuz Bingöl), patronunun yaptığı trafik kazasını üstlenerek kısa bir müddet hapis yatar. Karısı o günlerde, zaafına yenilip patronunun metresi olur. 20 yaşlarını sürdüren işsiz oğulları, gerçekleri bilmesine rağmen susmayı yeğler. Sorumluluk yükünün altında ezilmemek için bu 3 kişi, gerçeği görmekten, konuşmaktan kaçınarak, onu inkar etmekle yetinir. Ancak “3 Maymun”u oynamak, acı gerçeklerin üstünü örtmeye yeterli midir?

“Filmimde kimin kurban, kimin cellat olduğu belli değil. Sinema sanatı bizlere ifade edilemeyeni, metafizik olanı sunma imkanı tanıyor” diyen Nuri Bilge Ceylan “3 Maymun”da ilk kez siyasi ortama göndermeler yapıyor, başrollerden birini politikacı adayına veriyor.

Ödül gecesinde ismi açıklandığında, soğukkanlığını koruyarak sahneye çıkan Ceylan, Faye Dunaway’in elinden ödülünü aldıktan sonra, anlamlı bir konuşma yapıyordu: “Bu ödülü, tutkuyla sevdiğıim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum”

FRANSIZ TOPLUMUNUN AYNASI BİR “SINIF”

Festivalin son gününde gösterilen iddiasız gibi gözüken bir Fransız filmi, bütün tahminleari alt üst ederek Altın Palmiye ödülünü kazandı. Cannes’da ilk kez yarışan, 11 yıl önce başlattığı sinema kariyerine sadece 4 film sığdıran, 47 yaşındaki Laurent Cantet, “Entre Les Mur” – “Duvarlar Arasında” adlı yarı belgesel bir film ile, Fransa’ya 21 yıl aradan sonra, Altın Palmiye ödülünü getirdi.

Festival tarihinin en çok yuhalanan Altın Palmiye’sini “Sous le Soleil du Satan” (1987) filmiyle kazanan Maurice Pialat, kendisini yuhalıyan salona “Siz beni sevmiyorsunuz, ben de sizi” diye protesto etmişti.

“Sınıfta” olarak tercüme edilmesi daha doğru olan “Entre les Murs”, karizmatik bir öğretmenin öğrencileriyle olan zor ve sancılı ilişkisini işliyor. Laurent Cantet’nin üç kamerayla çektiği filmde, bir kamera öğretmen François’nin, ikinci kamera muhatabı öğrencinin, üçüncü bir kamera da diğer öğrencilerin yüz mimiklerine odaklanıyor.

Değişik kökenli öğrencilerin oluşturduğu sınıf, Fransanın muhtelif kesimlerini temsil ettikleri için, ortaya sağlıklı bir toplumsal tablo çıkıyor.

Eski bir öğretmen olan François Begaudeau, Fransız eğitim sistemindeki tecrübelerine dayanarak yazdığı romandan, yönetmen Laurent Cantet ile senaryo yazılımına katılarak, filmin başrolünü de üstleniyor. Ortaya son derece gerçekçi, inandırıcı, belgesel tadında bir film çıkıyor.

Yönetmen Cantet’nin başarısı, 2 saat 10 dakikalık, tansiyonu hiç düşmeyen filmini bir tenis maçı heyecanı içinde izlettirebilmesi. Altın Palmiye’yi almak üzere sahneye çıkan, öğrenci rollerini üstlenen genç oyuncuların performansı şaşırtıcı.

Filmin hemen tümü, Paris’in batısındaki bir lisenin bir sınıfında geçiyor. François, çoğu Afrika kökenli (içlerinde iki de Türk var) göçmen öğrencilerin bulunduğu, lise 4. Sınıf öğretmenidir. Sorunlu, isyankar öğrenciler üzerine disiplin uygulaması son derece zordur. İyi niyetli ve karizmatik bir öğretmen olan François, öğrencilerinin, zengin semtlerdeki kolejlerin seviyesinde eğitim almaları için gayret göstermektedir. Yönetmen, doğaçlama oynamalarını istediği oyuncularından harika neticeler almış.

BEN BAŞARILI ÜLKE: İTALYA

İtalyan sinemasını yarışmada temsil eden 2 filmiyle ödül listesine girmesiyle, 61. Festivalden en karlı ayrılan ülke İtalya oldu. Festivalin ikincilik ödülü sayılan “Jüri Büyük Ödülü”, İtalyan yönetmen Matteo Garrone’nin “Gomorra” filmine, “Jüri Özel Ödülü”de Paolo Sorrentino’nun “İl Divo” filmine verildi. 38 ve 40 yaşındaki 2 genç yönetmenin birleştikleri nokta, filmlerinin politik sinemanın başarılı ürünleri oluşuydu. Her ikisi de çok cesurdu, filmleri ilginç mesajlar içeriyordu ve sinemasal açıdan mükemmele yakın duruyorlardı.

Nanni Moretti’nin ünlü “Le Caiman” filminde aktör olarak izlediğimiz, genç İtalyan sinemasının umut veren yönetmeni Matteo Garrone, “Gomorra”da Napoli’nin ünlü yasa dışı kurumu, son dönemde gücünün, Sicilya’nın mafyasından çok daha fazla arttığı söylenen örgütü üzerine seviyeli bir film yapmış.

Bibirlerine göbekten bağlı 5-6 öykücükle Napoli’nin suç dünyasında bizleri ibret verici bir gezintiye davet eden Garrone filmiyle, İtalyan yakın tarihine ışık tutuyor.

Roberto Saviano’nun İtalya’yı birbirine katan ve 1 milyon satan araştırma kitabından uyarlanan film, örgütün yapısı ve toplumdaki yerini, bir sosyal hiciv kalıpları içinde anlatıyor.

İtalyan toplumunun kangren olmuş yapısını gözlere seren ikinci film, Paolo Sorrentino’nun “İl Divo”su Cannes’dan Jüri Özel Ödülü” ile ayrıldı. İtalyan siyasetini son 40 yılına damgasını vurmuş politikacı, 7 kez başbakan seçilmiş Gulio Andreotti’nin tartışmalı siyasi hayatını anlatan “İl Divo” kambur lakaplı kurt politikacının başarılı bir portresini çiziyor.

Karizmatik, hiç kimseden korkmayan ama herkesi korkutan, dokunulmazlığı olan, hacıyatmaz tipli bir politikacı olan Andreotti’yi filmde Toni Servillo canlandırıyor ve oyunu en az En İyi Aktör seçilen Benicio del Toro’nunki kadar başarılı.

DARDENNE’LERE SENARYO ÖDÜLÜ

Belçikalı Dardenne Kardeşler Cannes’a 9 kez geliyorlar. Birinde yarışma jürisi, diğerinde Altın Kamera jürisi başkanlığım saymazsak, yarıştıkları 6 filmin ikisinde Altın Palmiye (Rosetta ve L’Enfant) ödülü bu yıl da “En İyi Yönetmen” ödülüyle ayrıldılar. Jean-Pierre ve Luc Dardenne’in 16 yıllık kariyerlerine (3 yılda 1 film prensibiyle) sadece 6 film sığdırdıklarına göre pek üretken oldukları söylenemez.

Sevgilisiyle bir lokanta açma hayaliyle yaşayan Arnavutluk vatandaşı Lorna, sahte evlilik yaparak Belçika’da yaşamaya hak kazanmıştır. Sahte evlilikleri organize eden bir örgütün aracılığıyla Lorna, Claudy adlı Belçikalı bir esrarkeş ile para karşılığında evlenmiştir. Plana göre ilk önce boşanacak, sonra Rus Mafya’sının önde gelen bir lideriyle yüksek bir ücret karşılığı evlenecektir. O parayla lokantasını açacak Arnavut sevgilisini yanına alacaktır.

Claudy’nin, örgüt lideri Fabio tarafından öldürülmesiyle, vicdan azabına dayanamayan Lorna, kontratı bozacak, herkesi karşısına alacak, can derdine düşecektir.

Çok iyi başlayan filmin son bölümünde, Dardenne’lerin senaryoya aynı özeni gösteremediklerinden, inandırıcılıklarını yitirdiklerine, ancak Karova’lı genc aktris Arta Dobroski gibi müthiş bir oyuncu keşfettiklerini görüyoruz.

Jüri bu yıl “61. Özel Ödülü” gibi uydurma bir başlıkla Fransız sinemasının divası Catherine Deneuve ve Amerikan sinemasının ağır topu Clint Eastwood’un gönlünü almaya çalıştı. Buram buram politika kokan bu karar, ödül listesine alamadıkları, Arnaud Desplechin’in “Un Conte de Noel / Bir Noel Öyküsü” ile Clint Eastwood’un “Changelin” filmine bir parmak bal çalmaktı. Fransız filminde vasat bir rol çıkaran Catherine, aşırı estetik ameliyatlarından mimiklerini kaybettiği yüzüyle, gülümsemeye çalışıp ödülünü alırken, mükemmel “Mystic River”ndan sonra Cannes’dan yine eli boş gönderilen Clint Eastwood, bu teselli ödülünü almaya gelmiyordu.

EN İYİ OYUNCULAR

Brezilyalı ünlü yönetme Walter Salles’in, kadın yönetmen Daniella Thomas’la yaptıkları, fakir bir Brezilya ailesinin yürek burkan öyküsünü anlatan “Linha da Passe”nin oyuncusu. Sandra Corveloni “En İyi Aktris”, Steven Soderbergh’in 4,5 saatlik ırmak-film “Che”nin oyuncusu Benicio de Toro “En İyi Aktör” ödülerini aldılar.

Ünlü “Merkez İstasyon / Central do Brazil”den 10 yıl sonra Walter Salles ile Daniela Thomas’ı tekrar biraraya getiren “Linha del Passe” emekçi sınıflara eğiliyor, günümüz Brezilya’sının toplumsal hayatından ilginç bir kesit sunuyor, yoksulluk, aile içi dayanışma, hayata tutunma gibi ilginç temalar işliyor.

Babaları belli olmayan 4 çocuğu ile ayakta kalmaya çalışan, üstelik 5.sine hamile bir kadının öyküsünde, 20 milyonluk Sao Paulo şehrinin favelasında yollarını arayan 4 erkek kardeşin çırpınışını izliyoruz.

“Lorna’nın Evliliği” en iyi yönetmen ödülünü alınca, yarışmanın en başarılı aktrisi, Kosovalı Arta Dobroski açıkta kalıyor, ödül karizmatik Walter Salles kontenjanından, filminin aktrisi Sandra Corveloni’ye kayıyordu.

“Che”nin 4,5 saatlik süresince 4 saatinde perdede kalan Benicio del Toro’nun “En İyi Aktör” ödülüne kimse şaşırmadı. Yerimiz kalmadığı için bu filmi başka bir yazımıza bırakıyoruz.