Galatasaraylılık ruhu

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
30 Nisan 2008 Çarşamba

17 iç saha karşılaşmasının 6’sı taraftardan yoksun bir şekilde oynanmış... Sezonun tamamlanmasına altı hafta kala teknik direktör görevinden istifa etmiş... Yerine gelen teknik heyet üyelerinden hiçbiri daha önce birinci adam sorumluluğu üstlenmemiş ancak hepsi birbirinden nadide isimler... Sekiz sezondur başkandan ve başkanlık makamından mahrum bırakılan bir kulüp... En büyük rakibi kurumsallaşma yolunda dev adımlar atarken, Mehter Marşını ritim benimsemiş bir idari anlayış... Birçok maçta sakatlıklar nedeniyle eksik oynayan bir takım... Lakin, tüm bu olumsuzluklara direnerek, “Ben daha ölmedim” diyen bir futbolcu güruhu...

Hiç kuşku yok ki, Galatasaray, Fenerbahçe’yi Ali Sami Yen Stadı’nda 1-0’lık skorla devirdiği karşılaşmanın ardından şampiyonluğa her zamankinden daha çok yaklaştıysa eğer, bunda en büyük pay futbolcularda... Zira... Vakt-i zamanında ödenmeyen paralar nedeniyle kazan kaldırmayan ve peşi sıra şampiyonluklar kazanan bir futbolcu topluluğu (bakınız 1996-2000’li yıllar), vakt-i zamanında kiralık oyuncularla (bakınız Victoria, Perez, Fleurquin) kazanılan 15. şampiyonluk, vakt-i zamanında son maçın son saniyesine kadar kovalanarak, hatta saha içinde 16 upuzun dakika (bakınız 14 Mayıs 2006) beklenerek gelen ve sonunda gözyaşları döktüren mucizevi zafer... Bugün... Yüzde 75’i yenilenmiş, gençleşen bir takım... Çoook eskilerin teknik adamı, şimdilerin tonton dedesinden paçasını sıyırabilmiş sarı-kırmızı formalılar topluluğu... Global koltuklara oturmuş lokal kafalara inat, kazanılan puanlar, maçlar...

Gelenin gideni aratmadığı, İsveç ve Kamerun milli takım kaptanlarının (Tobias Linderoth-Rigobert Song) geçirdikleri uzun süreli sakatlıklarına rağmen, onları aratmayan ve sezon öncesinde muhtemel kadroda adları bile anılmayan iki cevher (Mehmet Topal-Emre Güngör)... Viraj önemli ölçüde dönülmesine rağmen şampiyonluğun hâlâ kazanılmadığını, tüm takım reklam panolarının üzerinde zafer sarhoşluğu yaşarken eski takımı da olsa bir rakibi alt etmenin sevincini ziyadesiyle abartmayan şahane bir sporcu (Servet Çetin), “Sabrın sonu selamettir” diyerek kulübenin pasını kalesinde atan bir file bekçisi (Aykut Erçetin), yıldız oyuncu kavramını saha içindeki her hareketiyle belli eden “harbi” topçu (Arda Turan), ameliyatını haftalarca erteleyip, sahalardan çok daha uzun süre ayrı kalma pahasını arkadaşlarının yanında olmaya tercih eden bir profesyonel (Hasan Şaş), Almanya 3. Ligi’nden gelip Galatasaray gibi bir kulübe ayak uydurmayı başarabilen bir delikanlı (Barış Özbek), bir başka büyük takıma zamanın transfer rekorunu kırarak gelmesine karşın dikiş tutturamayan fakat yine de “Ben bu değilim” diyerek bir başka büyük takımda kalitesini ortaya koyan bir ısrarkâr (Ayhan Akman), olumlu-olumsuz ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın, takımın gücüne güç katan bir kaptan (Hakan Şükür) ve her ne olursa olsun yokluktan kahramanlar yaratan bir ekip...

Eğer ki Galatasaray-Fenerbahçe maçının ardından şampiyonluğa her zamankinden daha fazla yaklaştıysa, bunda en büyük pay her daim içinde Galatasaraylılık ruhu taşıyan futbolcularda... Tıpkı daha önceki örneklerinde olduğu gibi...